Ve dünyanın en güneyinde, dünyanın sonundayız. Yazarken bile, üstünden nerdeyse bir hafta geçmiş olmasına rağmen tüylerim diken diken oluyor.
Arjantin'e ayak bastığımızda grup, ortalama olarak yüz Euro bozdurmuştu. İşte bu dördüncü günde benim cebimde hâlâ doksan beş Euro karşılığı Pezo olduğu gibi duruyordu. Nasıl yenmedi, niye beceremedim, bilmiyorum:)) Yanarım yanarım, tangonun başşehri Buenos Aires'ten hiç bir şey alamadığıma yanarım. İnsan tangoyla veya La Boca semtiyle ilgili bir şey almaz mı?? Olmadı işte.
Ushuaia'ya vardıktan sonra akşam yemeğine kadar üç dört saat boş vakit verildi. Ama ne hata... Haber duyurulduktan on dakika sonra kimse odasında değilmiş. Ayşe'nin yalancısıyım ben. Doğrudur ama, zira gruptaki herkesle çeşitli zaman dilimlerinde şehrin tek ana caddesindeki hediyelik eşya dükkanlarında karşılaştım. Herhalde herkes de aynı şeyleri aldı....
O gün akşam yemeğini dışarda yemek istedim. Yoldan birinden tavsiye istedim. İyi ki verdiği tavsiyeye uymuşum.
Yemek yemekten, daha doğrusu tıkınmaktan resim çekmek bile istemedim!! Kaçıracağım önümdekileri falan sandım herhalde. Ama hepsi aklımda... tarife çalışacağım. Arif olan da anlayacak.
Gittiğim yerin ismi, La Rueda. Tipik Arjantin lokantası.
Vitrinde, nerdeyse bir metre çapında bir çukurun içinde kor ateşler var. Dairenin etrafına yukarı doğru şişler geçirilmiş. Her bir şişte kuzu, dana, tavuk etleri yan yana sıralanmış. Onlar böyle yavaş yavaş pişiyorlar. Bizdeki dönerin bir alem şekli....Ama bunlar dönmüyor, sabit. Ara sıra, o işle ilgilenen ahçı, diyelim kuzunun asılı olduğu şişi yerinden çıkarıp komple tersten takıyor.. Aynı alanda ama başka bir köşede de dört parmak kalınlığında sosisler kızarıyor....
Masaya oturuyorsun. Asla ve kata İngilizce bilmeyen bir garson - tıfıl bir şeydi - sana anlatıyor. İlginç, sen de anlıyorsun!!! Önce, mekanın orta bölümlerinde kurulmuş olan açık büfeye gidiyorsun. Orda da yok yok... Salatalar, peynirler, mezeler... Ben meze aldım. O yabancı dil bilmeyen çocuğu yanıma çağırdım, oğlum yaz şunların isimlerini dedim - Türkçe. O da onu anladı ve yazdı: Fionono, bunun ne olduğunu asla anlayamadım, ama çook lezzetliydi; Viltetone - soğuk et, beyaz soslu; Piates con oriollo - soğuk et, domates, soğan ve kırmızı dolmalık biber soslu. Bunlardan istediğin kadar alabiliyorsun.
Sonra sıra BBQ kısmına geliyor. Elinde tabak, o lezzet alanına gidiyorsun. Bir minik pencereden tabağını uzatıyorsun. Ve ne istediğini söylüyorsun. Adam, kendi dilinde bir şey diyor, sen anlayıp, iyi, orta ve az pişmiş diyorsun... O da tabağına istediğin şeyi o şişlerden kesip koyuyor. Az pişmiş istiyorsan, mesela üst kısımdan kesiyor gibi... Tabağın dolduktan sonra, kavanoz içindeki iki ayrı sostan da koyuyorsun veeee............Yutkundum!!!! Bunu da istediğin kadar tekrarlayabiliyorsun. Ben kuzuyla başladım; az danayla devam ve sosisle bitiremedim... Sonunda yerin kalırsa tatlı yiyorsun. Dokunamadım bile... Yanında da iki şişe kırmızı bira...
Yemeğin sonu bende şöyle bitti: Allah cezanı kaldırmasın ey Banu... Yer yüzünde, hele ki Afrika'da milyonlarca insan, çocuk açlıktan kırılırken, zıkkımın kökünü yeseydin!!!
Sonraki iki gün hâlâ tok olduğumdan nerdeyse hiç bir şey yiyemedim.
Dünyanın sonundaydım.
Arjantin'e ayak bastığımızda grup, ortalama olarak yüz Euro bozdurmuştu. İşte bu dördüncü günde benim cebimde hâlâ doksan beş Euro karşılığı Pezo olduğu gibi duruyordu. Nasıl yenmedi, niye beceremedim, bilmiyorum:)) Yanarım yanarım, tangonun başşehri Buenos Aires'ten hiç bir şey alamadığıma yanarım. İnsan tangoyla veya La Boca semtiyle ilgili bir şey almaz mı?? Olmadı işte.
Ushuaia'ya vardıktan sonra akşam yemeğine kadar üç dört saat boş vakit verildi. Ama ne hata... Haber duyurulduktan on dakika sonra kimse odasında değilmiş. Ayşe'nin yalancısıyım ben. Doğrudur ama, zira gruptaki herkesle çeşitli zaman dilimlerinde şehrin tek ana caddesindeki hediyelik eşya dükkanlarında karşılaştım. Herhalde herkes de aynı şeyleri aldı....
O gün akşam yemeğini dışarda yemek istedim. Yoldan birinden tavsiye istedim. İyi ki verdiği tavsiyeye uymuşum.
Yemek yemekten, daha doğrusu tıkınmaktan resim çekmek bile istemedim!! Kaçıracağım önümdekileri falan sandım herhalde. Ama hepsi aklımda... tarife çalışacağım. Arif olan da anlayacak.
Gittiğim yerin ismi, La Rueda. Tipik Arjantin lokantası.
Vitrinde, nerdeyse bir metre çapında bir çukurun içinde kor ateşler var. Dairenin etrafına yukarı doğru şişler geçirilmiş. Her bir şişte kuzu, dana, tavuk etleri yan yana sıralanmış. Onlar böyle yavaş yavaş pişiyorlar. Bizdeki dönerin bir alem şekli....Ama bunlar dönmüyor, sabit. Ara sıra, o işle ilgilenen ahçı, diyelim kuzunun asılı olduğu şişi yerinden çıkarıp komple tersten takıyor.. Aynı alanda ama başka bir köşede de dört parmak kalınlığında sosisler kızarıyor....
Masaya oturuyorsun. Asla ve kata İngilizce bilmeyen bir garson - tıfıl bir şeydi - sana anlatıyor. İlginç, sen de anlıyorsun!!! Önce, mekanın orta bölümlerinde kurulmuş olan açık büfeye gidiyorsun. Orda da yok yok... Salatalar, peynirler, mezeler... Ben meze aldım. O yabancı dil bilmeyen çocuğu yanıma çağırdım, oğlum yaz şunların isimlerini dedim - Türkçe. O da onu anladı ve yazdı: Fionono, bunun ne olduğunu asla anlayamadım, ama çook lezzetliydi; Viltetone - soğuk et, beyaz soslu; Piates con oriollo - soğuk et, domates, soğan ve kırmızı dolmalık biber soslu. Bunlardan istediğin kadar alabiliyorsun.
Sonra sıra BBQ kısmına geliyor. Elinde tabak, o lezzet alanına gidiyorsun. Bir minik pencereden tabağını uzatıyorsun. Ve ne istediğini söylüyorsun. Adam, kendi dilinde bir şey diyor, sen anlayıp, iyi, orta ve az pişmiş diyorsun... O da tabağına istediğin şeyi o şişlerden kesip koyuyor. Az pişmiş istiyorsan, mesela üst kısımdan kesiyor gibi... Tabağın dolduktan sonra, kavanoz içindeki iki ayrı sostan da koyuyorsun veeee............Yutkundum!!!! Bunu da istediğin kadar tekrarlayabiliyorsun. Ben kuzuyla başladım; az danayla devam ve sosisle bitiremedim... Sonunda yerin kalırsa tatlı yiyorsun. Dokunamadım bile... Yanında da iki şişe kırmızı bira...
Yemeğin sonu bende şöyle bitti: Allah cezanı kaldırmasın ey Banu... Yer yüzünde, hele ki Afrika'da milyonlarca insan, çocuk açlıktan kırılırken, zıkkımın kökünü yeseydin!!!
Sonraki iki gün hâlâ tok olduğumdan nerdeyse hiç bir şey yiyemedim.
Dünyanın sonundaydım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder