Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

8 Temmuz 2017 Cumartesi

Gürcistan'da Bir Yüzük Taşı: Ushguli

Avrupa'da kalıcı olarak oturulan en yüksek, 2200 metre, yerleşim. Svaneti bölgesinin simgesi olan kule evlerin olduğu yerleşim. Orta çağ şehirlerinin taş yapısına yakışan olağanüstü güzellikteki dağ manzaralarının eşlik ettiği Ushguli.

Bir gece öncesinden rehberimiz ayakkabılar konusunda bizi defalarca uyardı. Çamura dayanıklı olsunlar dedi. Sonradan atmak zorunda kalmayın dedi. Hepsini dedi. De, biz tam vakıf olamamışız konuya...

UNESCO Dünya Mirası Listesinde yer alan bu köyde yerel halk dünyadan uzak oldukları için, çevre ile uyum içinde yaşamakta, geleneklerini devam ettirmekte.

Kule evler, orta çağda işgalcilere karşı savunma amacıyla inşa edilmiş olup Svaneti köylerinin tipik yapısını temsil etmekte. Genel olarak 3 katlılar. Her hangi bir saldırı halinde, duvara dayanmış merdivenlerle üst katlara çıkıp, merdiveni de yukarı alıyorlarmış.

İlginç, değişik, farklı.


Tipik bir köy evi.


Kule evler.



Çitler... Çok severim.


İlk durağımız Kraliçe Tamar'a ait kule ev.

Gürcistan Krallığı'nı 1184 - 1213 yılları arasında yöneten ünlü kraliçe Tamar'ın Svan olarak da söylenen kışlık evi. Svan'ın kelime anlamı, halkın önemli konuları konuşmak, sorunlara çözüm aramak için toplandıkları yer.

Bina aslında birbirine bağlı ve taş duvarlarla örtülü 4 kule ve 1 kiliseden oluşuyormuş. 1 kule ve kilise dışında kalan yapılar 1930'lu yıllarda Sovyet rejimi tarafından yerle bir edilmiş. Yıkılan taşlar bugün orada yaşayan köylülerin evlerinin yapımında kullanılmış.

Kraliçe Tamar'ın kraliyet dönemi Gürcistan'ın Altın Çağı olarak bilinir. Krallar Kralı ve Kraliçeler Kraliçesi olarak isimlendirilmişti.


Tepeden 12. yüz yıla dayanan geçmişiyle Lamaria Köyü.


Taş, nehir ve yeşillik


Kıpkırmızının dayanılmaz güzelliği



Lamaria Kilisesi


Kilisenin bahçesinde bir mezarlık. Şamanizm etkilerini gözlemlemek mümkün.


Baş ve pantolona rağmen bacaklar örtündü.


Kilisede bağımsız bir bölüm.


Zirvede çanlar kimin için çalıyor?

Kiliseden sonra öğlen yemeğini alacağımız eve kadar olan kısa mesafeyi yürümeye çalışırken rehberimizin ne demek istediğini o kadar iyi anladık ki...

Yol yok. Her taraf çamur. Rusların döneminden kalma kamyonların geçtiği ara sokaklar lastiklerden dolayı derin izlerle dolu. Sürekli akan bir su yolunun içinde bir sol tarafta, bir sağ tarafta, aniden yol ortasında yürürken bulduk kendimizi. Alt yapı var mıdır, yok mudur fazla irdeleyemedik. Ama bu arada hemen evler satın aldık, hemen doğalgaz getirip doğayı anında tahrip etmeyi hiç ihmal etmedik. Doğalgaz demişken, buralarda kışlar o kadar sert geçiyormuş ki, halkın ısınma giderleri devlet tarafından karşılanıyormuş. Zaten topu topu bir okulun sadece bir sınıfını doldurmaya yetecek kadar insan yaşıyor.


Çok hoştu.  



Tipik köy görüntüleri.



İlk bakışta köpek zannedip, anam da diye hamle etmişken yavru domuz olduğunu anladığım an.


Karlı dağlar, zirveler, köyde yaşam.

Geri dönüş vaktimiz geldi.

Ama önce, bu gezide birlikte olduğumuz bir seyyahın yolladığı maili onun da izniyle paylaşmak istiyorum.

Banu'nun ve Nurdan'ın
fotoğraflarından sonra ben 
ilk aklıma geleni 
yazayım dedim.
Sevgiler hepinize.

Hani diyorlar ya okudum, anladım, adınız soyadınızı
yazın imzalayın diye.  
Evet gittim, gördüm, dinledim, soludum ama sanki 
tamamlanmış bir şey vardı Mestia'da.
Halâ daha yazılmamış kayda alınamamış Svan dili ile 
polyphonic şiirler ve Tiflis'te
müzede de gördüğümüz antik arp benzeri changi ve diğer
yaylıların gücünde takıldım kaldım ben.  Dedim ya "bitmemiş 
ne var" oralarda.  Sonra buldum galiba Mestia halkı ile sohbet olamadı.
Konuşamadım.
Çamur, ırak olma, irtifaya inat zıtlığında nesillerden
nesillere aktarılan farklı sanat, onun verdiği özgürlük,
Pilpani, dünya ile dialog ama öz güven ve
kişilik.  Her şeye rağmen korunmuşluk.  Sonuç UNESCO.
Bana Mestia dense kuleler,  polyphony, güler yüzlü
insanlar, chacha şişeleri, yaylılar, folklor derim.
Bir daha giderim ama yanımda fazla zaman götürerek,
Gürcüce bilerek, çamuru, buğdayı, dert etmeden
yürüye yürüye insanlarla selamlaşıp konuşup, her köşeden 
gelen sesi dinlemek şartı ile.

Adamlar bütün güçlüğe rağmen varlar.  Hep oradalar.  Bravo.




Bu mezarlar da sadece Svaneti bölgesine özgü. Üstleri kapalı olmasının 1/2 nedeni var.
Bir tanesi, Şamanizm'e bağlı olarak ölenin ruhunun tabiat olaylarından ötürü rahatsız edilmesini önlemek.
Bir diğer sebep de, ölü yakınları ciddi ciddi o çatının altında yemek yiyip meyve suyu falan içiyorlar. Yani yine doğa olaylarından etkilenmemek için yapılmışlar.


Hepsinin üstü örtülü değil. Böyle açık olan da mevcut. Sağ tarafta sehpanın üstünde bir tabak...



Bunda da bir bardak. Yarısı dolu...

Aynı yoldan Mestia'ya geri döndük. Grup Etnografya Müzesi'ni gezmeye gitti. Ben gittim mi sizce:))

İlginç bir gündü. İlginç bir yerleşimdi. Bence gezinin ilk yüzük taşıydı. Sonraki günlerde bu taşlar çoğaldı.

E hani kilise diyenler olursa... Yakında... çok yakında. Bana 2 yıl hiç bir kiliseye ayak bastırmayacak kadar çok miktarda hem de.

Diğer yerleşime kadar iyi kalın, sağlıkta kalın.

Svaneti Bölgesinde Zugdidi, Mestia

Batum'dan ayrılıp 5 gün sürecek efsanevi Colchis Krallığı'nın bölgesinden geçmek üzere yola çıkıyoruz..

Svaneti diye adlandırılan bu bölge ülkenin tarihi değeri olan yerlerinden biri olup, Svanlar da bölgenin yerli halkıdır. Svaneti, 3.000 - 5000 metre yüksekliğiyle Avrupa'nın en yüksek yerleşim bölgesi. Gürcistan'ın en yüksek dağı olan Şhara (5201 metre) burada.

Batum kimseye cazip gelmedi, nasıl gelsin ki??


Öğle yemeğini alacağımız Mingrelya Bölgesi'nin ana şehri olan sevimsiz Zugdidi'ye varmadan önce yollar, ormanlar, dağlar ve sular.


Fotoğraf çekmek hiç bu kadar keyifli olmamıştı. İstediğimiz yerde foto-mola verildi.


Böyle aniden kendini gösteriveren bir zirve.


İhtiyaç molalarımız için hiç 2 saatten fazla beklemedik. En uygun yerlerde duruldu. İşte onlardan birinde gözüme çarpan arı kovanları. Demir ayaklar üstüne konulmuş olmaları ilginç geldi.


Yollar... Bu bölgede fena değildi. Tek şerit, bol viraj ama kabul edilir cinsten yollar. Butan'daki yollarda ruhunu teslim etmiş bana göre harikalar!!!!


Bu manzaralar eşliğinde gide gide varacağımız yerin Zugdidi şehri olması ciddi bir talihsizlikti.... Ama  başka çaresi yok...

Vaktimiz bol olduğundan hemen Dadiani Sarayı gezildi.

Bu Dadiani ailesi Napolyon Bonaparte ile bir şekilde dünür olmuş. Saraydaki batı tarzı esintiler kendini hemen belli ediyor. Fotoğraf yok. Ben malum, girdim ve çıktım... Hiç bir müzeyi tam olarak gezmediğimi peşinen yazayım. Hatta kimine - çoğuna hiç girmedim bile!! Sıkılıyorum, ne yapayım.

Zugdidi'de öğlen yemeğimizi yedikten sonra Mestia'ya (Yukarı Svaneti Bölgesi) doğru benzer manzaralar eşliğinde yola devam ediyoruz.

Deniz seviyesinden 1800 metre yükseklerdeyiz.

Şu Ushguli olmasaydı, Mestia'nın esamesi bile okunmazdı... Yatsınlar kalksınlar dua etsinler....

Kaldığımız otel kötüydü. Ama orada konaklayabileceğimiz bir yer bulmamıza bile şükretmemiz gerekiyor. Benim kaldığım oda geç bir saat olmasına rağmen, temizlenmemişti. Bir önceki müşterinin yatağı olduğu gibi duruyordu.  Yemek kokusu her tarafa sinmişti. Odalarda yerler yamuk, yataklar sert, perdeler kapanmıyordu!!! Hoş, gerlerde kalmış birine çok lüks gelebilir... Yineleyeceğim, otel bulabildiğimiz için şanslıydık... 2 gece buradayız!!!

Yemek öncesi sadece o bölgeye özgü polifonik müzik yapan bir grup otele gelerek bize mini bir konser verdi. Polifonik, çok sesli müzik anlamını taşıyormuş. Çok eskilerden kalma miras olduğundan, UNESCO Devam Ettirilen Miras listesine alınmış. Son derece ilginçti.


Geceyi yarı uyuyarak, yarı uyumayarak geçirdikten sonra sabah Ushguli'ye gitmek üzere 4x4 araçlarımıza binip zirveye tırmanmak üzere otelden ayrılıyoruz.

Gürcistan gezisinin ilk yüzük taşlarından biri olan o yerleşimi ayrıca yazmadan önce yoldan manzaralar.


Çok güzeldiniz.


İlk kule evler.... Onların hikayeleri yarın



Memlekete bahar yeni geliyor


Geçmişleri 11ci yüzyıla dayanan kule evler.


Sağlı sollu akıntıların olduğu nehirler, ahşap köprüler, çitler...  hiç sevmem bunları fotoğraflamayı!!


Yolda karşımıza çıkan son 2 örneği de gördükten sonra işte Ushguli karşımızda...

Bir sonraki yazımda....

İyi kalın, sağlıkta kalın..


Gürcistan'a Giriş Yazısı

3 yıl evvel bir arkadaşımla Tiflis ve Batum'u gezmiş, çok hoşumuza gitmiş ve fırsat olursa ben yine gelirim demiştim. Fırsat oldu, denk geldi, çok daha kapsamlı bir Gürcistan ve Ermenistan turunu tamamlayıp geri döndüm.

Batum'da başlayıp Mestia, Ushguli, Zougdidi, Kutaisi, Gori, Tiflis, Misketa, Kazbegi, Tiflis'den Ermenistan sınırında biten 2000 kilometrelik yol yapmışız. Yani ülkenin kuzey batı etabını dolaştık.

Gürcistan'da büyük şehirlerin dışında yollar kötü. Batum ve Tiflis'de hayat hızlı akarken, ufak yerleşimlerde çağ öncesinde hissediyorsunuz kendinizi.

Batum'u uzun uzun yazmayacağım; önemli bir özelliği Gürcistan'ın özerk cumhuriyeti Acara'nın başkenti olması. Türkiye sınırına 20 kilometre mesafede yer alıp, Sarp Sınır Kapısının açıldığı yerdir.

Fotoğraflarla kısa bir Batum turu.

Botanik Bahçesinden şehir.







Şehirde modern, hatta ultra modern binaları peşpeşe görmek mümkün.



Ali ve Nino heykeli şehrin simgeleri arasında yerini almışlar.

Ülkede dolaşırken nehirler, irilili ufaklı şelaleler, dağlar, zirveler ve bulutlar bizi hiç yalnız bırakmadılar. Yeşilin her tonunu gördük.




Enguri nehrinin birleştiği noktada sağdan akan sular temiz, soldan gelenlerse çamurlu....


Genelde yollar böyle. Daha kötüsü de vardı, biraz daha iyisi de.



Ülkede üniversiteye kadar eğitim masrafları devlet tarafından karşılanıyor. Lakin lise sonrası paralı. Oldukça da pahalı. Asgari ücret 300 Euro iken aileler çocuklarını üniversitede okutmakta zorlanıyorlar.

Ancak, Gürcistan Avrupa ülkelerine vizesiz girme hakkına sahip.... En fazla 3 ay da kalabiliyorlar. Buna güvenerek, öğrenciler yurtdışına gidip oradaki üniversitelerden tam burs kazanmaya çalışıyorlar.

Bir gün Avrupa Birliğine tam üye olacaklarından eminler. O kadar ki, kendi bayraklarının asılı olduğu her yerde bir de Avrupa Birliği bayrağını göndere çekmişler.

Emekli olan ve yabancı dil bilen insanlar yaşamlarını devam ettirebilmek için devlet ve özel müzelerde tercüman olarak çalışmaya devam ediyorlar. Çalışkanlar, hiç gocunmuyorlar.

Gürcü şarapları ciddi bir yükselişte. Bu işe çok emek veriyorlar. Kendi çaplarında üretim ve ihracat potansiyeline sahipler.

Ermeniler gibi Gürcüler de şarapçılığın ilk kendi ülkelerinde ortaya çıktığını iddia ediyorlar. Buluntular Gürcistan'ı gösteriyor.

Şaraplarıyla ilgili hoş bir hikayeleri de var: Zengin bir Gürcü şarap üreticisi son derece düzgün görünümlü, dil bilen 4/5 adamını Paris'e yollar. Bunlar her gece şehrin en lüks lokantalarında rezervasyon yaptırırlar. Sıra şarap seçimine geldiğinde, patronlarının ürettiği şaraptan isterler. Tabii ki yoktur o istedikleri. Böyle gibi bir mekanda bu şaraplar nasıl olmaz diye de epey bir söylenirler. Bu haber kısa zamanda yayılır.. Ve sonuç, şarap ithal edilir...  Reklamın iyisi kötüsü olmazmış.

Gürcü mutfağı bana göre zor sevilir. Kişniş ağırlıklı. Sebzeler püre halinde servis ediliyor. Hele ki pirinç unundan yaptıkları bir bulamaç var ki.....


Kişnişli fasulye.


Nerede bizim dolmalar.....


Yeşil olanlar kişnişli ıspanak püresi. Ben bir tek patlıcanlı karışımı sevdim. Cevizle başka bir şeyi karıştırıp üstüne koyuyorlar.


Salataları lezzetliydi. Domatesleri 4'e bölüp koyuyorlar. İçindeki bütün parçalar kocaman kocaman. Sosu da lezzetliydi.


Salatalık turşusu ve yanında hayatımda adını duymadığım bir ot.


Pirinç unundan yapılan bulamaçları. Bu her sofranın olmazsa olmazı. Kimi zaman arasında kocaman bir dilim peynirle servis ettiler. Bizdeki mıhlamanın karşılığı Gomi, yani mısır polentası. Ismini hatırlatan gezgine teşekkür ediyorum


Yine o bulamaç üstü sos... Ne olduğunu anlamadım; Çerkez Tavuğu diye sevinmiştim....


Ve de tatlıları.

Gürcistan zengin bir ülke değil. Ancak Karadeniz'e bağlantısı, liman şehirleri, petrol boru hattı ülkeye biraz nefes aldırıyor. Büyük endüstrileri yok.

Büyükbaş hayvancılık göreceli olarak gelişmiş.

1990 yılına kadar Sovyetler Birliği'ne bağlı kalmış. Bütün ülkede mimari bağlamda etkisini gözlemliyorsunuz.

Gürcü'lerin büyük çoğunluğu Ortodoks Hristiyan olup Gürcistan Ortodoks Kilisesi'ne bağlılar.

Sanırım giriş yazısı için yeterli bilgiler verdim. Artık yerleşim bazında anlatmaya başlayabilirim. Keyifli okumalar. Umarım beğenirsiniz.