Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

29 Nisan 2014 Salı

Bilbao

İspanya'ya ilk kez Bilbao'dan ayak bastım. Öyle denk geldi.

Ünlü Valencia'lı mimar Calatrava Santiago tarafından inşa edilmiş modern Paloma hava alanı tahmin edilenden çok daha küçük.

Ben bu modern sanattan gerçekten hiç bir şey anlamıyorum. Bilenler, anlaman gerekmiyor, keyfini çıkarmaya bak, diyorlar. Ancak olmuyor. Bu Calatrava ismini de verdiği üzere hava alanını beyaz bir kuş biçiminde inşa etmiş. Bir de üstelik kanatları da açıkmış. Ne kuş görebildim, ne de açık kanatlar. Her önünden, yanından geçtiğimizde sağdan, soldan inceledim, yok, göremedim. Burada mimarı mı yalancı çıkaracağım yani... Ben anlamıyorum.



Yukarıdaki fotoğraflar bana ait değil. Google'dan indirdim. Okuyanlar arasında bunu kuşa benzeten var mı?



Bir başka Calatrava örneği; Malmö'deki bu gökdelen 2009 yılında tarafımdan çekilmişti.

Her Avrupa ülkesinde yaşanan olası terörist muamelesi buradaki gümrükte de başımıza geldi. Pasaportlarımız gereğinden uzun incelenip kontrol edildikten sonra içeri bırakıldık.

Bilbao, bir liman şehri olarak 15 Haziran 1300 yılında Diego Lopez De Haro tarafından kurulur. Şehir, İspanya'nın Bask özerkliğine son verildiği XIX. yüzyıl Karlist Savaşlarından sonra yakınlarındaki zengin demir madenleri sayesinde yaşanan sanayi devrimi ile büyük bir ekonomik üstünlük kazanır. Ancak 1970-1980 yılları arasındaki büyük ekonomik kriz sırasında çok sayıda fabrika kapanır. 1979'da Bask bölgesine özerklik statüsünün iade edilmesi ve İspanya'nın 1986'da Avrupa Birliği'ne girmesiyle bu eski sanayi şehrinde büyük bir değişim yaşanır. Sanayi şehrinden modern, sanatsever, yaşam kalitesi çok yüksek bir şehre dönüşür. Bunun için ilk adımı da Guggenheim Müzesi'ni kurmaya karar vererek başlar.

Bu çerçevede Guggenheim Vakfı'na başvurulur; istekleri kabul edilir ve Frank O.Ghery tarafından tasarlanan müthiş görsel 1991 yılında atılan temelinden sonra 1997 yılında açılır. ABD'li bir vakıf olan Solomon R. Guggenheim Vakfı'nın beş müzesinden biridir.

Müzenin isim hakkı Guggenheim Vakfı'na, müze binası Bilbao'ya ait.

Kıvrık ve dalgalı titanyum ve cam kullanımı sayesinde müze içinde yapay ışık yok denecek kadar az.





Müzenin 3 katta toplam 19 galeriden oluşan içi de en az dışı kadar olağanüstü. Bu galerilerden 130 metre uzunluğunda ve 30 metre uzunluğunda kolonsuz olarak inşa edileni sergi ve work shop alanları olarak kullanılmakta.

Biz oradayken en üst katta Yoko Ono'nun hayatından kesitler sunan bir sergi vardı. Klasik sergi düzeninin çok ötesindeydi!! Öyle çerçeveler içine alınmış kıyafetler, notalar, el yazıları falan yoktu. Ama bir merdiven, yanında sallanan bir ayna vardı mesela... Bu çok önemliymiş. Merdivene çıkıp aynaya baktığında, aksinde "YES" okunuyormuş. Herhalde öyledir; çıkıp bakamadım!! Lennon çıkmış, görmüş ve evlenmeye karar vermiş. Öyle diyorlar.... Büyük boyutlarda fotoğraflar.. Lady Gaga piyanoda, bu 80 yaşında göğüsler ortada şarkı söylerken bir video... biraz daha genç yaşlarındayken çekilmiş bir başka film.. çırılçıplak uzanmış, üstünde bir böcek dolanıyor...  Herhalde okurken bile seyrettiklerimden ne kadar zevk aldığım anlaşılıyordur!!!


Bilbao sokaklarında serginin tanıtım afişleri.

İçeride özellikle sergi alanlarında fotoğraf çekmek kesinlikle yasak olduğundan gösterebilecek bir şeyim yok.

Aşağıdaki fotoğrafları bir ara katta çekebildim. Metrelerce yukarıdan aşağıya doğru boşlukta sallanıyorlardı.






Orta katta ise bir başka sergi vardı. Kocaman bir salonun ortasında tepeden sarkan bir balık ağı, içinde de bir top. Şimdi nedir bu yani?? Ne elletiyorlar, ne fotoğraf çektiriyorlar. Ama yan salonda, aynı sanatçının yine balık ağlarından yapılmış oyun bahçesi gibi bir eserinin içinde çocuklar dolaşıp duruyorlardı.

Yok, çağdaş sanat bana göre hiç değil. Beni deli, sinirlerimi de alt üst ediyor... Bir tek mimaride hoşlanıyorum.

Müzeye giriş de bir başka ilginç. Bugüne kadar hiç bir müzeye inerek girmedim!! Güven duygusuymuş. Sarıp sarmalıyormuş. Bu da yeni bir trend galiba.. kaldığımız otele de inerek girdik. Beni fazla etkilemedi, ama değişik geldi. Girerken iniyoruz, çıkarken çıkıyoruz!!!

Jeff Koons tarafından tasarlanmış dev boyuttaki köpek müzenin önünde gelenlerin ilgi odağı. Yılda iki kere çiçekleri yenileniyormuş.



Bir söyleme göre, müze bu yavru köpeğin klübesiymiş :))


Yine bir Jeff Koons tasarımı laleler.

"21 Ocak 1955 doğumlu Jeff Koons, paslanmaz çelikten ayna yüzeyli balon hayvanlar gibi sıradan nesnelerin reprodüksiyonlarını üretmekle tanınır. Hem New York City'de, hem de doğum yeri olan York, Pensilvanya'da yaşamakta ve çalışmaktadır.

Balon Çiçek adlı eseri, 30 Haziran 2008 yılında Christie's Londra'da yapılan bir açık arttırmada, yaşayan bir sanatçının eseri için verilen en yüksek fiyata - 12.9 m Pound - satılarak bir dünya rekoru kırdı."

Müzenin arkasındaki yürüme yolundaysa bronz Maman - örümcek, Louise Bourgeois serisine ait. Yine dev boyutlarda yapılan bu örümceğin altına girdiğinde güven, karşıdan baktığında korku duyuyormuşsun. Denemedim....


Aslen Kanadalı olan Louise Bourgeois'in Ottawa Modern Sanatlar Müzesi önündeki örümceği 2010 yılında tarafımdan çekilmişti.

Bilbao'da dört gün boyunca Miro Hotel'de kaldık. Modern ve minimal düzenlenmiş bir design oteldi.

www.mirohotelbilbao.com

Gözüm kapalı tavsiye ederim.

Bilbao küçük ve düzenli bir şehir. Metrosu var; ancak nüfusu yaşlı olduğundan insanlar otobüsü ve hızlı tramvayı tercih ediyorlar. Bu yaşlı nüfus yürümekten de fazla hoşlanmadığından olacak, her 50 metrede bir trafik lambaları var... Işıklarda beklemekten, hareket edemiyormuş gibi bir hisse kapılıyor insan. Bu yüzden araba sürücüleri harekete geçtiğinde olabildiğince fazla trafik lambası atlamak istediklerinden, kazara karşıya geçmek isteyen insanları ezip geçerlermiş. En çok bu konuda uyarıldık....



Sir Norman Foster tarafından 1988 yılında yapılan Bilbao Metro istasyonları. Modern mimarinin bir başka örneği.

Şehri dolaşırken Gotik ve Art Nouveau binaların arasında, karşısında, yanı başında ultra modern yapılarla veya sanat eserleriyle karşılaşmak başta çok şaşırtsa da, sonraları alışıyor ve bu bir sürü benzemezin oluşturduğu sonuçtan mutlu bile oluyor insan.

Şehirden ortaya karışık örnekler.






Burayı ilk gördüğümde, herhalde tamirat var, diye düşünmüştüm. Ama hayır, doğal bir duvardı.


İki bina sonra yukarıdaki yer alıyordu.


Her sokak başında bu ve benzerleri...


En favorilerimden biri :)





Kendilerine ait bir devlet dairesi olarak işlevini sürdüren bu bina da en etkilendiklerimin arasında yerini aldı.



Bir başka köşe başı manzarası. Üstelik oturabiliyorsun da. Masanın bir ayağına lütfen dikkat.

Niye tek başına seyahat etmenin çok güzel olduğunu kanıtlayan en iyi örnek... Aşağıda fotoğraflarla anlatmaya çalıştığım yerin asıl özelliklerini ancak memlekete döndükten sonra, oradan aldığım kitaptan öğrendim. Eğer yalnız olsaydım, aşağıdaki mekanda en az yarım gün geçirir, bir kapısından girip diğer kapısından çıkmazdım.

Bir asır önce yerel mimar Ricardo Bastida tarafından inşa edilmiş bu şarap toptancı merkezi, 1999 yılında Bask hükümeti tarafından, "Asset of Cultural Interest" adı altında tanıtılan ve Fransız tasarımcı Philippe Starck tarafından bir kültür merkezine dönüştürülmüş.

43000 metre karelik alanda yüzme havuzu, fitnes merkezi, sergi alanları, sinema salonları, kütüphane, lokantalar var.


Girişin hemen üstündeki bu yerin "yüzme havuzu" olduğunu İstanbul'da öğrenmemiş olsaydım, bu tek fotoğrafla kalmazdım. Her açıdan çeker de çekerdim. Rehberimiz büyük olasılıkla söyledi, ama duymamışım. Yeterince vakit geçirmediğime üzüldüğüm yerlerden birisi oldu Alhondiga Binası. Bir dahaki sefere diye umuyorum.

Aynı yerden fotoğraflara devam.

 




İçerideki her bir sütun farklı biçim ve renkte. Ayrı dönemleri anlatıyormuş.


İdari binalar


Sinema, tiyatro bölümlerine iniş...




Alandan çıkar çıkmaz sizi karşılayan minik fıskiyeli havuz ve şapkalı "abajurlar".

İki farklı vitrin düzenlemesiyle Bilbao merkezi bitirip bir sonraki yazımda Casco Viejo - Eski şehir ve yemek kültüründen bahsedeceğim.



Bu bina işlevselliği açısından ışığın en yanlış kullanıldığı yerlerden biriymiş. Sebebiyse bir kitapçı dükkanı olması. Güneş ışığı kitapların dokularını bozuyormuş. Çok yakında kapanacağını tahmin ediyorlar.

Ancak ben bu fotoğrafı bahane edip, "not selfie, but shelfie.." diye bir grubun içinde olan tanışıma buradan sevgilerimi yollamak istiyorum.

Diğer yazıma kadar iyi kalın, sağlıkta kalın.


ÖNEMLİ NOT: Yazılarıma yapılan yorumlardan her zaman haberdar olamıyorum. Ama okuduğum an yanıtlıyorum. Bu gecikmeden ötürü peşinen özür dilerim.


20 Nisan 2014 Pazar

Alaçatı'da Bir Sedirli Ev Var

Küçük Oteller kitabının önerisi üzerine üç yıl önce gittiğim Alaçatı Sedirli Ev, yılda en az bir kez olsun uğramak istediğim yerlerden biri oldu.

Sahibesi ve işletmecisi olan Zeynep, tek başına gerçekten çok keyifli bir iş kotarmış. Son yıllardaki popüler söylemle, kendinizi evinizde hissedeceksiniz, bu mekana cuk oturmuş. Burası ev havasında falan değil; tam bir ev. Bütün eşyalar ya aileden kalma, ya da antikacılardan toplanma.



Dış kapının önüne konulmuş iki adet sobanın saksı olarak kullanımı.


Giriş kapısının içeriden görüntüsü. Askılıkta şapkalar, şemsiyeler; kapı üstü rafında camlar....

Sonra kendinizi büyük, boydan boya camla kapanmış aydınlık bir salonda buluyorsunuz.






Gürül gürül yanan ve çok iyi çeken bir şömine. Bahar aylarında akşamları üç odun atmak iyi geliyor. Hem görsel hem de sıcaklık olarak.

Mekan sahibinin topladığı objeler salonun her köşesinde konular halinde toplanmış; kimileri duvarlarda, kimileri sehpa üzerinde.


El işi keseler



Bir bu kadar kaşığın daha varlığından söz ediyor...



Porselenler, bakırlar


Kendi kafasına göre çalışan saatler....



Kim bilir kime aittiler


Şömine üstündeki duvarda kapı tokmakları, kilitler, anahtarlar.


Otelin alt katında iki, üst katında ise beş odası var. Her odanın ismi ve dekorasyonu farklı.


Benim konakladığım odadaki takım annesinden kalmaymış. En az bir asırlık olduğunu söyledi. Duvardaki zeybek kıyafeti babasına aitmiş.


Rahmetli babasının o kıyafetli fotoğrafı da odanın bir duvarını süslüyordu.


Odanın cumbalı kısmında bir avize.


Odanın birinde cumbalı bölüme konulmuş kanepe


Yatak başına asılmış eski bir güzellik.




Bunlar ve daha niceleri.....


Giriş katında, kemerli duvarın arkasında uzun masası. Dışarıda oturulamayacak havalarda kahvaltı bu masada hep beraber ediliyor. Reçellerinin kendi yapımları olduğunu yazmıyorum bile!! Uzun masa, uzun sohbetler, uzun bir kahvaltı, ve uzun akşam yemekleri.


Kütüphanedeki kitaplar arasında sevgili Püren'imin iki çevirisini görmek beni çook mutlu etti.




Havuz kısmı, bahçe, çardak, Zeynep'in kendi elleriyle hazırladığı harika Mochito; 5 o'clock tea ve beraberinde verdiği ev yapımı tatlı, tuzlular..


Karşı duvarda gezilerde çekilen fotoğraflardan demet demet örnekler.


Yazlık barı, yazlık uzun masası....



Yaz mevsiminde kahvaltı verdiği havuz başı takımları


Her yıl çiçek veren kaktüs

Sedirli Ev oda&kahvaltı bazında çalışıyorsa da, her gün mutfaktan Ege usulü bir şeyler çıkarıyor.

Geçen yılki Ot Festivali esnasında ilk kez denediğim "enginar dolmasını", ahh, olsa da yesem diye söylediğimde akşam önümde buldum....


Üstelik tarifini de verdiler...

Belli bir yaşın altında çocuk kabul etmeyen Sedirli Ev, Tripadvisor tarafından üç yıl üst üste Travellers' Choice seçilmiş. Özellikle yurt dışından gelen müdavimleri varmış.

İnanılmaz keyifli geçen Alaçatı Uçurtma Festivali'ne büyük destek veriyor.





İki yıl önceki festivalden makineme yakalanan onlarca kareden bir kaçı.

Alaçatı'nın mahşeri kalabalığına karışmak istemeyenlere - sadece beş dakikalık yürüme mesafesinde, dinginlik, huzur, sessizlik arayanlara gözüm kapalı önerebileceğim bir mekan.

Ki, otelin kapısından dışarı adım attığınızda Cumartesi günleri kurulan pazar tam sağınızda...

Çarşıya inip kalabalığa karışayım diyorsanız yol sizi eğlenceli ayrıntılar eşliğinde meydana götürüyor.


Bu zile basıp kaçmak istedim. Tıpkı çocukluğumdaki gibi...


Sezon hazırlıkları, hazırlıkları....


Hani hepimizin kırmızı panjurlu evi olacaktı...




Bu çiçeklerin plastik olduğunu görünce inanılmaz hayal kırıklığına uğradım.


Kırmızı karıncalar duvarlarda... Yıllar önce bir film izlemiştim; Yeşil Karıncaların Düş Gördüğü Yer; bana onu mu anımsattı ne..


Burası bir ev olsa, akşam serinliği çöktüğünde konu komşuyla çay içip, çekirdek çıttırdatıp, dedikodu yapılsa diye içimden geçirdim.



Bu kapı favorim.


Burada da yapılaşma çok. Ancak, en azından şimdilik, mimari doku bozulmamış. Betonarme, yüksek binalar ortada yoklar. İnşallah da olmazlar.
Alaçatı artık Çeşme'nin bir mahallesi olmuş. Belediyesi kapatılmış - belediye kapatılmaz ki... ne demem lazım acaba...Belediye feshedilmiş? Sanki daha iyi. Doğru kelimeyi, fiili bulduğumda bütün bu yazdıklarımı sileceğim. Şimdilik idare edile lütfen :)


Yolunuz o taraflara düşerse, otelinde konaklamasanız bile, bir çay içmeye, sohbet etmeye uğrayın derim. Üstünde önlüğüyle size her yıl kış mevsiminde en fazla üç kişiyle yaptığı gezilerini - geçen yıl üç ay Latin Amerika, bu yıl bir ay Katmandu, Nepal, Birmanya - keyifle anlatacaktır.

Çok kısa ve net yazdığı halde yoğunluktan bir türlü tamamlayamadığı gezi blogundan da söz etmem gerekir:
www.alacatiligezgin.blogspot.com

Benden de selam götürürseniz sevinirim.

İyi kalın, sağlıkta kalın.....