Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

30 Eylül 2016 Cuma

Butan

30 Eylül 2016 itibariyle Butan'dan döneli 9 gün oldu. Durup durup kendime sinirlenmekten bir türlü vazgeçemiyorum. Sonunda bugün ruhumu dinginliğe kavuşturacak formülü buldum sanırım: Ben büyük bir kötülük yapmış olmalıyım ki, cezam Butan oldu!!!! Tam bir faciaydı.

Balık baştan kokar misali, program içler acısıydı. 9 gün boyunca düz bir çizgi üstünde gidip geldik. Son tahlilde 4 şehir gördük ama. Benim bildiğim, gezilerde bir dairenin etrafında dolaşılınır. Aynı yoldan gidilip dönülmez. Üstelik, gidilen yollar yol olmaktan çıkmışsa, 150 kilometrelik bir mesafe 10 saatte alınıyorsa, yol heyelan sebebiyle çökmüşse, kayalar dağlardan pıtır pıtır tepemize düşmek üzereyken yol almaya çalışıyorsak o gezi baştan kötü demektir. Bir zafiyet göstergesidir. Özürle geçiştirilecek bir durum söz konusu olmaz. Yerel acentanın, henüz vakit varken durumu bize bildirip yeni program sunması gerekirdi. Ve bizler bu yol dışı yollarda net 3 gün geçirdik. Normalde 4/5 gün sürecek bir geziyi 9 günde tamamladık.

Peki biz niye farketmedik? Nefes kesen manzaralar eşliğinde - programda böyle yazıyor - bilmem ne vadisinden geçip x tapınağı ziyaret edilecek. Dönüşte yine olağanüstü manzaralar eşliğinde - ben programın yalancısıyım - y tapınağına varılacak. Beni bu x ve y karıştırdı. 2 farklı istikamet sandım. Diğerlerine güvenmiş olmalıyım.

Gezmemiz gereken çok güzel demir köprü bizim varmamızdan 1 gün önce kullanıma kapatılmış. Hep bizi mi buldu bu kapanışlar?? Yol kapanır, köprü kapanır....  Bunu öğrenmek çok mu zor iştir? Bir tapınak geziyoruz, kapı duvar. Yan merdivenlerden, bariyerleri aşarak içeri giren 8 kişi. Orada bilmem kaç kollu Buda heykeli görülecek. Kapısı kilitli, kimse bulunamıyor. Yapmayın arkadaşlar... böyle turizm anlayışını ben kabul edemiyorum.

Tur liderine bayıldılar. Nazik, efendi, verici adam. Evet kesinlikle çok doğru. Doğru da, Butan'da kim kötü ki? Herhangi biriyle göz göze gelindiğinde hissedilen tek şey, bu bana hizmet etmeye hazır duygusu. Ve bir süre sonra beni çok rahatsız etti. Origami gibi kırılgan, hassas, nazik gençlerin kocaman bavulları sırtlayıp seke seke taşımalarına kahroldum. Erkekler tuvaletinde pisuvarın başında bekleyen bir arkadaşımız kafasını geri çevirdiğinde sadece 1 adım gerisinde bir Butanlının elinde havluyla beklediğini görüp dışarı çıkmışlığı da var. Henüz turistler tarafından ablukaya alınmamış - yılda 3000 turistin gelmesine izin veriliyor - suistimal edilmemiş, pırıl pırıl, nazik insanlar. Ve de çok iyiler.

Mutlu insanlar ülkesi... Ciddi mi?? %75i kırsalda yaşayan, hiç bir gelişim göstermeyen, gösteremeyen bir ülkede özellikle gençler arasında alkol tüketimi en büyük sorunlardan biri olarak kabul görüyor. Alkol etkisinde de kadınları dövme... Ciddi boşanma sebebiymiş. Tabii canım, insan mutlu olunca içer ve karısını döver. Çok normal... Yemen'de erkeklerin çiğnediği gat otunun bir başka türlüsü burada da kullanılıyormuş. Ben sadece bir kere gördüm; adamın ağzı kıpkırmızıydı. O da uyuşturucu... Mutluluktan çiğniyorlar herhalde.

Arkadaşlar, bu gerçekleri de yazalım, ama hala sevmeye devam edelim, ruhumuzu, kalbimizi de orada bırakalım, hiç karşı değilim. Ama hele bir belirtelim.

Gezdiğimiz 4 şehirde evler aynı, renkler aynı, işlemeler aynı. Bir tane Zong - İdare Binaları, tapınak
veya manastır görmek yetiyor. İsimleri farklı, şekil, şemal milimetrik aynı. Bulutlar bile 9 gün boyunca hep aynı hizada asılı kaldılar. Şaka gibi.

Herkesin kıyafeti aynı. Erkeklerin çizgili kumaştan sabahlık tipi kıyafetlerinden nefret ettim sonunda. Ha çizgili pijama, ha onların giydikleri. Altlarında da soket dize kadar çorap.

Çok sıkıldım. Ciddi sıkıldım. Avazım çıktığı kadar bağırmak istedim. Sonunda bir yerlerde "ben geri dönmek istiyorum" diyebildim. Maalesef, evet maalesef Butan'dan  Katmandu'ya uçak bulamadım. Ve bu aptal geziyi tamamlamak zorunda kaldım. Diyorum ya, ödenecek bir cezam varmış.

Yemekler.... evet aç kalmadık. Ama artık asker karavanası nedir diye sorsalar kesin bilir ve anlarım. Daha ne yazayım?

Bu girişten sonra bol bol tekrarlı fotoğraflarla devam edeyim. Sıkmaması dileğimle.






Makinemdeki tek maymun fotoğrafı bu. Bu yüzden de paylaşıyorum. İlk oldukları için çok sevdim, sonra onlardan da nefret ettim. 


Nadir beğendiğim görüntüler pirinç tarlaları oldu. İleride çok daha güzellerini gördük. Paylaşacağım.


Hayat felsefelerinden biri. Her yer pırıl pırıl ve mis gibi.




Başlarda pek beğendiğim ve fakat birbirinin aynısı olmaktan kurtulamayan pencereler. Buna rağmen çok fotoğraflamışım.




Yine ikiz, üçüz, dördüz tapınaklar, binalar...


Hiç değilse şu yuvarlaklar başlıklar tüm ülke çapında hardal sarısı olmayaydı. Yok... hepsi aynı sarıydı.




Safranbolu evlerine benzettik.


Her sabah aynı manzara. Çeşitli şehirlerde - yani o 4 şehirden birinde - bile bulutlar en ve boy olarak aynılardı...

,
Bir tezgahın önünde gördüm. Patlıcan olduğunu anlamam epey bir zamanımı aldı. Neden böyle kurutuyorlar, bilmiyorum. Tezgahtar kadın tam da o anda, kızının kafasındaki bitleri ayıklamakla meşguldü.... Soramadım, utandım....



Büyük bir Pazar günü pazarı. Yerel insanları görmek açısından ilginçti.


Köpekler hayatlarında çok ciddi bir yer tutuyor. Bu kadar çoğunu bir arada hiç görmemiştim desem yalan olmaz. Öldürmek, zarar vermek dinlerince yasak olduğundan hayvanlar da son derece uysal ve insancıllar. Ancak hatırı sayılır miktarda köpeğin arka bacaklarından birinin ya olmadığını, ya da sakat olduğunu fark ettik. Kendimce yorumum: bunlar sürüler halinde caddelerde,sokaklarda ve her tarafta serilip yatıyorlar. Özellikle virajları alırken gerçekten önünüze kimin çıkacağını tahmin edebilmek çok zor. Acaba ezildiler mi?



Yol üstünde gördüğümüz  yüzlerce haneden biri.




Dua bayrakları beni etkileyenler arasında yerlerini aldılar.
108 rakamı önemli. Tapınakların etrafını günde 108 kere tavaf ediyorlar. Ellerindeki büyük tespih veya belirli noktalara bıraktıkları taşlarla kaçıncı turda olduklarını hesaplıyorlar. Rehberimizin dediğine göre, sabah işe gitmeden önce sabah jimnastiği olarak da yapan çokmuş. Dua bayrakları da 108 ağaç kesilerek yapılıyormuş. Bu yüzden kral tarafından kısıtlama getirilmiş.


Her tuvaletin önünde asılı kumaş kapılar. Arkasında normal kapı da var. Öyle....


Çok güzel köprülerden geçtik.


Asma köprü.


Biz geçmeden bir gün önce kapanan demir köprü.


Rahip ve örtüsü


İbadet yerlerinden bir başkası






Pirinç tarlaları gerçekten çok güzellerdi. Biçmeye başlamışlardı.



Denk geldiğimiz bir ayin esnasında ritüellerine şahit olduk. Kadın erkek bir arada dua ediyorlardı.




Tamamen devlet destekli bir sanat mektebini de dolaştık. Ahşap işçiliğinden resme, resimden kumaş boyama, dikişe kadar her tür geleneksel sanatı uygulamayı öğreniyorlar.

Bu arada ilginç bir bilgi. Kral İngiltere'de okuduğundan İngilizceye çok önem veriyor. Okullarda öğretilen dil de bu. Ancak yeni nesil kendi dillerini konuşmayı ve yazmayı bilmiyormuş... Yeni bir uygulamaya geçmeyi planlıyorlarmış.




Dünyadaki en büyük Buda heykeli Butan'da. Yerli bir mimar tarafından yapılmış. 
Neden bütün Buda heykelleri, resimlerinde genç gösteriliyor diye sordum. Yaşlı yerine genç, sağlıklı olanlara daha çok inanılıyor diye dürüst bir yanıt verdi rehberimiz. Peki ya bilgelik dedim. Gülümsedi.
Çok bir şarkı sözü gibi oldu ama:)



Köpek olmasa  yukarıdakini herhalde fotoğraflamazdım....


Çok kötü bir fotoğraf ama, son anda içim burkularak çektim. Anlamı büyük.... Yıkanıp mandallanmış pelüş oyuncak ayı, ve kurutulmaya bırakılmış kırmızı biberler.....

Bu fotoğrafı görene kadar....


Bunların,


Bunların,


Ve bunların yaşları 12 ila 18 arasında değişen rahibe talebeler olduğunu tahmin eder miydiniz??


Kadın ve çiçek... ayrılmaz 2'li. Nerede olursan ol, ne yaparsan yap.


Ve ders yaptıkları sınıflar. Kaldıkları odaları da gösterdiler. Ama ben prensip olarak hiç bir yatak odası fotoğrafı paylaşmıyorum. İnsanların en özel yerlerinden biri olduğuna inanıyorum.


Ne olsa satarım dükkanı. Kedi de satılık mıydı acaba?


Terzi....


O kadar ilgimin olmadığı, asla öğrenmek istemediğim bir konu ki, şimdi yalan yanlış bir şeyler yazacağıma eminim... Buda'nın reenkarne olduğu veya Buda'dan sonra reenkarnasyon sonucu Hindistan'da yaşamış ünlü bir bilgenin doğum günü sebebiyle sadece arabalar böyle şıkır şıkır süslenmişti. Genelde balon bağlıyorlar. Balonlar patlıyor, yine şişiriyorlar... Bu arabanın sahibini kutlamak istedim. Olay yaratmış. Değişik bir şeyler ortaya çıkarmayı başarmış. 



Butan'da en çok neyi sevdin diye soracak olanlara.... İlk olarak aracımızı kullanan şahsı... Yani Dorji'yi. En olumsuz şartlarda dahi duruşunu hiç değiştirmeden, kendinden emin bizi o berbat yol kılıklı yerlerden sağ salim geçirdi. Hiç şikayet etmedi, gülümsemesi hiç eksilmedi. Hiç de eksilmesin sevgili Adam.

Sonra da beni oradan alıp Katmandu'ya götürecek olan uçağı...

Çok şükür döndüm.

Araçta bir gezi arkadaşının her gün anlattığı hikayelerden biriyle bu yazımı da bitireceğim.

Elmas işlenmeden önce toprak biçiminde olurmuş. Ancak iyi işlendikten sonra şeklini alırmış. Şehrin birinde çok iyi bir usta varmış. Bütün aileler özellikle oğullarını bu ustanın yanına çırak olarak vermek isterlermiş. Adamın biri de çelimsiz oğlunu yanına katıp ustanın yanına varmış. Eti senin, kemiği benim. al oğlumu eğit demiş. Usta, şöyle bir çocuğa bakmış, bu çok çelimsiz, almam demiş. Oğlan çok ısrar edince, sağ avucunun içine bir toprak parçası koymuş. Bunu 1 yıl boyunca avucunu hiç açmadan taşıyacaksın. Gelecek yıl gel deyip yollamış.

Oğlan bir yıl boyunca avucunu hiç açmamış. Yara olmuş, irin dolmuş, ama açmamış. Süre dolduğunda ustanın yanına koşmuş. Usta avucunu açıp toprağı almış ve aynı avucuna bir başka parça koyup, git, seneye gel demiş... Oğlan ağlamaklı dükkandan çıkmış 2 dakika sonra koşa koşa dükkana geri gelmiş: Usta bu elmas değil, demiş.......  İşe alınmış.

Batı da benim için bir elmas..... Kıssadan hisse.

Bir dahaki keyifli olacağına inandığım gezime kadar iyi kalın, sağlıkta kalın.