Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

31 Mart 2013 Pazar

Şili Notları, Santiago de Şili, 25 Mart 2013

Uffff, bitiyor gezimiz. Ama ben daha geri dönmeye hiç hazır değilim ki.... Sayılı gün çabuk geçer diye boşuna dememiş atalarımız. Allah bir daha gelmek kısmet eder inşallah.

Ve evet, Şili'nin başşehri Santiago'dayız. Bu bölgede gezdiğim en zayıf halka.

Şehir And dağlarının eteklerinde kurulmuş. İnanılmaz sıcaktı, 33 derece.

Sömürge dönemi yapılarıyla modern gökdelenlerinin karışımından oluşmuş ve tabii ki büyük bir çelişkiyi yansıtıyor.

Fakirlik ciddi boyutlarda. Ortalama gelir aylık üç yüz Euro.... Eğitim lise bitene kadar bedava, ancak üniversiteler paralı. Aylık altı yüz Euro!!! Ortalama gelirin iki katı. Yani yüksek okula gidebilen genç sayısı çok az.

Şehri gezmeye Salvador Allende ve Augusto Pinochet'in bir zamanlar ülkeyi yönettikleri Moneda (Darphane) ile başladık.


Allende çalışma odasında öldürüldüğünde cesedini ana kapıdan değil de,ederi bu kadar diye düşünerek servis kapısından çıkarmışlar.


İşte o 80 numaralı kapı.

O kadar güzellerini, haşmetlilerini gördükten sonra bu bina bana fazla çarpıcı gelmedi.


Yollarda yürürken gözüme çarpan Şili'liler....


İşadamlarının %90'ı sarı veya kırmızı kravatlıydı. O mu moda ne.....



Bizim grubu, yavaş yavaş en solda oturup gazetesini okumakta olan Şili'li beyin yanına sıraladığımda, ne oluyoruz yahu, gibilerinden huzursuzlandı.. Yalvar yakar kalkmasını engelledik ve sonuçta bu fotoğraf ortaya çıktı. Kendisine de bir kopya yolladım tabii ki.


Niyetim taksinin tam arkasındaki üniversite binasını çekmek idi.. Tam odaklanmışım... görüntü alanıma bir el girdi... Makineyi indirdim, bu kişi.. camı açmış, öpücükler yolluyor, göz kırpıyor. Fotoğraflandı:)

Kolonyal şehrin göbeği Ordu Meydanı'ndayız. Değişik bir heykelin önünde üç hoş bayan.....


Yeni bir tarikat kurulmuş, onun tanıtımını, propagandasını yapıyorlarmış!!! Uyanıklar, nerde durmaları gerektiğini iyi hesaplamışlar.

Ordu Meydan'ından bazı görüntüler.




O meydanda bir ben....


Eskiyle yeninin içiçe geçmiş halleri....



Meydanın güvenliğinden sorumlu olanlar....


Ülkeye girişte ne tür olursa olsun, yiyecek sokmak kesinlikle yasak. Çok ciddi uygulamaları var. Ve bunlar eğitilmiş Golden Retriever cinsi köpekler tarafından yapılıyor. Havaalanından çıkarken bunların bir hareketi sayesinde kaç bavul açıldı ve içinden yiyecekler alındı, tahmin edemezsiniz... Bunlar pek, ah canım, deyip de karnı okşanacak cins değil yani.

Öğlen yemeğimizi Merkez Çarşı'daki yerel bir lokantada aldık.
İki gündür ismini anımsamaya çalıştım... beceremedim; Işın'ı aradım, ve ona sordum!!! Çiçek Pasajı'ydı unuttuğum.. Şaka gibi.

İşte bu Merkez Çarşı bizim Pasajın on katı falan büyüklüğünde, üstü kapalı, içinde balıkçıların ve bol bol balık lokantalarının olduğu alem bir yer.

Fotoğraflar.






A..... aaaaa..... valla da ......


Ben bizim Alex olarak algıladım... Bizim Alex:))

Pasajın şimdi de balık bölümü......









Eh bir de ben olayım....



Artık yavaş yavaş şehirden ayrılma vakti geliyor.

Görmemiz gereken modern şehir ve Forestal Park'ı var.

Modern kısmını transit geçtik. Bir tek Forestal Park'ta durduk; zira en tepede Meryem'in şehre bakan  heykeli orada. Ama bende tek fotoğraf yok. Meryem'i de görmedim. Zira, şimdi okursa çok üzülecek ama üzülmesin; gerçekleştiremeseydim ben ağlayacaktım; sevgili Ahmet Abi'ye bandana aramakla meşguldüm:))))) Aramaya taaa Buenos Aires'te başladım.... ve sonunda Şili'de buldum. Umarım beğenir....

Artık havaalanına doğru gidiyoruz:((

Otobüste yerel rehbere, şöförümüze, kendi rehberimize teşekkürler edildi, alkışlandılar. Yaşlanıyorum galiba, zırt vırt gözlerim doluyor benim!!!

Otobüs durdu. Yerel rehber, inelim lütfen dedi. Biz de indik. Biraz yürüdük. Bir köşeyi döndük.
Ve şehrin en mutena semtinde, ağaçlar arasında, arkasında fıskiyeli bir havuzun bulunduğu yerde O'nu gördük.





O an eminim hepimizin içinden İstiklal Marşı'mızı okumak geçmiştir. Ama o kadar ağlamaklıydık ki, konuşamadık, sadece resimledik; önünde saygıyla eğildik ve ayrıldık.

Havana'dan sonra Santiago De Şili'de de karşılaşmak varmış.

Evet, bu gezi de böylecene bitti.

Genel olarak, muhteşem bir geziydi diyebilirim. Ama yine, Buenos Aires içimde kaldıyı yineleyeceğim.

Kendi adıma, emeği geçenlere, düşünenlere, programı hazırlayanlara çok çok teşekkür ediyorum.

Bir dip not olarak da kaldığımız otellerin web adreslerini paylaşacağım. Hepsi gayet aklı başında ve kalınacak yerlerdi.

Buenos Aires: www.morenobuenosaires.com
El Calafate: www.miradordellago.com
Ushuaia: www.cilenedelfaro.com
Kurvaziyer: M/S Stella Australis (bu arada, Australis'in Güney olduğunu da öğrendim)
Santiago de Chile: Plazo San Francisco

Bir başka gezime kadar.... Hoşçakalın, iyi kalın, sevgiyle kalın.

Şili Notları, Valparaiso, 24 Mart 2013

Dün geceyi Punta Arenas'ta geçirdiğimizden, bu sabah Santiago De Chili'ye varır varmaz hemen Valparaiso'ya hareket ettik.

Burası, Pasifik Okyanusu'nun kıyısında bulunan ve Unesco tarafından Dünya Mirası listesine alınmış efsanevi bir liman kenti.

Casablanca vadisinin büyük bağlarının ve Curacavi vadisinin meyva bahçelerinin süslediği manzaraların ortasından geçerek şehre vardık.


Limanında biraz fotoğraf çektikten sonra, yemek öncesi tekne turu için start aldık. Bizim için hazırlanmış deniz ürünlerinden yapılmış kanepelerimizi atıştırıp Pisco Sour'umuzu içtik.


Biz böyle keyifle lay lom yapıp etrafı seyrederken kaptanın inatla, ısrarla hiç bakmadığımız bir yönü işaret etttiğini farkedip o yöne döndük ve........





Ay, ay, ay..... Aile boyu deniz aslanları... Limana iki adım mesafedeki bir dubanın üstüne çıkmış, oynaşıyorlar.... Durup durup atlarlarmış bu dubanın üstüne. Çıkardıkları seslere şaşırmadım!! Bunları da yedim tabii ki.

Limanda biraz daha tekneyle dolaştıktan sonra tekrardan kıyıya çıkıp lokantaya doğru yürürken ilk gözüme çarpan....


Valparaiso kırk beş mahalleden oluşmuş ve tepecikler üzerine kurulmuş. Bu mahallelere de aslında otuz beş tane olan, ama günümüzde sadece bir tanesi kullanılan tarihi finikülerle çıkılıyor. Sokaklara büyük otobüs bile giremiyor.

Biz de halen kullanılmakta olan finikülere binip yukarı eski şehire çıktık.



Ve evler, ve graffitiler ve renkler.




Burası da, bu ülkelerdeki diğer gezdiğimiz yerler gibi, ızgara sistemine göre kurulmuş. Her cadde, her sokak birbirini kesiyor.

Ancak Valparaiso'nun yapısı daha bir değişik... İki blok sonraki bir binaya doğrudan gidilmiyor. Önce ya aşağı veya yukarı gidip sonra varacağınız yere iniyor veya çıkıyorsunuz. Bina görülüyor, ama ulaşmak için birazcık dolaşmak gerekiyor.

Sırada Edebiyat Nobeli ödülünü almış ünlü şair Pablo Neruda'nın evi, La Sebastiana, gezisi var. İçeride fotoğraf çekmek yasak.


Pablo Neruda'nın herşeyin koleksiyonunu yapan biri olduğunu bilmezdim. Çocukken ayva, portakal koleksiyonu yapmış mesela.... Meyvelerin gelişmelerini incelermiş. Veya evler almış... Biri yasal karısı, diğeri metresleri için. Bu evi de çok beğenmiş, ancak parası yetmediğinden bir arkadaşını ortak etmiş. Fotoğrafta gözüken son üç bölümde yaşamış. İnsan burada şair de olur, filozof da.

Müze evi gezisinin ardından, şehrin en eski mahallelerinin arasından geçerek, bir açık hava müzesini andıran sokaklarından yürüyerek tekrardan limana indik.

İşte o sokaklar, evler, renkler, duvar resimleri....





Gözüme çarpan levhalar....



Ve yine evler, duvarlar, meydanlar... renkler.













Valparaioso grubun toplanmakta zorlandığı tek yer oldu.... Hepimiz ayrı bir köşeye dağıldık. O köşelerden de ayrılamadık....

Santiago'ya dönmek üzere otobüse bindiğimizde tüm yorgunluğumuz ortaya çıktı.

Yarın bu olağanüstü gezinin son günü. Onu da Şili'nin başşehrinde geçireceğiz.