Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

15 Ekim 2018 Pazartesi

Salvador de Bahia, Brezilya Ruhu, Rengi

Salvador... Tüm Azizler Körfezi'nin Aziz Kurtarıcısı olarak anılan şehir. Mimarisi, gastronomisi, keyifli yaşamı ve ağırlıklı olarak Afro Brezilya kültürü ile ülkenin en renkli yerlerinden biri olarak bilinir.

1549'dan 1763 yılana kadar Brezilya'nın ilk başkentliğini yapar ve burada Avrupa, Afrika ve Amerika kültürleri harmanlanır. 1558 yılından itibaren şeker plantasyonlarında çalışmak üzere gelen köleler ile Yeni Dünya'daki ilk köle pazarı burada kurulur. Salvador, günümüzde de bu çok kültürlü geçmişini yansıtmaya devam etmekte.

Tarihi merkezi Unesco Dünya Mirası Listesinde bulunmakta.

Şehri gezelim.


Satıcıları sıcak günlerin en ferahlatıcı içeceği olan hindistan cevizini sabahın erken saatlerinden itibaren kesip soğutmaya bırakıyorlar. Sadece burada değil, ülkenin her köşe başında görmek mümkün.


Otelimiz Villa Bahia, şehrin tarihi merkezinin kalbinde, trafiğe kapalı arnavut kaldırımıyla döşenmiş  bir meydanda. Sağımız solumuz  dükkan, lokanta, kiliseyle çevrili. Yoğun bir yaya trafiği var. Her tür insanı görmek mümkün. Yukarıdaki fotoğrafta görülen işçi, bütün gün taşların arasından çıkan otları temizledi.


Bu da aynı işle meşgul.



5 real almadan asla ve kata poz vermiyorlar. Hepsi sertifikalı. O kadar uzun boylu, koca elli ve ayaklılar ki, acaba erkek mi diye düşünmeden edemedik doğrusu. Neyse neler, güzellerdi.


Afro Brezilya dini geleneği olan gizemli Condomblé'yi anlamak, öğrenmek üzere yola çıktık.

Aftikalılar, köle olarak getirildikleri Atlantik Okyanusu'nun öteki kıyısına tanrılarını da taşıyarak yeni dinlerine uyumlu bir hale getirirler. Bu tanrılar Antiller ve Brezilya'ya ayak basan manevi sığınağı olarak varlıklarını devam ettirebilmek için Hıristiyan bir görünüme bürünürler. Bu bağdaştırıcı inançlar kıta üzerinde çeşitli ve değişken görünümler sergiler.

Bahia eyaletindeki Condomblé Mezhebi ise Bantu'ların kültünden etkilenmiştir. Orixa ruhani sistemindeki tanrıların alametlerinden birini yansıtan canlı bir tezahürüdür.

Dique do Tororo'daki 8 Orixa heykeli daire biçiminde suyun içinde dizili.

Arkasındaki yamaçta favelalar.


Bunlar sırasıyla, Oxala, Lemanja, Oxum, Ogum, Oxossi, Shango, Nana ve Iansa. Her bir figür ayrı bir doğa olayını temsil etmekte.

Geçtiğimiz yüzyılda faaliyetlerini gizliden sürdüren bu cemaat, günümüzde ülke tarihinin bir parçası ve gururu olarak kabul görülmekte olup kentin kalbinde yer alan Diego do Tororo'da törenlerini düzenlemekte.


Tüm Azizler Körfezi'nin girişinde 1536 yılında inşa edilen Farol da Barra kale feneri. Feneri ahşap olup İngiltere'de yapılmış ve burada monte edilmiş. O günden beri korunmakta.


Kalenin giriş kapısındaki "mulata"lar. Gözleri fıldır fıldır vallahi. Gizli kapaklı çekilen hiç bir fotoğrafçıyı kaçırmıyorlar. Biz resmen ortadan kaybolduk çektikten sonra!!!


Kaleden bir başka ayrıntı.


Sahil ve güneşlenenler.


Grafiti ve evsizler.


1704 yılından itibaren siyah kölelerden oluşan "Siyah Kardeşler" cemaati tarafından inşa edilen, tüm azizleri siyah olan ve aralarında Portekiz'den gelenlerin de bulunduğu "azulejos" fayansları ile süslü Nosso Senhora da Rosario dos Pretos Kilisesi. Bir çok yaralı için de şifa kaynağı olduğundan, iyileşenler düzelen uzuvlarının plastikten yapılmış kalıplarını bağışlamışlar.


Dilek bantları Salvador'un neredeyse eyalet bayrağı haline gelmişler. Bileğine, demirlere bağlıyor, 1 düğüm atıyorsun. Düğüm koptuğunda dileğin de gerçekleşmiş oluyor-muş. İşte böyle rengarenkler.


1930'lardan beri Art Deco tasarımlı (nedense fotoğraf çekmemişim, bana çok sıradan geldi) Lacerda Asansörü (bildiğimiz asansör, bir başka özelliği yok, üstelik parayla inip çıkıyorsun) Cidade Baixa ve Cidade Alta olan aşağı ve yukarı şehirleri bağlamakta. Yukarıdaki fotoğraf  asansörün seyir alanından çekildi.


Burası neresiydi acaba? Unutmuşum... kocaman bir özür. Ama güzel bir yerdi:)




Aşağı şehire inip bir pazara girdik. Ancak arap ülkelerinde görülebilecek cinsten bir pazardı. Arabanın sokulmadığı, yayalara açık bir yer. Yok yok...

Daha büyük bamya görmemiştim.



Zehir zıkkım biberler yemeklerde kullandıkları en önemli çeşnileri.



Bunun ne olduğunu bilemedim. Bilmediğim şeyleri ağzıma atmam bir daha....


Tencereler, tavalar, soğanlar, sarmısaklar hepsi bir arada.


Yollarda yürürken gözüme çarpan detaylar.


Portekiz'deki fayanslar çok daha gösterişliydi ama.


Unesco Mirasında bulunan eski şehirden bir görüntü.


Azizler Körfezi'nde gün batıyor.


Yıkılan bir kilisenin yere düşen haçı olduğu gibi korunuyor.


Renkler, pareolar.



Ah kafasız kadın..


Salvadorluları betimleyen harika bir tablo. Rahat, gevşek, acele etmeyen...

Çok esprili bir hikaye de anlattılar bunlar hakkında. Salvador'lu gazetesini sokak köşelerinde okur, rüzgarın esintisiyle sayfayı çevirirmiş. Başka söze gerek yok sanıyorum.



Şehirden ayrıntılar.



Son derece keyifli, canlı, heyecanlı bir şehir.


Tabii ki rengarenk.


Gezdiğimiz bir müzede eski zamanlarda eczanelerde kullanılan şişeler.


İçimden alıp götürmek gelmedi desem, yalan olmaz.


Seçimlere denk geldik. Adamların herşeyleri karnaval düzeninde. Bandolar mızıkalar, tüyler, asalarla seçim propagandası yapan bir grup.


Bu da kaju fıstığının en ham hali. Ciddi ciddi bir meyvenin ucunda gelişiyor. Meyveyi de emiyorsun. Emdim emdim, dayanamadım, çok lezzetliydi. Fıstık kısmı bu aşamada çok acı olurmuş. Kopartılıp kurutulup ya yeniden ekilir, ya da kavrulup yenecek hale getirilirmiş. Yediğim yemişin kaju kısmını getirdim, dikeceğim, belki de tutar. Kim bilir?


Tipik Afrika davulları eşliğinde tipik dansları. Kavga eder gibi. Ama etmiyorlar...


Bu şehir çok çok güzeldi. Herkes fazlasıyla etkilendi, dönmek istemedi. Biraz daha kalalım, bizi kaybedin denildi. Olmadı... Bir daha gelmek kısmet olur belki diyerek yine yollara devam ettik.

Sırada bir başka şehir, son başşehir, fütürist Brasilia var. Bir bambaşka alem...

İyi kalın, sağlıkta kalın.

13 Ekim 2018 Cumartesi

Amazon Bölgesi

2 gece konakladığımız Juma Amazon Lodge, Costa Rica'da konakladığımız yere göre oldukça ilkel. Ben 2 günden fazla kalamazdım burada. Hiç öyle kendimi dinleme, kimseyle konuşmama terapisi falan istemiyorum..

Burada da herşey tahtadan yapılmış. Odalarımız kütükler üzerine kurulmuş. Neredeyse suyun içinde olduklarından 5 yılda bir yıkılıp yeniden inşa ediliyormuş. Oda pencereleri camsız. Onun yerine kalın tel germişler. Yer döşemelerinin arasından aşağısı gözüküyor. Börtü böcek rahat girer yani. Deneyim miydi, tabii ki.

Bu sefer az söz, bol fotoğraf. Yine de yazılacak ilginç noktaları atlamamaya çalışacağım.

Lodge işte bu kazıklar üstüne inşa edilmiş. Nehir gezilerimizi de aşağıdaki kanoların motorize olmuşlarıyla yaptık.


Tekneden indiğimizde bizi karşılayan manzara.

Yağmur mevsiminde ağaçların büyük bölümü suların altında kalıyormuş. Doğa çok ilginç.


Otelimizden görüntülere devam.



Yansımalar her yerde olağanüstü.




Balkonlarımızdaki hamaklar. İşte burada  gezilere çıkmadığım zamanlar inanılmaz keyif yaptım.


Ve hepimizin aşkı şebeğimiz:)) Ben böyle şeker bir hayvan daha önce görmedim. Daha yavru. Şımarık, asalak, inatçı, şakacı, oyunbaz... bir çocukta olması gereken her tür hale vasıf.


Sevilir mi sevilmez mi bilmiyoruz ki... ahşap platformda yürürken küt üstümüze atlayıp saçımızı başımızı yolarken, kendinden uzun kuyruğuyla insanın boğazına sarılıyor!!! Şaka yapıyor olabilir de, biz alışık değiliz:))


Tabii ki bir de annesi var. Ara sıra ortaya çıkıp avaz avaz bağırmaya, dişlerini göstere göstere çığlık atmaya başlıyor. Bizler kaçacak delik arıyoruz... Çalışan elemanlar alışmışlar, hemen çıkıp anneyi kucaklarına alıp seviyorlar, dans edip su veriyorlar. Meğer kıskanıyormuş... Ufaklığa sonunda dokunup sevebildik, ama anneye yaklaşamadık...


Elimizde aldığı elmayı kemirirken.. Seni seviyorum şebek:))

Kaldığımız 2 gün boyunca çeşitli aktiviteler hazırlanmıştı. İlk gün yemekten sonra motorla çevre gezisine çıktık. Aşağıdaki tekne günlük kullanımda bindiğimiz. Uzun yolda daha hızlısı ve üstü kapalısı geliyor. 




Tek yerli ailenin yaşadığı bir yer. Her şey doğal. Aşağıdaki fotoğrafta adam, bizim pirinç ununa benzeyen ve çok tükettikleri bir ürünü kavuruyor.

Daha sonra şeker kamışını, daha taze halini her halde bir daha göremem, elde pres makinesinden geçirip çıkan suyu ikram etti.

Bitkiler ne zaman, nasıl tohumlanır, o tohumlar nasıl toprağa ekilir, hep anlattı. Hayretler içerisinde dinledik. Bizlere o kadar yabancı ki bütün olap bitenler...


Nehrin ve ormanın sesini dinlemek üzere motoru susturup elimize tutuşturdukları kürekleri çekerek dolaşmaya devam ediyoruz. Küreğe geçmedeki bir başka neden de, balığa çıkmış olanların balıklarını ürkütüp kaçırmamak-mış.

Suyun içinde ağaçlar, kuş sesleri, bir taraftan sessizliğin sesi... karma karışık duygular içinde kürek çekiyoruz.

Aşağıdaki kurumuş ağacı, Kurtarıcı İsa'ya benzettim. Yüzünü göremedim ya, illa ki benzeteceğim.



Balığa çıkmış bir aile. Pirana yakalanıyormuş burada.



Ah bu yansımalar...


Aynı gün akşam yemeğinden sonra timsah görmeye gittiler. Gitmedim. Timsah zaten sevmem, Costa Rica'da alasını görmüştüm. Odamda hamağımda sallanmayı tercih ettim.

Gün doğumu seyri için sabah 5.30'da buluştuk.

Aşağıda 3/4 dakika arayla, ayarlarını hiç bozmadan çektiğim 3 fotoğraf paylaşıyorum. 10'larca var ama, sıkarım diye korktum. Daha görecek, anlatacak şey var.





Kuşlar ve ağaçlar.


Lodge ve aksi.



Burası da "yüzme havuzu". Kimse girmedi. Piranaların cirit attığı bir yerde girilir miydi acaba? Önlemlerini mutlaka almışlardır ama ne bileyim...

2ci gün sabahtan tam teşekkül giyinip, sinek ilaçlarımızı kollarımıza, bacaklarımıza sürüp yağmur ormanının içinde uzun bir yürüyüş yaptık. Üniversitede bile öğrenilemeyecek kadar bilgiyi depolayıp geri döndük.



Mesela, bu bir Ağustos Böceği larvası. O kadar çok var ki, rehberimiz bir kozalağı zamanından önce açıp ölmelerine izin verdi. Sonra da, ağzına atıp çiğnemeyi deneyecek olanınız var mı diye sordu. Biri, evet, dedi. Ağzına attı, çiğnedi, pat diye bir ses çıktı. Sonrasını bilmiyorum, yürüyüp gittim. Çiğneyen sağlıklı:)



Bu fotoğraf araya kaynamış.. Bizim rehber ve yerli rehber teknede.


Kara dul.... buymuş... Yerli rehber herkesi susturdu. Elinde bir sopayla toprağı hafif hafif eşelemeye başladı. Ve kara dul ortaya çıktı..


Efendim, barut ağacı.... Gerçekten.. Yukarıda da bizimki barut yapıyor. Yaptı ve ateşledi. Şaka gibi.


Yine kaçmış bir fotoğraf. Ağustos Böcekleri'nin yuva yaptıkları kozalak. İlk kez gördüm. Çoğu şey için de geçerli ya...

Rehberimiz neredeyse her ağacın önünde durup kabuğunu sıyırıp bize koklattı. O ne kokulardı. Bir kaç tanesi çok tanıdık geldi, ama en bilineni Channel 5 parfümünün ana maddesi olan ağaçtı... Çeşitli hastalıklara iyi gelen bir sürü değişik ağaç... renk ayrı, doku ayrı, koku ayrı.

Sarmaşıklar.. Kökten yukarı çıkarsa merdiven gibi - kaplumbağ merdiven deniliyor, yukarıdan aşağı inerse düz... Bunları ne ara öğrendiniz? Gözlemleye gözlemleye tabii ki.

En ilginç ve en korkutucu olanı... bunlar tabii ki yüzüyorlar nehirde. İdrarlarını bıraktılar diyelim. Bir balık, sadece bir balık, idrar kokusunu aldığı an, o tarafa gelip idrar torbasının ağzına girip yüzgeçleriyle çıkışı kapatıyormuş. Tek çare, 3 saat yol alıp Manaus'a bir doktora görünmek, yani tıbbi müdahele. En büyük kabuslarıymış bu balıklar.

Günde 2 aktivite var diye yazmıştım. Öğleden sonraki programda balık avlamaya gidildi. +30 derece sıcakta güneş altında durmayı hiç canım çekmedi. Yine hamağımda sallanıp durdum.

Dönüşe geçtik. Geldiğimiz gibi 2 hızlı bot, 2 minibüs seferi yaptık.

Yolda gözüme ilişen kuşlar. Yarişsalar kuşlar botu kesin geçerdi.


Ara istasyondaki su deposu.


Hangisi daha tombul?


Dönüş yolunda 2 farklı macera daha yaşadık.

Pirarucu olarak da bilinen arapaima gigas balığını görmek için ufak bir mola verildi. Bu balık Amazon Nehri'nin en büyük ve tropikal tatlısularda yaşayan dünyanın en büyüklerinden biri olarak bilinmekte. 3 metreyi geçen boyu, 250 kiloya varan ağırlığıyla bu ünvanı hak ediyor. Nehir kenarında yaşayan insanların en önemli yiyecek kaynaklarından olması sebebiyle nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya.

Biz de koruma altına alınmış hayvanları çeşitli ebatlarda havuzların içinde gördük. 3 metre olanı henüz yoktu. Temsili balık yakalama töreni yapıldı, hiç kimse yukarı çekemedi...


Manaus'a varışımızı oldukça uzatarak bir de pembe yunusları gördük. O kadar yola değdi mi, pek emin değilim. Bir kere elletmediler, haklılar da. Niye insanlara alışsınlar ki? Sana dokunabilirlerdi belki, ama yüzdükleri nehir suyu o kadar pisti ki, bir kişi dışında kimse suya girmek istemedi. Ama, gördük mü, evet. Pembe yunus var mıymış? Evet.






Evet, medeniyetteyiz. Acaba kaç mesaj geldi? Memleketin havaları nasıl? Cep telefonları yine hizmete girdi...

Falda yine uçuş çıktı. Bu sefer Brezilya'nın en renkli, en can alıcı, en keyifli şehrine gidiyoruz.

Salvador....

Devam edecek.

İyi kalın, sağlıkta kalın.