2 gece konakladığımız Juma Amazon Lodge, Costa Rica'da konakladığımız yere göre oldukça ilkel. Ben 2 günden fazla kalamazdım burada. Hiç öyle kendimi dinleme, kimseyle konuşmama terapisi falan istemiyorum..
Burada da herşey tahtadan yapılmış. Odalarımız kütükler üzerine kurulmuş. Neredeyse suyun içinde olduklarından 5 yılda bir yıkılıp yeniden inşa ediliyormuş. Oda pencereleri camsız. Onun yerine kalın tel germişler. Yer döşemelerinin arasından aşağısı gözüküyor. Börtü böcek rahat girer yani. Deneyim miydi, tabii ki.
Bu sefer az söz, bol fotoğraf. Yine de yazılacak ilginç noktaları atlamamaya çalışacağım.
Lodge işte bu kazıklar üstüne inşa edilmiş. Nehir gezilerimizi de aşağıdaki kanoların motorize olmuşlarıyla yaptık.
Tekneden indiğimizde bizi karşılayan manzara.
Yağmur mevsiminde ağaçların büyük bölümü suların altında kalıyormuş. Doğa çok ilginç.
Otelimizden görüntülere devam.
Yansımalar her yerde olağanüstü.
Balkonlarımızdaki hamaklar. İşte burada gezilere çıkmadığım zamanlar inanılmaz keyif yaptım.
Ve hepimizin aşkı şebeğimiz:)) Ben böyle şeker bir hayvan daha önce görmedim. Daha yavru. Şımarık, asalak, inatçı, şakacı, oyunbaz... bir çocukta olması gereken her tür hale vasıf.
Sevilir mi sevilmez mi bilmiyoruz ki... ahşap platformda yürürken küt üstümüze atlayıp saçımızı başımızı yolarken, kendinden uzun kuyruğuyla insanın boğazına sarılıyor!!! Şaka yapıyor olabilir de, biz alışık değiliz:))
Tabii ki bir de annesi var. Ara sıra ortaya çıkıp avaz avaz bağırmaya, dişlerini göstere göstere çığlık atmaya başlıyor. Bizler kaçacak delik arıyoruz... Çalışan elemanlar alışmışlar, hemen çıkıp anneyi kucaklarına alıp seviyorlar, dans edip su veriyorlar. Meğer kıskanıyormuş... Ufaklığa sonunda dokunup sevebildik, ama anneye yaklaşamadık...
Tek yerli ailenin yaşadığı bir yer. Her şey doğal. Aşağıdaki fotoğrafta adam, bizim pirinç ununa benzeyen ve çok tükettikleri bir ürünü kavuruyor.
Daha sonra şeker kamışını, daha taze halini her halde bir daha göremem, elde pres makinesinden geçirip çıkan suyu ikram etti.
Bitkiler ne zaman, nasıl tohumlanır, o tohumlar nasıl toprağa ekilir, hep anlattı. Hayretler içerisinde dinledik. Bizlere o kadar yabancı ki bütün olap bitenler...
Nehrin ve ormanın sesini dinlemek üzere motoru susturup elimize tutuşturdukları kürekleri çekerek dolaşmaya devam ediyoruz. Küreğe geçmedeki bir başka neden de, balığa çıkmış olanların balıklarını ürkütüp kaçırmamak-mış.
Suyun içinde ağaçlar, kuş sesleri, bir taraftan sessizliğin sesi... karma karışık duygular içinde kürek çekiyoruz.
Aşağıdaki kurumuş ağacı, Kurtarıcı İsa'ya benzettim. Yüzünü göremedim ya, illa ki benzeteceğim.
Balığa çıkmış bir aile. Pirana yakalanıyormuş burada.
Ah bu yansımalar...
Aynı gün akşam yemeğinden sonra timsah görmeye gittiler. Gitmedim. Timsah zaten sevmem, Costa Rica'da alasını görmüştüm. Odamda hamağımda sallanmayı tercih ettim.
Gün doğumu seyri için sabah 5.30'da buluştuk.
Aşağıda 3/4 dakika arayla, ayarlarını hiç bozmadan çektiğim 3 fotoğraf paylaşıyorum. 10'larca var ama, sıkarım diye korktum. Daha görecek, anlatacak şey var.
Kuşlar ve ağaçlar.
Lodge ve aksi.
Burası da "yüzme havuzu". Kimse girmedi. Piranaların cirit attığı bir yerde girilir miydi acaba? Önlemlerini mutlaka almışlardır ama ne bileyim...
2ci gün sabahtan tam teşekkül giyinip, sinek ilaçlarımızı kollarımıza, bacaklarımıza sürüp yağmur ormanının içinde uzun bir yürüyüş yaptık. Üniversitede bile öğrenilemeyecek kadar bilgiyi depolayıp geri döndük.
Mesela, bu bir Ağustos Böceği larvası. O kadar çok var ki, rehberimiz bir kozalağı zamanından önce açıp ölmelerine izin verdi. Sonra da, ağzına atıp çiğnemeyi deneyecek olanınız var mı diye sordu. Biri, evet, dedi. Ağzına attı, çiğnedi, pat diye bir ses çıktı. Sonrasını bilmiyorum, yürüyüp gittim. Çiğneyen sağlıklı:)
Bu fotoğraf araya kaynamış.. Bizim rehber ve yerli rehber teknede.
Kara dul.... buymuş... Yerli rehber herkesi susturdu. Elinde bir sopayla toprağı hafif hafif eşelemeye başladı. Ve kara dul ortaya çıktı..
Efendim, barut ağacı.... Gerçekten.. Yukarıda da bizimki barut yapıyor. Yaptı ve ateşledi. Şaka gibi.
Yine kaçmış bir fotoğraf. Ağustos Böcekleri'nin yuva yaptıkları kozalak. İlk kez gördüm. Çoğu şey için de geçerli ya...
Rehberimiz neredeyse her ağacın önünde durup kabuğunu sıyırıp bize koklattı. O ne kokulardı. Bir kaç tanesi çok tanıdık geldi, ama en bilineni Channel 5 parfümünün ana maddesi olan ağaçtı... Çeşitli hastalıklara iyi gelen bir sürü değişik ağaç... renk ayrı, doku ayrı, koku ayrı.
Sarmaşıklar.. Kökten yukarı çıkarsa merdiven gibi - kaplumbağ merdiven deniliyor, yukarıdan aşağı inerse düz... Bunları ne ara öğrendiniz? Gözlemleye gözlemleye tabii ki.
En ilginç ve en korkutucu olanı... bunlar tabii ki yüzüyorlar nehirde. İdrarlarını bıraktılar diyelim. Bir balık, sadece bir balık, idrar kokusunu aldığı an, o tarafa gelip idrar torbasının ağzına girip yüzgeçleriyle çıkışı kapatıyormuş. Tek çare, 3 saat yol alıp Manaus'a bir doktora görünmek, yani tıbbi müdahele. En büyük kabuslarıymış bu balıklar.
Günde 2 aktivite var diye yazmıştım. Öğleden sonraki programda balık avlamaya gidildi. +30 derece sıcakta güneş altında durmayı hiç canım çekmedi. Yine hamağımda sallanıp durdum.
Dönüşe geçtik. Geldiğimiz gibi 2 hızlı bot, 2 minibüs seferi yaptık.
Yolda gözüme ilişen kuşlar. Yarişsalar kuşlar botu kesin geçerdi.
Ara istasyondaki su deposu.
Hangisi daha tombul?
Dönüş yolunda 2 farklı macera daha yaşadık.
Pirarucu olarak da bilinen arapaima gigas balığını görmek için ufak bir mola verildi. Bu balık Amazon Nehri'nin en büyük ve tropikal tatlısularda yaşayan dünyanın en büyüklerinden biri olarak bilinmekte. 3 metreyi geçen boyu, 250 kiloya varan ağırlığıyla bu ünvanı hak ediyor. Nehir kenarında yaşayan insanların en önemli yiyecek kaynaklarından olması sebebiyle nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya.
Biz de koruma altına alınmış hayvanları çeşitli ebatlarda havuzların içinde gördük. 3 metre olanı henüz yoktu. Temsili balık yakalama töreni yapıldı, hiç kimse yukarı çekemedi...
Manaus'a varışımızı oldukça uzatarak bir de pembe yunusları gördük. O kadar yola değdi mi, pek emin değilim. Bir kere elletmediler, haklılar da. Niye insanlara alışsınlar ki? Sana dokunabilirlerdi belki, ama yüzdükleri nehir suyu o kadar pisti ki, bir kişi dışında kimse suya girmek istemedi. Ama, gördük mü, evet. Pembe yunus var mıymış? Evet.
Evet, medeniyetteyiz. Acaba kaç mesaj geldi? Memleketin havaları nasıl? Cep telefonları yine hizmete girdi...
Falda yine uçuş çıktı. Bu sefer Brezilya'nın en renkli, en can alıcı, en keyifli şehrine gidiyoruz.
Salvador....
Devam edecek.
İyi kalın, sağlıkta kalın.
Burada da herşey tahtadan yapılmış. Odalarımız kütükler üzerine kurulmuş. Neredeyse suyun içinde olduklarından 5 yılda bir yıkılıp yeniden inşa ediliyormuş. Oda pencereleri camsız. Onun yerine kalın tel germişler. Yer döşemelerinin arasından aşağısı gözüküyor. Börtü böcek rahat girer yani. Deneyim miydi, tabii ki.
Bu sefer az söz, bol fotoğraf. Yine de yazılacak ilginç noktaları atlamamaya çalışacağım.
Lodge işte bu kazıklar üstüne inşa edilmiş. Nehir gezilerimizi de aşağıdaki kanoların motorize olmuşlarıyla yaptık.
Tekneden indiğimizde bizi karşılayan manzara.
Yağmur mevsiminde ağaçların büyük bölümü suların altında kalıyormuş. Doğa çok ilginç.
Otelimizden görüntülere devam.
Yansımalar her yerde olağanüstü.
Balkonlarımızdaki hamaklar. İşte burada gezilere çıkmadığım zamanlar inanılmaz keyif yaptım.
Ve hepimizin aşkı şebeğimiz:)) Ben böyle şeker bir hayvan daha önce görmedim. Daha yavru. Şımarık, asalak, inatçı, şakacı, oyunbaz... bir çocukta olması gereken her tür hale vasıf.
Sevilir mi sevilmez mi bilmiyoruz ki... ahşap platformda yürürken küt üstümüze atlayıp saçımızı başımızı yolarken, kendinden uzun kuyruğuyla insanın boğazına sarılıyor!!! Şaka yapıyor olabilir de, biz alışık değiliz:))
Tabii ki bir de annesi var. Ara sıra ortaya çıkıp avaz avaz bağırmaya, dişlerini göstere göstere çığlık atmaya başlıyor. Bizler kaçacak delik arıyoruz... Çalışan elemanlar alışmışlar, hemen çıkıp anneyi kucaklarına alıp seviyorlar, dans edip su veriyorlar. Meğer kıskanıyormuş... Ufaklığa sonunda dokunup sevebildik, ama anneye yaklaşamadık...
Elimizde aldığı elmayı kemirirken.. Seni seviyorum şebek:))
Kaldığımız 2 gün boyunca çeşitli aktiviteler hazırlanmıştı. İlk gün yemekten sonra motorla çevre gezisine çıktık. Aşağıdaki tekne günlük kullanımda bindiğimiz. Uzun yolda daha hızlısı ve üstü kapalısı geliyor.
Tek yerli ailenin yaşadığı bir yer. Her şey doğal. Aşağıdaki fotoğrafta adam, bizim pirinç ununa benzeyen ve çok tükettikleri bir ürünü kavuruyor.
Daha sonra şeker kamışını, daha taze halini her halde bir daha göremem, elde pres makinesinden geçirip çıkan suyu ikram etti.
Bitkiler ne zaman, nasıl tohumlanır, o tohumlar nasıl toprağa ekilir, hep anlattı. Hayretler içerisinde dinledik. Bizlere o kadar yabancı ki bütün olap bitenler...
Nehrin ve ormanın sesini dinlemek üzere motoru susturup elimize tutuşturdukları kürekleri çekerek dolaşmaya devam ediyoruz. Küreğe geçmedeki bir başka neden de, balığa çıkmış olanların balıklarını ürkütüp kaçırmamak-mış.
Suyun içinde ağaçlar, kuş sesleri, bir taraftan sessizliğin sesi... karma karışık duygular içinde kürek çekiyoruz.
Aşağıdaki kurumuş ağacı, Kurtarıcı İsa'ya benzettim. Yüzünü göremedim ya, illa ki benzeteceğim.
Balığa çıkmış bir aile. Pirana yakalanıyormuş burada.
Ah bu yansımalar...
Aynı gün akşam yemeğinden sonra timsah görmeye gittiler. Gitmedim. Timsah zaten sevmem, Costa Rica'da alasını görmüştüm. Odamda hamağımda sallanmayı tercih ettim.
Gün doğumu seyri için sabah 5.30'da buluştuk.
Aşağıda 3/4 dakika arayla, ayarlarını hiç bozmadan çektiğim 3 fotoğraf paylaşıyorum. 10'larca var ama, sıkarım diye korktum. Daha görecek, anlatacak şey var.
Kuşlar ve ağaçlar.
Lodge ve aksi.
Burası da "yüzme havuzu". Kimse girmedi. Piranaların cirit attığı bir yerde girilir miydi acaba? Önlemlerini mutlaka almışlardır ama ne bileyim...
2ci gün sabahtan tam teşekkül giyinip, sinek ilaçlarımızı kollarımıza, bacaklarımıza sürüp yağmur ormanının içinde uzun bir yürüyüş yaptık. Üniversitede bile öğrenilemeyecek kadar bilgiyi depolayıp geri döndük.
Mesela, bu bir Ağustos Böceği larvası. O kadar çok var ki, rehberimiz bir kozalağı zamanından önce açıp ölmelerine izin verdi. Sonra da, ağzına atıp çiğnemeyi deneyecek olanınız var mı diye sordu. Biri, evet, dedi. Ağzına attı, çiğnedi, pat diye bir ses çıktı. Sonrasını bilmiyorum, yürüyüp gittim. Çiğneyen sağlıklı:)
Bu fotoğraf araya kaynamış.. Bizim rehber ve yerli rehber teknede.
Kara dul.... buymuş... Yerli rehber herkesi susturdu. Elinde bir sopayla toprağı hafif hafif eşelemeye başladı. Ve kara dul ortaya çıktı..
Yine kaçmış bir fotoğraf. Ağustos Böcekleri'nin yuva yaptıkları kozalak. İlk kez gördüm. Çoğu şey için de geçerli ya...
Rehberimiz neredeyse her ağacın önünde durup kabuğunu sıyırıp bize koklattı. O ne kokulardı. Bir kaç tanesi çok tanıdık geldi, ama en bilineni Channel 5 parfümünün ana maddesi olan ağaçtı... Çeşitli hastalıklara iyi gelen bir sürü değişik ağaç... renk ayrı, doku ayrı, koku ayrı.
Sarmaşıklar.. Kökten yukarı çıkarsa merdiven gibi - kaplumbağ merdiven deniliyor, yukarıdan aşağı inerse düz... Bunları ne ara öğrendiniz? Gözlemleye gözlemleye tabii ki.
En ilginç ve en korkutucu olanı... bunlar tabii ki yüzüyorlar nehirde. İdrarlarını bıraktılar diyelim. Bir balık, sadece bir balık, idrar kokusunu aldığı an, o tarafa gelip idrar torbasının ağzına girip yüzgeçleriyle çıkışı kapatıyormuş. Tek çare, 3 saat yol alıp Manaus'a bir doktora görünmek, yani tıbbi müdahele. En büyük kabuslarıymış bu balıklar.
Günde 2 aktivite var diye yazmıştım. Öğleden sonraki programda balık avlamaya gidildi. +30 derece sıcakta güneş altında durmayı hiç canım çekmedi. Yine hamağımda sallanıp durdum.
Dönüşe geçtik. Geldiğimiz gibi 2 hızlı bot, 2 minibüs seferi yaptık.
Yolda gözüme ilişen kuşlar. Yarişsalar kuşlar botu kesin geçerdi.
Ara istasyondaki su deposu.
Hangisi daha tombul?
Dönüş yolunda 2 farklı macera daha yaşadık.
Pirarucu olarak da bilinen arapaima gigas balığını görmek için ufak bir mola verildi. Bu balık Amazon Nehri'nin en büyük ve tropikal tatlısularda yaşayan dünyanın en büyüklerinden biri olarak bilinmekte. 3 metreyi geçen boyu, 250 kiloya varan ağırlığıyla bu ünvanı hak ediyor. Nehir kenarında yaşayan insanların en önemli yiyecek kaynaklarından olması sebebiyle nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya.
Biz de koruma altına alınmış hayvanları çeşitli ebatlarda havuzların içinde gördük. 3 metre olanı henüz yoktu. Temsili balık yakalama töreni yapıldı, hiç kimse yukarı çekemedi...
Manaus'a varışımızı oldukça uzatarak bir de pembe yunusları gördük. O kadar yola değdi mi, pek emin değilim. Bir kere elletmediler, haklılar da. Niye insanlara alışsınlar ki? Sana dokunabilirlerdi belki, ama yüzdükleri nehir suyu o kadar pisti ki, bir kişi dışında kimse suya girmek istemedi. Ama, gördük mü, evet. Pembe yunus var mıymış? Evet.
Evet, medeniyetteyiz. Acaba kaç mesaj geldi? Memleketin havaları nasıl? Cep telefonları yine hizmete girdi...
Falda yine uçuş çıktı. Bu sefer Brezilya'nın en renkli, en can alıcı, en keyifli şehrine gidiyoruz.
Salvador....
Devam edecek.
İyi kalın, sağlıkta kalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder