Paris'ten hep ayrılışı sevmişimdir.
Fransa'nın arka bahçeleri diye adlandırılan yerlerinde ne kadar gezmelere, bakmalara doyamıyorsam, başkentinden de o kadar nefret ediyorum.
Rahmetli annemle babam bu şehre aşıktılar. Ben de, Loire Şatoları gezim bittikten sonra, onların ayak izlerini son kez sürmek üzere dört günümü burada geçirmeye karar verdim. Ya şehre birazcık ısınacaktım; veyahut bir daha adımımı atmayacaktım.
O kadar bunalıma girip sıkıldım ki, günü birlik bir yerlere kaçmam gerekiyor benim dedim.
Brugge ile tanışmam bu vesileyle oldu.
Otelin ayarladığı bir minivan ile toplam beş kişi sabahın erken bir saatinde Paris'ten ayrıldık. Kısa bir süre sonra da Kuzeyin Venediği, havasında çikolata kokusu olan Brugge'e vardık.
Dünya varmış.... Benim Paris'te nasıl bir işim olabilir ki?
Brugge, Belçika'nın Batı Flandra ilinin başkenti. Orta çağdan kalma mimarisi II. Dünya Savaşında zarar görmediğinden günümüze kadar hiç bozulmadan korunmuş.
Kuzey Denizi kıyısında olmamasına rağmen denize yakınlığı sebebiyle hâlâ bir liman kenti olarak anılmakta.
Burada geçireceğim sadece dört saatim var. Detaya girecek olsam, şehrin büyük bir bölümünü göremeyeceğimi düşünüp, kalabalığı takip etmeye karar verdim.
Botların kanal turu yaptıkları yere gelince, bu yapılmalı ama, deyip kendimi birinin içinde buldum.
Venediğin daha minyatüründe kanal gezisi yapmak gerçek bir keyif.
Bu çeşmenin olduğu yerde de ilginç bir şeye tanık oldum. Köpekli ve bebekli bir aile çeşmenin hemen arkasındaki kiliseyi ziyaret etmeye gelmişlerdi. Önce baba ve kızı içeri girdiler; kadın köpeğiyle dışarıda onları bekledi; baba kız çıktıklarında köpeği devralıp kadını içeri yolladılar. Kimse durumundan şikayetçi değildi.
Bir gün, olur a, İstanbul'a veya herhangi bir ilçesine Belediye Başkanı falan olacak olursam, bunların kullanılmasını ŞART KOŞACAĞIM:) Başka türlü ruhsat vermem diyeceğim. İyi de, mesela dönerci veya xxx Lahmacun'cu nasıl bir şey yapacak, merak ettim. Ama biz yaratıcı milletizdir, illa ki uygun bir şey kotarırız. Dükkanının adını ÇİKIN Döner koyan bir dehadan her şey beklenir... Konuyu saptırdım:)
Dantellerinin zerafeti. En sevmeyen bile mutlaka bir tane alır diye düşünüyorum.
Ama çok çok güzeller.
Kadının el attığı her iş bir eda kazanıyor...
İlginç bir sergiydi. Kilisenin merdivenlerinde üstelik.
Niye bira evi değil de viski evi acaba??
Bir başka bisiklet cennetinde gördüğüm en etkileyici reklamdı.
Öğlene doğru yürümekten ayaklarıma kara sular inmiş ve de acıkmıştım. Bir yerde oturup bir şeyler yiyip ünlü biralarından bir tane içeyim dedim. Bu Marktplatz'da ilginç bir yöntem geliştirmişler. Yemek yiyeceksen öndeki masalara oturabiliyorsun. Arka ve genelde boş olan masalar sadece bir şey içmek için oturanlara ayrılmış. Güzel havada niye arka masalarda oturayım ki, değil mi... Daha sakin bir sokakta öylesine girdiğim bir lokantada yediklerimin tadı elan damağımdadır.
Çikolatanın bin hali.... Sutyenli, kedili, köpekli, popolu, bıçaklı.
Bir tane fotoğraflamasam sanki gönül koyacaklarmış gibi geldi:)
Oraya buraya serpiştirilmiş onlarca heykelden biri.
Vakit çok çabuk geçti. Grupla buluşma saati gelmiş bile. Fazla bir şey anlamadım, ama çok sevdim. Bir gün inşallah Brüksel'i ziyaret ettiğimde burayı tekrardan görebilmek kısmet olur.
Başka bir gezimi anlatana kadar, sağlıkta kalın, iyi kalın.
Fransa'nın arka bahçeleri diye adlandırılan yerlerinde ne kadar gezmelere, bakmalara doyamıyorsam, başkentinden de o kadar nefret ediyorum.
Rahmetli annemle babam bu şehre aşıktılar. Ben de, Loire Şatoları gezim bittikten sonra, onların ayak izlerini son kez sürmek üzere dört günümü burada geçirmeye karar verdim. Ya şehre birazcık ısınacaktım; veyahut bir daha adımımı atmayacaktım.
O kadar bunalıma girip sıkıldım ki, günü birlik bir yerlere kaçmam gerekiyor benim dedim.
Brugge ile tanışmam bu vesileyle oldu.
Otelin ayarladığı bir minivan ile toplam beş kişi sabahın erken bir saatinde Paris'ten ayrıldık. Kısa bir süre sonra da Kuzeyin Venediği, havasında çikolata kokusu olan Brugge'e vardık.
Dünya varmış.... Benim Paris'te nasıl bir işim olabilir ki?
Brugge, Belçika'nın Batı Flandra ilinin başkenti. Orta çağdan kalma mimarisi II. Dünya Savaşında zarar görmediğinden günümüze kadar hiç bozulmadan korunmuş.
Kuzey Denizi kıyısında olmamasına rağmen denize yakınlığı sebebiyle hâlâ bir liman kenti olarak anılmakta.
Burada geçireceğim sadece dört saatim var. Detaya girecek olsam, şehrin büyük bir bölümünü göremeyeceğimi düşünüp, kalabalığı takip etmeye karar verdim.
Botların kanal turu yaptıkları yere gelince, bu yapılmalı ama, deyip kendimi birinin içinde buldum.
Venediğin daha minyatüründe kanal gezisi yapmak gerçek bir keyif.
Bu çeşmenin olduğu yerde de ilginç bir şeye tanık oldum. Köpekli ve bebekli bir aile çeşmenin hemen arkasındaki kiliseyi ziyaret etmeye gelmişlerdi. Önce baba ve kızı içeri girdiler; kadın köpeğiyle dışarıda onları bekledi; baba kız çıktıklarında köpeği devralıp kadını içeri yolladılar. Kimse durumundan şikayetçi değildi.
Bir gün, olur a, İstanbul'a veya herhangi bir ilçesine Belediye Başkanı falan olacak olursam, bunların kullanılmasını ŞART KOŞACAĞIM:) Başka türlü ruhsat vermem diyeceğim. İyi de, mesela dönerci veya xxx Lahmacun'cu nasıl bir şey yapacak, merak ettim. Ama biz yaratıcı milletizdir, illa ki uygun bir şey kotarırız. Dükkanının adını ÇİKIN Döner koyan bir dehadan her şey beklenir... Konuyu saptırdım:)
Dantellerinin zerafeti. En sevmeyen bile mutlaka bir tane alır diye düşünüyorum.
Ama çok çok güzeller.
Kadının el attığı her iş bir eda kazanıyor...
İlginç bir sergiydi. Kilisenin merdivenlerinde üstelik.
Niye bira evi değil de viski evi acaba??
Bir başka bisiklet cennetinde gördüğüm en etkileyici reklamdı.
Öğlene doğru yürümekten ayaklarıma kara sular inmiş ve de acıkmıştım. Bir yerde oturup bir şeyler yiyip ünlü biralarından bir tane içeyim dedim. Bu Marktplatz'da ilginç bir yöntem geliştirmişler. Yemek yiyeceksen öndeki masalara oturabiliyorsun. Arka ve genelde boş olan masalar sadece bir şey içmek için oturanlara ayrılmış. Güzel havada niye arka masalarda oturayım ki, değil mi... Daha sakin bir sokakta öylesine girdiğim bir lokantada yediklerimin tadı elan damağımdadır.
Çikolatanın bin hali.... Sutyenli, kedili, köpekli, popolu, bıçaklı.
Bir tane fotoğraflamasam sanki gönül koyacaklarmış gibi geldi:)
Oraya buraya serpiştirilmiş onlarca heykelden biri.
Vakit çok çabuk geçti. Grupla buluşma saati gelmiş bile. Fazla bir şey anlamadım, ama çok sevdim. Bir gün inşallah Brüksel'i ziyaret ettiğimde burayı tekrardan görebilmek kısmet olur.
Başka bir gezimi anlatana kadar, sağlıkta kalın, iyi kalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder