Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

27 Ocak 2014 Pazartesi

Calgary

2011 yılında çok sevdiğim Kanada’ya ikinci bir gezi yaptım. Bu sefer ülkenin Alberta diye anılan bölgesindeydim.
 
On bir günlük paket program Vancouver’dan başlayıp  bir hafta  Alaska fiyortlarında gemi, 




 hemen sonrasında iki gün Rocky Mountaineer treni ile Kanada Kayalık Dağları'nda devam edip , 



 Calgary’de bitti.

Sonrasında tamamen özgürdüm. Calgary’i o kadar sevdim ki şehirde kalıp etrafı dolaşmaya karar verdim.

Otel tercihimi paket program dahilinde bir geceliğine adıma oda ayrılmış yerde kullanmak istedim. Ama maalesef yer yoktu.  Ben insana bu kadar değer veren bir başka ülke daha görmedim.  Resepsiyondaki görevliler önüme bir telefon ve kalınabilecek otellerin listesini koyup teker teker aramamı söylediler. Yirmi otelden on dokuzunda yer yoktu…  Son otelin, Holiday Inn Express, telefonunu çevirirken son derece mutsuzdum. Ama orada tek bir oda, hem de sigara içilen oda bulunca hemen yerimi ayırttım. Geliyorum dedim. Resepsiyona gidip teşekkür ettim, telefon borcumu sordum. Ne demek, dediler. Sizi burada ağırlayamadık, hiç olmazsa bu kadarını yapalım…  Bir kahve ikram ettiler ve beni yolcu ettiler.

Calgary sahip olduğu nüfusla - bir milyon kişi, Alberta eyaletinin en büyük kenti ve dünyanın en zengin bölgelerinden biri olarak kabul edilmekte.

Kent, 1914 yılında Alberta'da petrolün bulunmasıyla başlayan süreçte, 40'larda eyaletin sahip olduğu petrol kaynakları ve diğer doğal kaynaklarla zenginleşmesi, özellikle 1973 yılında Arap petrolüne uygulanan ambargo dolayısıyla artan petrol fiyatlarına bağlı olarak baş döndürücü bir hızla gelişir. Günümüzde Calgary, Toronto'dan sonra en fazla şirket merkezine sahip şehir. 


Kent, ünlü Kanada Kayalık Dağları'na - Canadian Rockies, seksen kilometre uzaklıkta olup Bow nehri eteklerinde kurulu.

Calgary, sanattaki tercihleri her zaman klasik olan bana, mimaride modernizmi sevdirendi. Sevdirmenin de dışında, hayran oldum, ağzımı kapayamadım.


Binalardaki yansımalar...


Bizim tarihimize göre "yeni sayılacak" bu mimari karşısında adamların gözleri sulanıyor, işte tarihimiz, diyorlar. Sen de, en yakın tarihini düşünüp akıl tutulması yaşıyorsun.


Şehrin "eski denilen" bölümünün modernliği. Çelik konstrüksiyonun kıvrım kıvrım hali.


Ülkenin ilk buharlı treni.


Tren Müzesi'nin içi


Başka türlü ispat edilemiyor herhalde..


Belediye Binası. En çok fotoğrafı burada çekmişim, nasıl düzenlemişlerse artık,  her katında ayrı bir yansıma vardı.




Belirli katlardan karşı binalar yansıtılmış, ara katlardan birinden de bahçe... Bu binadan bir türlü ayrılamadım.


Bir park duvarı. Pembe sincaplar


Kanada'nın en büyük tarih müzesiyle inanılmaz gurur duyuyorlar.



Rahmi Koç Müzesi'ni bilmeyenlere, vay vay vay dedirtir!!


Eski benzin pompaları.


Eski gar binası güzel bir kafeye dönüştürülmüş.



Buraları özel kılan da içerisinden çok dışarısı. Kaykaycılar için ayrı yollar, bisiklet yolları, teknelere gitmek için ayrı güzergahlar... sanki senin yaya olarak orada hiç işin yokmuş gibi geliyor insana... Sanki mutlaka bir şey yapmak zorundasın.... Yürümek - turist yürüyüşü, yasak-mış gibi sanki.

Yeniden merkeze dönelim.



Binalar blok blok fotoğraflardaki gibi tünellerle birbirine bağlanmışlar. O kadar anlam veremedim ki, sordum: Soğuk kış günlerinde insanlar sokağa hiç çıkmadan istedikleri yerlere gidip gelirmiş bu tüneller aracılığıyla. Allah Allah....
Montreal'de kilometrelerce uzunluğundaki yeraltı şehirlerini biliyorum. Ama bu bir ilkti.


Bunu hiç anlamadım!!! Izgaraların üstünde yürüyeceğin yerler... Niye ki?? Bilmiyorum. Québec'deki dışarıda içki içme olayından dersini fazlasıyla almış biri olarak, uysa da uymasa da ayaklarımı o noktalara getirmeye çalışarak gittim, geldim; yine gittim, yine geldim. Seksek oynamak istedim - yapmadım. Çok sevdim!! Bana da kimse bakmadı. Ne yapıyor bu kadın demediler....


Burada da erkeklerin derdi iş-güç...



Kadınlarsa parklarda erkeklerin işgüzarlıklarını protesto ediyorlar....


Her halinden çok sıkıldığı belli. Ağzındaki sigara, yüzündeki çizgiler... Acıdım haline...


Geçtim oturdum karşısına. Hadi, dedim, tez elden şah ve mat ...
Çok düşündü... kusura bakma, ben turistim; senin kadar vaktim yok... şansını kaybettin, bana eyvallah.



Calgary Tower'dayım. Dizlerimin bağı çözüldü; tir tir titredim... Yüksekten korktuğumu da böylecene anlamış oldum. İkinci fotoğraftaki o yarım metrelik yere parmağımın ucuyla bile dokunamadım. Aslında yukarı çıkmamla inmem bir oldu...

Burada kaldığım sürede akşam yemeklerini genellikle eski şehir diye adlandırılan o çelik konstrüksiyonun altındaki mekanlarda yedim. Her türlü yemek var.

Gün boyunca insandan geçilmeyen yerler gecenin çok da geç olmayan saatlerinde birden bire boşalıyor. Sokaklarda kimsecikler kalmıyor. Mekanlar da kepenklerini indiriyorlar.

Kanada çok güzel ülke. Gerçekten çok keyifle gezdiğim, gitmekten hiç bıkmayacağım yerlerden biri.

Yazmaya devam edeceğim Alberta bölgesini...

İyi kalın, sağlıkta kalın.

2 yorum: