Antalya'da bir arkadaşımı ziyarete gittim geçen hafta. Seydişehir'e gitmeye zaten niyetliydik; hava sıcaklığı da bizi tetikleyince hemen yola çıktık.
En güzel gün batımı Alman Kahve'sinden izlenirmiş. Biz o saate kadar kalamadık ama en azından püfür püfür esen çardağın altında su, kahve içtik.
Yaz elmasıymış. Hiç bilmezdim elmanın da mevsimlik olduğunu...
Dalında armut. Kış çok soğuk geçmiş oralarda. -25 dereceye kadar düşmüş ısı. Bu sebeple her şey üşümüş... Meyveye geç durmuş ağaçlar.
Ayan beyan vişne... Ağaç yıkılıyordu.
Nedense Side'yi daha önce ziyaret ettiğimden çok emindim. Yolumuzun üstünde olduğundan bir girdik ve böylecene oraya ilk kez ayak bastığımı anladım. Ayıp etmişim. Bu mevsimde asla; ama sonbaharda gidilmeli.
Yine aşırı sıcak dolayısıyla fazla vakit geçiremediysek de fotoğraf almama engel olunmadı.
En güzel gün batımı Alman Kahve'sinden izlenirmiş. Biz o saate kadar kalamadık ama en azından püfür püfür esen çardağın altında su, kahve içtik.
Şehrin en orta yerinde Apollon Tapınağı. Daha önce gelmiş olsaydım bunu hatırlamaz mıydım hiç?
Side sahili. Düz ayak denize girilebilecek yer var mı, bilmiyorum.
Ancak şunu gözlemliyorum: Memleketimizde turist yok denecek kadar az.
Hep aynı şeyleri satan onlarca dükkan. Bu ayrıntı gözüme çok güzel geldi.
Otobüs durağı mıdır nedir acaba?
Su kaynatan otomobiller gibi sürekli söyleniyorum. Çok sıcak. Hadi gidelim; yaylalara çıkalım.
Side'den ayrılırken sıcaklık 34 dereceyi gösteriyordu. Bir saat sonra 18'e indi. Hatta yağmurla birlikte indi. Yemyeşil dağların arasından yüksele yüksele, kıvrıla döne -/+ 2.5 saatlik bir yolculuktan sonra Seydişehir'e vardık.
Hemen yol arkadaşım Sevgi'nin ablasına ait bağ evine yollandık.
Oh dünya varmış.
Böyle yerlerin hâlâ var olduğunu görmek beni çok mutlu etti; şaşırdım; çocukluğuma gittim. Bir dut ağacının gölgesinde en son 5/6 yaşlarındayken oturduğumu; kulağımıza küpe yaptığımız kirazı dalında aynı yaşlarda gördüğümü hatırladım. O kadar unutmuşum ki, vişneyle kiraz ağacını bile karıştırdım!!!
Yaz elmasıymış. Hiç bilmezdim elmanın da mevsimlik olduğunu...
Dalında armut. Kış çok soğuk geçmiş oralarda. -25 dereceye kadar düşmüş ısı. Bu sebeple her şey üşümüş... Meyveye geç durmuş ağaçlar.
Ayan beyan vişne... Ağaç yıkılıyordu.
Ve ayan beyan kiraz. Karıştırdım!!!!
Bağ evine girer girmez ilk dikkatimi çeken şey beni yine çocukluğuma götürdü. Kocaman dut ağacının altına bez serilmişti. Üstünde de ağaçtan düşen dutlar...
Ancak tabiat ana meyvelerin kendiliğinden düşmesine fırsat vermedi. Tam salıncağa kurulmuş, etrafın keyfine varmak üzereydim ki, çıkan rüzgar ve peşinden yağmur, dut yağmurunu da beraberinde getirdi. İçtiğimiz çay bardağının tam kenarına dahi düştü. 7 kişi dökülen meyveleri toplamaya başladık. 3 leğen çıktı....
İstesen o kenara konduramazsın.
Dut topluyoruz.
Bu arada kulağım hiç alışık olmadığım bir sese odaklandı. Bu ne, diye sordum. Onlar alışmışlar... bir an duraklayıp, ağaçların sesi dediler. Rüzgarda yaprakların hışırtısıymış duyduğum o yabancı gürültü. Peh....
Bağ evine girer girmez ilk dikkatimi çeken şey beni yine çocukluğuma götürdü. Kocaman dut ağacının altına bez serilmişti. Üstünde de ağaçtan düşen dutlar...
Ancak tabiat ana meyvelerin kendiliğinden düşmesine fırsat vermedi. Tam salıncağa kurulmuş, etrafın keyfine varmak üzereydim ki, çıkan rüzgar ve peşinden yağmur, dut yağmurunu da beraberinde getirdi. İçtiğimiz çay bardağının tam kenarına dahi düştü. 7 kişi dökülen meyveleri toplamaya başladık. 3 leğen çıktı....
İstesen o kenara konduramazsın.
Dut topluyoruz.
Bu arada kulağım hiç alışık olmadığım bir sese odaklandı. Bu ne, diye sordum. Onlar alışmışlar... bir an duraklayıp, ağaçların sesi dediler. Rüzgarda yaprakların hışırtısıymış duyduğum o yabancı gürültü. Peh....
Duyduğum en güzel sesler arasına girdi yaprak hışırtıları.
Ailenin en büyük kızı niyetli. Akşam yemeği için iftar vaktini bekliyoruz. Sofra yavaş yavaş kurulmaya başlandı. Ben de el atmak istiyorum, amma velakin misafir muamelesine tabi tutuluyorum.
Hava yağmurlu olduğundan kış bahçesine çevrilmiş kapalı mekanda yiyeceğiz. Yapacak bir şey yok. Masa donatılıyor. Bulgur pilavı, sarma, fasulye, çoban salata, yeşil salata, balık.
Top atıldı. Oruçlu olana ve isteyene çorba ikram edildi. Almayarak her halde hata ettim!!!
Balık bittikten sonra sarmaya uzandım. Hmmm... sonrasında da fasulyeye. Efendi efendi çatal kaşıkla yiyordum ki, olmaz dediler. Lavaş ekmeğinin içine bir kaşık koydular, sardılar ve yediler. Böyle yenilirmiş oralarda. Allah razı olsun. Fasulye güveç kapta ocakta pişmiş meğer. Belli.
Ocak bu....
Çok uzun bir süredir bu kadar samimi bir aile ortamında bulunmadığımın da ayrımına vardım o gece. Hem üzüldüm, hem de yine yeniden bu tür insanların varlığından dolayı mutlu oldum.
İftar sonrası sofra toparlanıp çaylar içildikten sonra geceyi geçirmek üzere en büyük ablanın evine gittik. Ertesi sabah kahvaltıda yeniden buluşacağız.
Misler gibi uyumuşum.
Sabah bağ evine gittiğimizde Sevgili Gönül sanki bütün bir gece hazırlık yapmış gibiydi!!!
Ufacık bir yuvarlak masanın etrafına 7 kişi sığıyormuş meğer... Fazlalıklardan kurtulmamız gerek.
Patlıcan, patates ve kabak kızartması. Sosu ayrı servisteydi. Ne ara kızartmış bunları acaba....
Hepsi bahçe ürünü.
Tahinli ve şekerli kömbe. El yapımı. Allah'ım sana geleceğim.
Su böreği. Ev yapımı....
Kahvaltı sonrası kardeşler bir anda sofrayı toplayınca ben de etrafın fotoğrafını çekmeye başladım.
Ocağı yakmakta kullanıyorlar.
Bağın gülleri.
Odunlar kesilip istiflenmiş.
Kullanılmak üzere bekliyor.
Ailenin en büyük kızı niyetli. Akşam yemeği için iftar vaktini bekliyoruz. Sofra yavaş yavaş kurulmaya başlandı. Ben de el atmak istiyorum, amma velakin misafir muamelesine tabi tutuluyorum.
Hava yağmurlu olduğundan kış bahçesine çevrilmiş kapalı mekanda yiyeceğiz. Yapacak bir şey yok. Masa donatılıyor. Bulgur pilavı, sarma, fasulye, çoban salata, yeşil salata, balık.
Top atıldı. Oruçlu olana ve isteyene çorba ikram edildi. Almayarak her halde hata ettim!!!
Balık bittikten sonra sarmaya uzandım. Hmmm... sonrasında da fasulyeye. Efendi efendi çatal kaşıkla yiyordum ki, olmaz dediler. Lavaş ekmeğinin içine bir kaşık koydular, sardılar ve yediler. Böyle yenilirmiş oralarda. Allah razı olsun. Fasulye güveç kapta ocakta pişmiş meğer. Belli.
Ocak bu....
Çok uzun bir süredir bu kadar samimi bir aile ortamında bulunmadığımın da ayrımına vardım o gece. Hem üzüldüm, hem de yine yeniden bu tür insanların varlığından dolayı mutlu oldum.
İftar sonrası sofra toparlanıp çaylar içildikten sonra geceyi geçirmek üzere en büyük ablanın evine gittik. Ertesi sabah kahvaltıda yeniden buluşacağız.
Misler gibi uyumuşum.
Sabah bağ evine gittiğimizde Sevgili Gönül sanki bütün bir gece hazırlık yapmış gibiydi!!!
Ufacık bir yuvarlak masanın etrafına 7 kişi sığıyormuş meğer... Fazlalıklardan kurtulmamız gerek.
Patlıcan, patates ve kabak kızartması. Sosu ayrı servisteydi. Ne ara kızartmış bunları acaba....
Hepsi bahçe ürünü.
Tahinli ve şekerli kömbe. El yapımı. Allah'ım sana geleceğim.
Su böreği. Ev yapımı....
Kahvaltı sonrası kardeşler bir anda sofrayı toplayınca ben de etrafın fotoğrafını çekmeye başladım.
Ocağı yakmakta kullanıyorlar.
Bağın gülleri.
Odunlar kesilip istiflenmiş.
Kullanılmak üzere bekliyor.
Çit ve tel.
Doğanın en doğal halleri.
Kullanılmayan bir buzdolabının rezistansı çit olarak yaşamına devam ederken... Bu beni çok etkiledi. Üstündeki kurumuş yapraklar falan...
Bu arada içeriden Sevgi sesleniyor; Banu, Türk kahvesi? Evet lütfen; ama bırakın ben yapayım.
Yaptırmadılar, ama neyse ki servisi yapmama izin verdiler.
Banu bacı hizmette pozu :)
Bahçeyi fotoğraflamaya devam.
Bu kadar güzel ve sağlıklı yetiştirebilir miyim acaba?
Bağda bir tane kırma kangal köpek var tabii ki. Her cins köpekle haşır neşir olabilen ben, bu hayvandan tırstım. İlk geldiğimiz gün yabancı olduğumdan deli gibi havladı. İkinci gün ise, hiç sesini çıkarmadı. Kulübesinden bile dışarı çıkmadı da tarla olan bölüme gidebildim... Allah iyiliğini versin senin köpek.
Salatalık bölümü. Dalından koparıp, hiç yıkamadan çıtır çıtır yemek....
Fasulye sırıkları.
Görüntü çok güzel de, o rüzgarda bağ sahiplerinin sırıklar koptu diye o yöne koşturmaları da işin bir başka yönü. Gerçeği. Ben sanal sanal yaşadım!!!
Evin kadınlarını akşama hazırlık yapmaları için - mangal yakılacak - evde bırakıp, Birsen ile Sevgi kardeşlerle Seydişehir'i gezmek üzere yola düştük.
2 tipik Seydişehir evi/konağı.
Adile Baysal Kültür Evi ve Seydişehir Müzesi vitrayları.
Burası Baysal ailesi tarafından bağışlanmış bir eski konak. Belediyenin himayesinde onarılarak Şehir Müzesi'ne dönüştürülmüş. Misafirleri olduğum kız kardeşlerin 3 numarasının - Canan - aslına uygun olarak restore edilmesindeki katkı ve emeği çok fazla.
2 katlı konak kısmında yaşam alanları yansıtılırken, dışarıda bahçenin bir bölümü kapatılarak müze haline dönüştürülmüş. Bağışlarla zamanın yaşantısı anlatılmış. Çok başarılı.
Yukarıdaki fotoğraflar google'dan indirilmiştir.
Belediye bir kaç konağı daha satın almış. Yakın bir gelecekte restorasyon çalışmalarına başlayacak ve otel olarak hizmete sokacakmış.
Seyit Hatun Veli Camii içi tamamen ahşap olan bir başka camimiz. Çok karanlık olduğundan fotoğraf çekemedim.
Ailenin bağ evi yetmemiş olacak ki, beni bir başkasına daha götürdüler. Allah razı olsun.
Böğürtlen.
Benim güllerim niye böyle değiller.....
O bağ evinin kuzinesi.
Bu arada bir şey daha öğrendim. Bağ evlerinde balkonların altında buzhane olarak kullanılan büyük odalar inşa edilmiş. Peynirler, reçeller, turşular buralarda muhafaza edilirmiş. Tam benlik mi ne...
Dalından yeni toplanmış meyveler.
Mutluyum değil mi?
Kuğulu Park'a da gittik.
Onlar şehrin azıcık dışında diyorlar ama bence şehrin göbeğinde Kuğulu Park. Helal olsun dedim. Doğal su kaynağında yürüme yolları, ördekler, kuğular, bol ağaçlı bir yer. İstanbul'da yok böyle bir park.
Kırmızı, beyaz ve yeşil. Pırıl pırıl. Çok güzeldi.
Kuğuları ve yeşil başlı ördekleri ekmekle besleyip Pınarbaşı'na gittik.
Pınarbaşı'ndaki en güzel manzara buydu.
Artık eve dönme vakti geldi.
Beni yine mutfağa sokmayınca etrafta fotoğraf çekimlerine devam ettim.
Kareler.
Çatıları,
Kapıları,
Eski taş evleri,
Yaşanmış, yaşanmışlık hissi veren her şeyi seviyor ve fotoğraflıyorum.
Sevgi, tam da bu noktada böyle bir fotoğrafım olmasını çok isterdim. Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla... Geri çevrilemezdi :)
Son kare derken son 2 kare....
Sırtımızda şallarla açık havada yenilen yemek; gider ayak bana temin edilen 5 kiloluk keçi peyniri bidonu - eylülde yenmeye başlanacak.. Ben bu insanları, onların insanlığını unutamam ki. Ne kadar teşekkür etsem azdır.
Acaba ben de mi buralarda "bağlansam" diye düşünmedim değil.
Kader kısmet... Eğer bir gün "bağlanacak" olursam, bu güzellik de benim olacak. Tek şartım o....
İyi kalın, sağlıkta kalın.
Doğanın en doğal halleri.
Kullanılmayan bir buzdolabının rezistansı çit olarak yaşamına devam ederken... Bu beni çok etkiledi. Üstündeki kurumuş yapraklar falan...
Bu arada içeriden Sevgi sesleniyor; Banu, Türk kahvesi? Evet lütfen; ama bırakın ben yapayım.
Yaptırmadılar, ama neyse ki servisi yapmama izin verdiler.
Banu bacı hizmette pozu :)
Bahçeyi fotoğraflamaya devam.
Bu kadar güzel ve sağlıklı yetiştirebilir miyim acaba?
Bağda bir tane kırma kangal köpek var tabii ki. Her cins köpekle haşır neşir olabilen ben, bu hayvandan tırstım. İlk geldiğimiz gün yabancı olduğumdan deli gibi havladı. İkinci gün ise, hiç sesini çıkarmadı. Kulübesinden bile dışarı çıkmadı da tarla olan bölüme gidebildim... Allah iyiliğini versin senin köpek.
Salatalık bölümü. Dalından koparıp, hiç yıkamadan çıtır çıtır yemek....
Fasulye sırıkları.
Görüntü çok güzel de, o rüzgarda bağ sahiplerinin sırıklar koptu diye o yöne koşturmaları da işin bir başka yönü. Gerçeği. Ben sanal sanal yaşadım!!!
Evin kadınlarını akşama hazırlık yapmaları için - mangal yakılacak - evde bırakıp, Birsen ile Sevgi kardeşlerle Seydişehir'i gezmek üzere yola düştük.
2 tipik Seydişehir evi/konağı.
Adile Baysal Kültür Evi ve Seydişehir Müzesi vitrayları.
Burası Baysal ailesi tarafından bağışlanmış bir eski konak. Belediyenin himayesinde onarılarak Şehir Müzesi'ne dönüştürülmüş. Misafirleri olduğum kız kardeşlerin 3 numarasının - Canan - aslına uygun olarak restore edilmesindeki katkı ve emeği çok fazla.
2 katlı konak kısmında yaşam alanları yansıtılırken, dışarıda bahçenin bir bölümü kapatılarak müze haline dönüştürülmüş. Bağışlarla zamanın yaşantısı anlatılmış. Çok başarılı.
Yukarıdaki fotoğraflar google'dan indirilmiştir.
Belediye bir kaç konağı daha satın almış. Yakın bir gelecekte restorasyon çalışmalarına başlayacak ve otel olarak hizmete sokacakmış.
Seyit Hatun Veli Camii içi tamamen ahşap olan bir başka camimiz. Çok karanlık olduğundan fotoğraf çekemedim.
Ailenin bağ evi yetmemiş olacak ki, beni bir başkasına daha götürdüler. Allah razı olsun.
Böğürtlen.
Benim güllerim niye böyle değiller.....
O bağ evinin kuzinesi.
Bu arada bir şey daha öğrendim. Bağ evlerinde balkonların altında buzhane olarak kullanılan büyük odalar inşa edilmiş. Peynirler, reçeller, turşular buralarda muhafaza edilirmiş. Tam benlik mi ne...
Dalından yeni toplanmış meyveler.
Mutluyum değil mi?
Kuğulu Park'a da gittik.
Onlar şehrin azıcık dışında diyorlar ama bence şehrin göbeğinde Kuğulu Park. Helal olsun dedim. Doğal su kaynağında yürüme yolları, ördekler, kuğular, bol ağaçlı bir yer. İstanbul'da yok böyle bir park.
Kırmızı, beyaz ve yeşil. Pırıl pırıl. Çok güzeldi.
Kuğuları ve yeşil başlı ördekleri ekmekle besleyip Pınarbaşı'na gittik.
Pınarbaşı'ndaki en güzel manzara buydu.
Artık eve dönme vakti geldi.
Beni yine mutfağa sokmayınca etrafta fotoğraf çekimlerine devam ettim.
Kareler.
Çatıları,
Kapıları,
Eski taş evleri,
Yaşanmış, yaşanmışlık hissi veren her şeyi seviyor ve fotoğraflıyorum.
Sevgi, tam da bu noktada böyle bir fotoğrafım olmasını çok isterdim. Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla... Geri çevrilemezdi :)
Son kare derken son 2 kare....
Sırtımızda şallarla açık havada yenilen yemek; gider ayak bana temin edilen 5 kiloluk keçi peyniri bidonu - eylülde yenmeye başlanacak.. Ben bu insanları, onların insanlığını unutamam ki. Ne kadar teşekkür etsem azdır.
Acaba ben de mi buralarda "bağlansam" diye düşünmedim değil.
Kader kısmet... Eğer bir gün "bağlanacak" olursam, bu güzellik de benim olacak. Tek şartım o....
İyi kalın, sağlıkta kalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder