Büyük gün geldi sonunda. balina görmeye gideceğiz.
Ben bu balinalardan vallahi çok çektim. Sırf onları göreyim
diye iki yıl önce Alaska’da bir haftalık gemi yolculuğu yaptım. Sadece ama
sadece bir sefer, gemideki tek Türk olarak, avaz avaz , aaaa, BA.....
diyebilmişken, hayvan kuyruğunu vurdu ve gitti. Ben sonrasında, su akar alık
bakar pozisyonunda, o denizlerin “istavritlerine” fit olmuş durumdaydım. Hiç
bir gezimden o kadar mutsuz dönmemiştim.
İşte bu yüzden, balinalar benim için çok çok önemli....
Balıkçı tekneleriyle çıkılacağı ve kapalı alan olmadığı
söylendiği için yanımızda getirdiğimiz veya oradan satın alınan en kışlık
kıyafetlerimize bürünüp Hüsavik’e doğru yola çıktık.
İzlanda’da bir şehir adının sonunda “vik” eki varsa, o
bizdeki “bük” anlamına geliyor.
Bu Hüsavik ismine okuduğumdan ilk andan beri takılmış
vaziyetteyim. İçindeki tek a harfini iki a gibi okuduğumdan – nedeni yok – bana
hep Hüsam gibi geliyor!!!
Böyle...
Neyse.
Hüsavik şirin mi şirin bir balıkçı köyü. Tek geçim kaynağı
da balina görme gezileri. Bu işi yapanlar, an itibarıyla İzlanda’nın en zengin
kişileri olmuş. Ve de balina avına karşı çıkanların başında da onlar geliyor.
Teknelere randuvu saatine göre binilecek. Yine Teoman’ı ve
grubunu görüyorum. Tam önümüzdeler. Kim bilir, belki de aynı teknede olacağız.
Tekneye çıkar çıkmaz, giyilmesi mecbur olmayan özel turuncu
tulumlar dağıtıldı. Görebildiğim kadarıyla bizim gruptan fazla kişi tenezzül
etmedi onlara.
Hareket ettik. Önce kısa bir brifing verildi. Balinalar
görüldüğünde – yüzde yüz görecekmişiz, öyle dediler – görüldükleri yer, saat
dilimine göre anons edilecekmiş. Mesela, saat on bir istikametinde; saat yedi
istikametinde gibi. Herkes ne çabuk anlamış bunu... Gerisini boş verip, bir
buna odaklanılmış sanki.... Sonunda gerçekten görüldüğünde, kaptan leb demeden
bizler leblebiyi anlar olmuştuk... Hay Allahım....
Hava buz gibi. Tur da üç saat sürecek. Hadi bakalım,
hayırlısı.
Hareket ettikten sadece beş dakika falan sonra, e hadi ama,
neredeler ki bunlar... biz kazıklanıyoruz... boşu boşuna geldik muhabbeti
çoktan başlamıştı. Ama, bu arada da, olur a, tepedeki kaptan göremez falan, biz
yolcular teknenin bir o yanından, bir öteki yanına gidip geliyoruz. Bir sağa yatıyoruz, bir sola.. Milletin elinde kolum uzunluğunda fotoğraf makineleri.
Zoomlar... Onu görünce, Banucum, senin sağ elin zaten sakat, üstelik de alçıda.
Sen bırak fotoğraf makinesiyle uğraşmayı, al eline hafif cep telefonunu, bas
düğmesine, çıkanlarla da mutlu ol, komutunu verdim kendime.
Anammmmmm, ahan da yunuslar.... Uyyyyy...
.
Sürü halinde batıp çıkıyorlar. Tek kare yakalayabilmemin
mümkün olmadığını fark edince cep telefonumu da cebime soktum. Şu anın keyfini
çıkart Banu, dedim kendime.
"Yunuslar da benim için çok öneme haiz hayvanlardır. Zira bir
zamanlar, on beş yıl kadar önce, yunus olmak istemiştim. Beyaz tumturaklı
gemilerin etrafında atlaya zıplaya yüzmek ve bana bakan insanların yüzlerindeki
mutlu ifadeyi görmek.... Fazla kişisel bir hikayedir."
Teknelerin bir tarafa fazlaca yatış şekli, orada bir olay
olduğunun kesin göstergesi. Diğer seyir halindeki tekneler de inanılmaz bir
hızla yön değiştirip, hayvanların huzurunu kaçırmak üzere horhorhor yanyana
geldiklerinde, hayvanlar dibe dalıp ortadan yok oluyorlar.
Kendi kendime, sen oradan oraya koşturma; şu konumunda kal,
yeniden su yüzeyine çıkarlarsa rahat rahat izlersin. Nitekim de öyle oldu.
Tekli, çiftli, gruplar halinde çıktılar; atladılar, zıpladılar ve büyük anons
geldi. Saat on ....
HURRAAAAAA.....
Vallahi orada, ve işte püskürttüğü su. Sonunda en azından
bunu görebildim. O sırada tam da teknenin kenarındaydım. Yani önümde kimse
yoktu. Hemen cep telefonumu çıkartıp düğmesine basmaya başladım. Sağımda,
solumda o uzun makinelerden zaman ayarlı “çatçatçat” sesler geliyor; benden, “klik,
klik”!!
Kambur balina gördüm. Anam da yerim ben onu.... Dev hayvanı nasıl yiyeceksem işte. Sevgi ifadesi
benimki.... Su yüzeyine de çıktı. Kamburunu da gösterdi; kuyruğunu da vurdu. Ve
ben klikklik çektim. Bir de üstüne üstlük heyecandan, panikten telefonu tutan
parmağımla objektifin yarısını kapamışım, ama olsun, gözüküyor; en önemlisi ben
biliyorum.
Çok gördük hem de. Üçü bir arada dahi gördük. Bebek balina
da gördük anasının yanında.
Hayatımda en istediğim iki hayvanı yakından “tanıma”
fırsatım olduğu için çok şanslıyım. Bunlardan biri penguen – el ele tutuşup
yürümeyi çok arzu ederken, az kalsın bacağımdan et koparacaktı, diğeri de
balina. O soğuk sularda onlarla yüzmeyi istemedim ama... Aklıma bile gelmedi!!
Ya üç saat ne ara geçti de biz geri dönüyoruz...Mürettebatın yaptığı kahve
ve kek ikramı iyi geldi.
Sahile çıktığımızda bütün suratlar güleçti...
Öğle yemeğimizi oradaki bir otelde yedikten sonra geri dönüş
saatine kadar “Hüsam'da” serbest zamanımız oldu. Dolaştık,
fotoğraf çektik. Gün ortasına doğru da, son gecemizi geçireceğimiz, tüm grubun
AYURVEDA diye adlandırdığı Akureyri’ye geri döndük.
Yarın yolculuğumuz ülkenin Doğu sahillerinde devam edecek. Ülkeye dönmemize az kaldı. Bu gezi daha uzun sürmeliydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder