Benim grup Myvatn Gölü çevresini dolaşırken ben günümü bu
güzel şehirde, Akureyri’de tek başıma geçireceğim.
Lego’dan yapılmış bir şehir burası. İzlanda’nın ikinci büyük
şehri. Nüfusu yirmi bin. Hem kuzeyin başşehri, hem de Reykjavik’ten sonra
ülkede üniversite bulunan ikinci yerleşim.
Sabah ilk işim hastahaneyi gidip raporumu ve röntgen
sonuçlarını almak oldu.
Bir girişi hastahanenin orada olan ve o enlemdeki tek olma
özelliğini taşıyan Botanik Bahçe'sinin içinden geçerek merkeze inen
kıvrımlı, yokuşlu yolda buldum kendimi.
Bahçedeki fıskiyeli havuz
Bahçeden görüntü
Bugün hava harika. Sekiz derece civarlarında. Bol güneşli.
Bizde, kar topluyor dedirten cinsten. Yazın ortaları olduğundan İzlandalılar
şort, t-shirt, parmak arası terliklerle dolaşıyorlar!! Banklarda güneşlenenler
de var. Ama, soğuğu çok seven ben bile, anorağımı bir türlü sırtımdan
çıkartamadım.
Merkeze inen yokuşlu yolun üstünde, limana karşı konuşlanmış
bir banka oturup, burada iki ay yaşanır mı, yaşanırsa nasıl olur acaba diye
uzunca bir süre düşündüm. Önünde minicik bir bahçesi olan bir stüdyo kiralamak;
orada kitap okumak; belki yeniden bisiklete binmeye başlamak; doğada kalbolmak
ve bu oldukça zor dili öğrenmeye çalışmak. Türkiye dışında bir yerde yaşamak
gibi bir niyetim hep var. Yerleşmek değil; sevdiğim bir ülkenin çok sevdiğim
bir şehrinde son bir çılgınlık yapmak.... Aklımda fikrimde olan tek ülke de,
Küba’ydı. Amma velakin, kardeşim, dostum, canım olan arkadaşım, ben ömrümü
yollarda seni görmek için geçiremem; bana bunu yapamazsın, deyince vaz geçtim
Küba hayalimden. İzlanda, Küba’ya göre çok daha yakın memlekete; üstelik ara
duraklarda sigara içilecek gaz odaları da var!!!
Gerçeğe döneyim ben:)
Hayal kurarken önümdeki manzara....
Akureyri boyundan büyük nüfusuna karşın sadece tek bir ana
caddeye sahip. O cadde üzerinde de yok yok. Çok güzel ve büyük bir kitapçıdan
tutun, eğlence ve sosyal hayatın kalbinin attığı yer.
Rengarenk çift katlı evler, her dükkanın içinde veya dışında
kahve içilecek masa ve sandalyeler; genç yaşlı insanlar...
Reykjavik'deki Hallgrim Kilisesinin minyatür hali de şehrin her tarafından görülecek noktaya dikilmiş.
Öğle yemeğimi dışarıdan çok tipik gördüğüm, içerisinin de
dolu olduğu bir mekanda, Bautinn Restaurant; www.bautin.is, yiyeyim dedim. Bulabilirsem, domuz yiyeceğim. Mönüde
vardı, ama balina eti de çok cazip göründü birden. Bir daha nerede bulup da
tadabileceğim. Onu ısmarladım, nasıl pişsin diye sordu garson kız... ne bileyim
ben... Bu balık yani.. Az pişsin dersem, önüme Sushi benzeri bir şey gelirse,
masadan kalkacağımı bildiğimden, orta lütfen dedim. Salonun ortasında kurulmuş
olan Salata Barı gel bana dedi. Yeşillik, domates, salatalık, roka bulabilme
heyecanıyla hamle ettim; çeşitli soslara bürünmüş soğuk makarnalar vs vs...
Sebze yok ülkede. Az bir şey tabağıma alıp yerime dönerken, bizim grup burada
değil; ama Türkçe konuşuluyor... Kafamı çevirdim ki, Koptur’dan Teo....
Sözleşsek, aynı yerde, aynı saatte buluşamazdık. Sarıldık, öpüştük. Grupta daha
önceki gezilerden tanıdığım iki bayan daha vardı. Dünya küçük, ve Türkler her
yerdeler.
Balina Steak nasıl diye soracak olursanız, hiç düşünmeden, ciğer sote tadında bir et diyeceğim. Yanında folyoya sarılarak pişirilmiş kabuklu patates ve sayıyla havuç... Bayıldığımı söyleyemem.
Öğleden sonramı da şehrin liman bölgesini karış karış
gezerek değerlendirdim. Ben böyle gezerken kaybolmayı çok severim. Burada o şansı bulamıyor insan!!
Şehrin liman bölgesi.
Limandaki Balina Kuyruğu heykeli.
Bir kamping seven arabası.
İzlanda’yı yazmaya başladığım ilk günden itibaren sürekli
olarak, adamlar ilginç, gereksiz hiç bir şey yapmıyorlar diye yazıp durdum.
Bunun bir başka örneğini de buraya yaşadım. Hazır boşum, vaktim bol,
hediyeliklerini buradan temin et dedim kendi kendime. Bir dükkandan alacaklarımı
alıp, kasada, hediye olacaklar, dedim. Bizde bunu deyince, özel hediye paketi
yapılır. Öyle biliyorum, öyle alışmışız. Kasiyer kız aldıklarımı naylon poşete
koyup, borcunuz şu kadar, dedi. Hediye olacaktı, dedim. Hallettim dedi. Nasıl
yani?? Fiyat etiketlerini çıkartmış!!! Hmmmmm.... Demek ki burada hediye paketi
gereksiz bir şey... İstanbul’a döndüğümde renkli kağıtlar arayıp durdum!!!
Yarın Hüsavik’de balina görmeye gideceğiz. Umarım bu sefer
görürüm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder