Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

21 Ağustos 2013 Çarşamba

Akureyri'de Tek Başına Geçirilen Keyifli Bir Gün

Benim grup Myvatn Gölü çevresini dolaşırken ben günümü bu güzel şehirde, Akureyri’de tek başıma geçireceğim.

Lego’dan yapılmış bir şehir burası. İzlanda’nın ikinci büyük şehri. Nüfusu yirmi bin. Hem kuzeyin başşehri, hem de Reykjavik’ten sonra ülkede üniversite bulunan ikinci yerleşim.

Sabah ilk işim hastahaneyi gidip raporumu ve röntgen sonuçlarını almak oldu.

Bir girişi hastahanenin orada olan ve o enlemdeki tek olma özelliğini taşıyan Botanik Bahçe'sinin içinden geçerek merkeze inen kıvrımlı,  yokuşlu yolda buldum kendimi.


Bahçedeki fıskiyeli havuz


Bahçeden görüntü            

Bugün hava harika. Sekiz derece civarlarında. Bol güneşli. Bizde, kar topluyor dedirten cinsten. Yazın ortaları olduğundan İzlandalılar şort, t-shirt, parmak arası terliklerle dolaşıyorlar!! Banklarda güneşlenenler de var. Ama, soğuğu çok seven ben bile, anorağımı bir türlü sırtımdan çıkartamadım.

Merkeze inen yokuşlu yolun üstünde, limana karşı konuşlanmış bir banka oturup, burada iki ay yaşanır mı, yaşanırsa nasıl olur acaba diye uzunca bir süre düşündüm. Önünde minicik bir bahçesi olan bir stüdyo kiralamak; orada kitap okumak; belki yeniden bisiklete binmeye başlamak; doğada kalbolmak ve bu oldukça zor dili öğrenmeye çalışmak. Türkiye dışında bir yerde yaşamak gibi bir niyetim hep var. Yerleşmek değil; sevdiğim bir ülkenin çok sevdiğim bir şehrinde son bir çılgınlık yapmak.... Aklımda fikrimde olan tek ülke de, Küba’ydı. Amma velakin, kardeşim, dostum, canım olan arkadaşım, ben ömrümü yollarda seni görmek için geçiremem; bana bunu yapamazsın, deyince vaz geçtim Küba hayalimden. İzlanda, Küba’ya göre çok daha yakın memlekete; üstelik ara duraklarda sigara içilecek gaz odaları da var!!!

Gerçeğe döneyim ben:)


Hayal kurarken önümdeki manzara....



 Ve arkamdaki güzellikler.. Stüdyo daire kiralarım derken, amaç buradaki kırmızı ev tabii ki değil.. Yanlış anlamalara yer vermemek adına açıklayayım istedim.

Akureyri boyundan büyük nüfusuna karşın sadece tek bir ana caddeye sahip. O cadde üzerinde de yok yok. Çok güzel ve büyük bir kitapçıdan tutun, eğlence ve sosyal hayatın kalbinin attığı yer.




Rengarenk çift katlı evler, her dükkanın içinde veya dışında kahve içilecek masa ve sandalyeler; genç yaşlı insanlar...

Reykjavik'deki Hallgrim Kilisesinin minyatür hali de şehrin her tarafından görülecek noktaya dikilmiş.


Öğle yemeğimi dışarıdan çok tipik gördüğüm, içerisinin de dolu olduğu bir mekanda, Bautinn Restaurant; www.bautin.is,  yiyeyim dedim. Bulabilirsem, domuz yiyeceğim. Mönüde vardı, ama balina eti de çok cazip göründü birden. Bir daha nerede bulup da tadabileceğim. Onu ısmarladım, nasıl pişsin diye sordu garson kız... ne bileyim ben... Bu balık yani.. Az pişsin dersem, önüme Sushi benzeri bir şey gelirse, masadan kalkacağımı bildiğimden, orta lütfen dedim. Salonun ortasında kurulmuş olan Salata Barı gel bana dedi. Yeşillik, domates, salatalık, roka bulabilme heyecanıyla hamle ettim; çeşitli soslara bürünmüş soğuk makarnalar vs vs... Sebze yok ülkede. Az bir şey tabağıma alıp yerime dönerken, bizim grup burada değil; ama Türkçe konuşuluyor... Kafamı çevirdim ki, Koptur’dan Teo.... Sözleşsek, aynı yerde, aynı saatte buluşamazdık. Sarıldık, öpüştük. Grupta daha önceki gezilerden tanıdığım iki bayan daha vardı. Dünya küçük, ve Türkler her yerdeler.

Balina Steak nasıl diye soracak olursanız, hiç düşünmeden, ciğer sote tadında bir et diyeceğim. Yanında folyoya sarılarak pişirilmiş kabuklu patates ve sayıyla havuç... Bayıldığımı söyleyemem.



Öğleden sonramı da şehrin liman bölgesini karış karış gezerek değerlendirdim. Ben böyle gezerken kaybolmayı çok severim. Burada o şansı bulamıyor insan!!


 Opera ve Bale binası, Kuzey Avrupa ülkelerinin hepsinde olduğu gibi, burada da su kenarına kurulmuş. Sanki denizden çıkıyormuş gibi geliyor insana. Her tür sanatsal etkinliğin yapıldığı bir bütün.



Şehrin liman bölgesi.


Limandaki Balina Kuyruğu heykeli.



Bir kamping seven arabası.





İzlanda’yı yazmaya başladığım ilk günden itibaren sürekli olarak, adamlar ilginç, gereksiz hiç bir şey yapmıyorlar diye yazıp durdum. Bunun bir başka örneğini de buraya yaşadım. Hazır boşum, vaktim bol, hediyeliklerini buradan temin et dedim kendi kendime. Bir dükkandan alacaklarımı alıp, kasada, hediye olacaklar, dedim. Bizde bunu deyince, özel hediye paketi yapılır. Öyle biliyorum, öyle alışmışız. Kasiyer kız aldıklarımı naylon poşete koyup, borcunuz şu kadar, dedi. Hediye olacaktı, dedim. Hallettim dedi. Nasıl yani?? Fiyat etiketlerini çıkartmış!!! Hmmmmm.... Demek ki burada hediye paketi gereksiz bir şey... İstanbul’a döndüğümde renkli kağıtlar arayıp durdum!!!


Yarın Hüsavik’de balina görmeye gideceğiz. Umarım bu sefer görürüm.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder