İzlanda dilinde Foss çavlan anlamına geliyor. Bir şehir
isminin sonunda foss varsa, o şehrin yakınlarında bir çavlan var demek oluyor.
Selfoss dört bin nüfuslu mini minnacık bir yerleşim. On iki
bin yıl önce okyanusun seksen metre altındayken, volkanik hareketler sonucu
yukarı itilmiş ve bugünkü konumuna gelmiş. Süt ürünleri sanayisi şehrin en
önemli ekonomik gücü.
İngilizler tarafından yapılan asma köprü şehrin gelişmesinde
çok önemli bir rol oynarken, yapımı sırasında ülkenin ilk grev hareketine de
tanıklık etmiş. Grevin sebebiyse, işçilerin her gün somon balığı yemek zorunda
olmalarıymış!!!
İlk yapılan köprü, iki süt kamyonunun aynı anda geçmeye kalkışması sonucu yıkılmış; bugünkü köprü
ikinci dünya savaşının sonlarında inşa edilmiş.
Sivri çatısıyla, hoş çan kulesi ve beyaz cephesiyle nehrin hemen kenarında yer alan
kilise ilk göze çarpan yerlerden biri olma özelliğini taşıyor.
Bugün yolumuz uzun.
Gayzerleriyle ünlü Geysir; Gulfoss (Altın Çavlan) gezdikten
sonra ülkenin tam ortasından geçip Akureyri’ye varacağız. Dört yüz kilometreye
yakın yol yapacağız. Bence bir ülkeyi tanımanın en güzel biçimi.
Dünyanın tüten bacaları, gayzerler.
Geysir yakınında yan yana fışkıran su kaynakları. Bir
zamanlar Akmerkez’in zemin katında oluşturulmaya çalışılan püskürmenin en doğal
hali!!
Yer altında sıcaklığı yüz yirmi beş dereceyi bulan sular,
yeryüzüne çıktığında sadece yüz dereceye kadar soğuyabiliyor. Hiç merak edip el
falan sokulmamalı içine derim.
Fışkırmadan önce, su yüzeyinde fokurdama başlıyor;
sonrasında bir kubbe oluşuyor ve hemen akabinde tam ortasından otuz beş metreye
kadar çıkan su fışkırıyor. Ve bu her on dakikada bir gerçekleşiyor.
Sen de ağzın açık öyle kalakalıyorsun. Oradan bir şeyler
tütüyor, buradan sular fışkırıyor. Keyif ve şaşkınlık eşiliğinde boyut
değiştiriyorsun.
Rehberimizin söylediğine göre, Amerikalılar uzaya insan
göndermeye başlamadan önce, astronotları İzlanda’da eğitmişler. Doğrudur.... Şimdi yazarken aklıma geldi; bizler
de bu şekilde ülkeyi gezerken bir taşla iki kuş mu vurup aya gitmiş oluyor
muyuz?? Büyük olasılıkla, evet!!! Ha ha...
Bir gün öncesinin etkisini üstünden atamamışken, üstüne
üstüne başka görüntüler, başka olaylar yaşıyorsun.
Bir Gulfoss eksikti!!!
Ülkenin en ünlü çavlanlarından biri olan Altın Çavlan.
Karşısında her sıfat eksik kalır.
Dik kenarlı bir kanyonda yolculuğunu iki aşamada tamamlıyor.
Önce on metre yükseklikten dökülüp, nehir doksan derecelik bir dönüş yaparak bu
sefer de yirmi metre yükseklikten ismine uygun bir biçimde pırıl pırıl,
rengarenk dökülüyor.
Yine rehberimizin söylediğine göre, geçtiğimiz yıla kadar
çavlanın en kenarına kadar gidip, suyun akışına, dökülüşüne ayağınızın dibinden
şahit olabiliyormuşsunuz. Bu yıl etrafını çevirmişlerdi. İyi ki... yoksa en
tepesinde sağ el bileğimin üstüne kapaklandığımda aşağıya da düşebilirdim....
Sevgili Banu Özümerzifon; senin çavlan tepelerinde ne işin
vardı acaba?? (bu arada oraya çıkmamak olası değil; büyülenip yolu takip
ediyor insan).
Hava buz; çavlanın suları tüm yürüme alanlarını ıslatmış;
yani yerler kaygan. Hadi toprak yolda o kadar önemli değil; ama volkanik
tepelerin üstünde önemli oluyor. Fotoğraf makinemin objektifini sulardan
koruyayım der iken, kendimi kayaların tepesinde, sağ el bileğimin üstünde
buldum. Toparlanıp kalktım; sol dizimden kan akıyor; sağ bileğimde de birazcık
sızı. Böyle bir sıcak bastı her tarafımı; başımdan koruyucuyu çıkarttım;
anorağımın önünü açtım; fotoğraf çekmeye devam ettim. Bir süre sonra, sağ elimle
deklanşöre bile basamadığımı fark edip fotoğraftan vazgeçtim.
Yukarıdaki fotoğraf düştükten sonra çekildi. Hafif bir dağınıklık söz konusu...
Yukarıdaki fotoğraf düştükten sonra çekildi. Hafif bir dağınıklık söz konusu...
Ancak üç – dört saat sonra, otobüsle tozlu topraklı yollarda
Akureyri’ye doğru yol alırken, vücudum normal hararetine kavuşmuş olacak ki,
bileğimdeki şişlik, ağrı ve parmaklarımı oynatamamam beni doğru rehberimize
yöneltti. Akşam şehre vardığımızda hastahaneye gitmemiz gerekiyor, dedim. Bütün
ilaçlarım bavulumda olduğundan onun bana verdiği bir ağrı kesiciyi yuttum.
Ağrım sebebiyle yoldan fazla bir şey anladığımı
söyleyemeyeceğim. Bol bol aile boyu bisikletciler gördüm. Sağ elim hiç
kullanılmaz olduğundan, tuvalete gitmemek için, ne yemek yedim, ne su içtim. Bu
yüzden de mola verip kumanyamızı yediğimiz o ara istasyonda fazla fotoğrafım
yok. Çekebildiklerimi de cep telefonuyla çektim.
Ama, İzlanda’nın en eski Çim Kilisesi olan
Vidimyrarkirkja’yı (çoğu harfler bizim alfabeden farklı olduğundan
okuyabildiğim kadarını yazdım) gezerken
cep telefonuma muhtaç kaldığım için gerçekten de çok üzgündüm.
Orjinalinde pencere çerçeveleri kırmızı renkte. Ana giriş kapısının da çerçevesi kırmızı, kapısı yemyeşil. Tabii burada hiç bir şey belli değil:((
Bu güzel kilise ilk olarak bin üç yüz on sekiz yılında
Virgin Mary ve St.Peter the Apostle adına kutsanmış.
İzlanda mimarisinin şaheseri olarak bilinen şimdiki kilise
ise bin sekiz yüz otuz dört yılında Keldudarul’lu parlamenter Jon Samsonarson
tarafından inşa edilmiş.
Türf denilen çimler sürekli olarak yenilenirken, ahşap ve iskelet bölümleri eski haliyle
korunuyor.
Kilise bin dokuz yüz otuz altı yılından beri İzlanda Ulusal
Müzesi’nin koruması altında olup,
içindeki bir çok eser günümüzde aynı müzede sergilenmekte.
Her şey çok güzel de, bileğim çok ağrıyor, ve de parmaklarım
şişti. Bir an önce hastahaneye gitmem gerekiyor...
Sonunda Akureyri’deyiz.
Grubu otele getirip oda anahtarlarını dağıtıp ertesi günün
program saatleri belirlendikten sonra, oralı ve buralı rehberlerimiz, şöförümüz
ve ben, tur otobüsüyle hastahaneye gittik. Ay ama çok utandım Koca otobüs!!!
Hastahaneye vardığımızda şöförümüzü bıraktık. Adam aracı
temizleyecek, yıkayacak; kendi dinlenecek....
Kayıt işlemlerini de tamamladıktan sonra yerel rehberimizi
de gönderip, ben ve İlknur başbaşa kaldık. Üç saate yakın orada bekledik. Acil
doktoru önce bir muayene etti. Röntgen çekilmesi iyi olur dedi. MR demediği
için o kadar şaşırdım ki, yine düşüp diğer bileğimi de iyi edecektim!!!
Röntgen uzmanı doktor evinden çağrıldı. Onu beklerken gelen
hastalara bakıp hem halime şükrettim, hem de utandım.... Seksen yaşlarında bir
hanım bisikletten düşüp başını yarmış!! O yaşta bisiklete biniyor kadın... Utan
Banu. Sen sigara iç... Senin o yaşta bisiklet tepelerinde ne işin var deyip
kendimi avutmaya çalıştım.. Pek olmadı ama.
Röntgen çekildi nihayet. Bu sefer acil doktorunu bekledik.
Sonunda geldi, kırık olmadığını – çok şükür, ama elimin iki hafta kadar alçıya
alınması gerektiğini söyledi.
Hayatımın ilk alçısı İzlanda’da Akureyri; sonradan bütün grubun AYURVEDA diye adlandırdığı olağanüstü şehrinde yapıldı.
Üç saat sonra otele döndüğümüzde grup çoktan yemeğini yemiş
bizi bekliyordu. Geçmiş olsun dilekleri sunuldu... Bize yemek ayırtmışlar. Hiç acıkmadığımı fark ettim.
Üç gün bu şehirde kalacağız.
Ben, hem sigortadan masrafları alabilmek, hem de olur a,bileğim acır, şişer, bir şey olur korkusuyla ertesi günkü tura çıkmayıp burada kalmaya ve gerekli işlemleri yapmaya karar verdim. Asıl korkum da, programda olan çavlana tırmanma isteğimin kabarmasına engel olamamak; bir daha düşmek.. Ve ondan sonraki gün programda olan balina seyrine gidememek. Balinaları görememeyi göze alamadım.
Ben, hem sigortadan masrafları alabilmek, hem de olur a,bileğim acır, şişer, bir şey olur korkusuyla ertesi günkü tura çıkmayıp burada kalmaya ve gerekli işlemleri yapmaya karar verdim. Asıl korkum da, programda olan çavlana tırmanma isteğimin kabarmasına engel olamamak; bir daha düşmek.. Ve ondan sonraki gün programda olan balina seyrine gidememek. Balinaları görememeyi göze alamadım.
Kabul gördü. Yarın burada yalnızım....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder