Reykjavik Keflavik hava limanına varıp dışarı adım
attığımızda güneşli ama rüzgarlı bir hava bize merhaba dedi. On dakika kadar
sonra hepimiz anorak ve şapkalarımızı giymiştik...
Hava yılın bu aylarında saat 22.30’da karardığından gün ölmesin diyerekten
Reykjavik’e yakın mesafede bulunan Blue Lagoon’a hareket ettik.
Blue Lagoon altı milyon litre jeotermal deniz suyu
barındıran; 40 saatte kendini yenileyen, su sıcaklığının 37 – 39 derece arası
olduğu, gölün etrafını çevreleyen lav tarlasının en az sekiz yüz yıllık olduğu
dünyanın yirmi beş harikasından biri.
Buharlar, kara taşlar,
gölle ilk karşılaşma, ilk büyük şaşkınlık.
Yola çıkmadan önce bize söylendiği üzere, mayolarımız el
çantalarımızın içindeydi. Gruptan bu termal havuza girenler oldu.
Akşam yemeğini de bu kompleksin içinde bulunan Lava
restaurantda alıp başşehre doğru yola çıktık.
Balık ürünleri
Portakallı ördek
Balık ürünleri
Portakallı ördek
Lav taşının üstünde tereyağ
Dumanlı koy anlamına gelen Reykjavik’deki otelimiz şehrin en
merkezi meydanlarından birinde. Cumartesi akşamı olmasına karşın, sokaklar boş,
trafik yok denecek kadar az, trafik lambalarında yeşilin yanmasını bekleyen
araba sırası sadece iki....
Meydanın bir tarafında şık ufak bina Parlamento
binasıymış... Önünde ne polis, ne asker. Zaten topu topu altmış üç milletvekili
var.
Meydanı çevreleyen barlar, lokantalar kapalı. Sonradan
öğrendik, Reykjavikliler, özellikle hafta sonlarını, şehrin karmaşası (!!) ve
gürültüsünden (!!) kaçıp, şehir dışında kiraladıkları hafta sonu evlerinde
geçirirlermiş.
Saat 22.30’da hava hâlâ aydınlıkken, sokak lambaları bile
yanmamışken, odalarımıza çekilip kalın perdeleri kapatıp uyuduk.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder