Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

14 Ağustos 2013 Çarşamba

Reykjavik, Blue Lagoon

Reykjavik Keflavik hava limanına varıp dışarı adım attığımızda güneşli ama rüzgarlı bir hava bize merhaba dedi. On dakika kadar sonra hepimiz anorak ve şapkalarımızı giymiştik...

Hava yılın bu aylarında saat 22.30’da  karardığından gün ölmesin diyerekten Reykjavik’e yakın mesafede bulunan Blue Lagoon’a hareket ettik.

Blue Lagoon altı milyon litre jeotermal deniz suyu barındıran; 40 saatte kendini yenileyen, su sıcaklığının 37 – 39 derece arası olduğu, gölün etrafını çevreleyen lav tarlasının en az sekiz yüz yıllık olduğu dünyanın yirmi beş harikasından biri.

Buharlar,  kara taşlar, gölle ilk karşılaşma, ilk büyük şaşkınlık.






Yola çıkmadan önce bize söylendiği üzere, mayolarımız el çantalarımızın içindeydi. Gruptan  bu termal havuza girenler oldu.





Ben, hazır soğuğu bulmuşum; mutluyum, etrafı dolaşmayı tercih ettim.




Akşam yemeğini de bu kompleksin içinde bulunan Lava restaurantda alıp başşehre doğru yola çıktık.


Balık ürünleri


Portakallı ördek


Lav taşının üstünde tereyağ

Dumanlı koy anlamına gelen Reykjavik’deki otelimiz şehrin en merkezi meydanlarından birinde. Cumartesi akşamı olmasına karşın, sokaklar boş, trafik yok denecek kadar az, trafik lambalarında yeşilin yanmasını bekleyen araba sırası sadece iki....

Meydanın bir tarafında şık ufak bina Parlamento binasıymış... Önünde ne polis, ne asker. Zaten topu topu altmış üç milletvekili var.



Meydanı çevreleyen barlar, lokantalar kapalı. Sonradan öğrendik, Reykjavikliler, özellikle hafta sonlarını, şehrin karmaşası (!!) ve gürültüsünden (!!) kaçıp, şehir dışında kiraladıkları hafta sonu evlerinde geçirirlermiş.

Saat 22.30’da hava hâlâ aydınlıkken, sokak lambaları bile yanmamışken, odalarımıza çekilip kalın perdeleri kapatıp uyuduk.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder