Bugün Akureyri’den ayrılıyoruz. Ülkenin Doğu sahillerini
takip ederek gezimize başladığımız yere,
Reykjavik’e döneceğiz.
Yolumuzun üstündeki ilk durak Dettifos çavlanı.
Debisi ve yükseklik açısından Avrupa’nın en büyük ve en
güçlü çavlanı olarak biliniyor. Godafoss gibi romantik değil; tam tersine ürkütücü,
güçlü.
İçinde bulunduğu Jökulsarglijufur Ulusal Parkı jeolojik
bakımdan gerçekten akla zarar bir yer.
Amerikalıların astronotları neden uzay çalışmaları için burada
eğittiklerini çok iyi anlıyor insan.
Düşme korkusundan gözlerimi yerden fazla ayırmamaya
çalıştığımı yazmama gerek yok herhalde..
Tekrardan yola çıkıp artık sahile doğru yol almadan önce, yine iç kısımlarda bulunan İzlanda’nın en
yüksek bölgesi olan Mödrudalur’da mola verdik.
Üzerinden epey bir vakit geçti, not da almamışım, bu en
yüksek bölgenin yüksekliği beş yüz metreden fazla değil… İşte o enlemde hiçbir şeyin yetişmediği yer.
İşte sağım, solum, önüm, arkam kocaman boşluk olan yer.
Öğlen kumanyamızı alacağımız çok eski bir Long House, çim ev. Elektrik bile yok. İki köpek, bir koyun, iki
at ve iki veya üç yaşlıdan oluşan bir minik çekirdek aile.
Köpeklerden biri evin çim çatısında sırtını kaşıyordu… Diğeri ağzında bir tahta parçasını
ayaklarımızın önüne bırakıp yere uzanınca, oynamak istediğini anladık; ondan
sonra da hayvandan kurtulabilene aşk olsun!!
Sıkıntıdan çatlamış zavallılar…
İngilizce
konuşulmayan tek yerdi. Araba geçmiyor
ki…. Bak bak dur… Yalnızlığı ve sessizliği çok seven biri olarak, bana bile
ağır geldi şartlar.
İşte kırk yılda bir bizim gibi bir turist kafilesi gelecek
de, burayı akıl edip gezecek de,
oradakiler başkalarını görecek…
Hiçbir şey yok etrafta. O kadar büyük zorluklarla baş etmek
zorundalar ki, hep yazdığım gibi, kuvvetli olmak zorundalar. Ve de öyleler.
Hani, ekmeğini taştan çıkartan cinsten.
İlginç olan, her yıl bir çocuk da dünyaya getirmiyorlar!!!!
Artık sahile döndü rotamız. Bu sefer ülkenin Doğu tarafında yola devam
ediyoruz.
Egilstadir’den, Doğu
İzlanda’nın başkenti, geçip Petra’nın Evi’ni ziyaret ettik. Müze demek daha
doğru.
Bu kadıncağız yememiş, içmemiş hayatını İzlanda taşlarına
adamış. Sırtında küfesiyle dağ tepe dolaşıp çeşitli taşlar toplamış ve bunlar
vefatından sonra vasiyeti üzerine evinde sergilenmeye başlanmış. Çok büyük, taş
üstüne taş konmuş bir bahçe; minik akarsular; nefis bir kış bahçesi ile
görülmesi gereken yerlerden biri. Orada
bayağı bir vakit geçirdik. Hiç kimse o bahçeden ayrılmak istemedi ki o sırada
ciddi yağmur yağıyordu.
Topladığı taşların minicik bir bölümü.
Bahçe ve taş detayları.
İnanılmaz keyifli kış bahçesi.
Yolumuzun üstünde bulunan Stödvafjördur’da daha uzun kalmak
isterdik. Ancak yağmur izin vermedi. Bir kafede çay ve kahvelerimizi içtikten
sonra yine yollara revan olduk.
Limancık.
İzlanda'nın tepeleri dumanlı dağları
Ama yorulduk.
Bugün yine dört yüz
kilometre kadar yol yaptık. Akşam da merakla beklediğimiz, nasıl olacağına dair
hiçbir fikrimizin olmadığı yatılı okuldan dönme otelde konaklayacağız.
Fıstıklar gibi konakladık; harika yemekler yedik; melekler
gibi uyuduk. Orada çalışan bir avuç genç insana gıpta ile baktık.
Sevgili, hem de çok sevgili İzlanda; sen nasıl bir ülkesin?? Artık göreceklerime şaşırmayacağım derken, başıma geleceklerden habersizmişim!!! Gulfoss ve Dettifos'tan sonra göreceğimiz o narin, romantik çavlanları küçümseyeceğimi biri söylese, ha ha derdim...
İzlanda, sen nasıl bir ülkesin yahu....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder