Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

29 Eylül 2013 Pazar

Kalymnos - Kilimli Adası

Bir Maya atasözü der ki, We make plans, Gods laugh.

Eylül ayı başlarında Datça’ya gelmeye karar  verdiğimde, hazır Schengen vizem de var, Bodrum’dan Kos’a gideyim demiştim kendi kendime.

Fikrimi paylaştığım iki arkadaşım, biz de gelelim; programı da uzatalım deyince, memnuniyetle dedim.
Çeşitli  sebeplerle önce bir  tarih uyuşmazlığını hallettik, sonra da üç kişi diye planlanan geziye iki kişi devam etmek zorunda kaldık.

Programımız, Turgurreis'den Kos’a ulaşıp, hemen gemi değiştirip Kalymnos’a geçmek. 

Kos’ta bulunan bir acentayla yazışmalara başlandı.

Bu acenta  feribot biletleri ve otel rezervasyonlarını kendileri aracılığıyla yaptırırsak, biletleri Kos’a vardığımızda limana kadar getireceğini yazınca, ona da peki dedik.

Kos-Kalymnos-Patmos ve Leros adaları için toplamda bir şey ödeyeceğimizi sanırken, her ada için ayrı ayrı fiyatlandırma olduğunu öğrendik.

Adalardaki kişi başı hızlı katamaran fiyatları:

Kos - Kalymnos      : 14.50 €
Kalymnos - Patmos :  26 €
Patmos - Leros       : 16 €
Leros - Kos            : 22 €

Bizdeki “Çingene Vapuru” mantığıyla çalışan bir şirketten biletlerimiz alındı.

Oteller hakkında hiçbir fikrimiz olmadığından tercihlerimizi bildirdik – çok pahalı olmayan, temiz, oda içinde banyo ve duşu olan, sabah kahvaltısı veren ve merkezi konumda olan yerler.

Tavsiye edilen otelleri Google’dan araştırdıktan sonra onayımızı verdik. Tamamdır, kabul ediyor ve geliyoruz.  
Ben de 20 Eylül Cuma sabahına Datça-Bodrum feribot biletimi aldım ve ufak bir valizle yola çıktım ve  21 Eylül Cumartesi  sabah erkenden feribota binmek üzere Turgutreis’e geldik.

Feribot hareket ettikten yirmi dakika sonra adadaydık.  Acentaya telefon edip gümrükten geçmek üzere olduğumuzu haber verdik.

Hava çok sıcak. Bu nasıl bir sarı yaz??

Adının Hatice olduğu, çok güzel Türkçe konuşan yunanlı genç bir kız feribot biletlerimizi ve otel makbuzlarını verdi.

Hiç vakit kaybetmeden Kalymnos'a giden katamarana binip üst katta açıkta yer bulup oturduk.

 Kalymnos. Herhalde şuradaki burnu dönünce asıl merkezi görürüz, değil mi? Umuyoruz!!





İlk intiba: Kayalık, sıfır yeşillik; Mardin deniz kıyısında olsaydı işte Kalymnos olurdu.
 
Mavi pencereli beyaz badanalı evler sadece fotoğraflarda var.

Gemiden indik ve kalacağımız otelin sahibi tarafından karşılandık.On üç odalı Hotel Panaroma tam bir aile işletmesi. Set üstündeki konumu olağanüstü.  Deniz önümüzde, “şehir” karşımızda.


Otelimiz.

Bavullarımızı odalarımıza bıraktıktan sonra aşağıya yürüyüp dolaşmaya başladık. Öğlen saatlerinde sokaklarda inler ve cinler bile yok. Adada HİÇ BİR ŞEY YOK.  Bir lokanta bulup bir şeyler yiyelim dedik. Sahil boyunca yan yana sıralanmış mekanlardan birinde oturup karnımızı doyurduk ve bitti.


Öğlen yemeğini yediğimiz "Kaptan'ın Yerinde" dükkan sahibi...


Yeni Rakı her yerde...


 Yer gök kurutulmaya bırakılmış ahtapotlarla doluydu.

Otele dönmeden önce taksiyle tepedeki Manastır'ı görmeye gittik. Aşağıdan baktığında uzak görünen yol aslında hiç de o kadar uzak değilmiş meğerse. Taksi şöförüne beklemesini rica edip etrafı dolaşıp biraz fotoğraf çekip otelimize geri döndük. Güneş biraz tepeden çekildikten sonra adanın diğer kısımlarını gezmeye karar verdik.






Rahip ve rahibelerin yaşadığı manastır ve içi.



Yeni yapılmış kilisesi.

Geziye çıkmadan önce niyetimiz her adada bir araba kiralayıp etrafı iyice dolaşmaktı. Ancak adaları gördükten sonra, araba kiralamanın bize gereğinden fazla pahalıya mal olacağını anladık. Bir taksi tutup pazarlık yapıp bir iki saat dolaşmak bize daha mantıklı geldi. İyi ki de öyle yapmışız.  

Bu adaya Türkler neden Kilimli Adası demişler, anlayamadık.

En büyük gelir kaynakları sünger avcılığı. Sahilde büyük ve güzel bir sünger dükkanı  vardı; sahibesi bizi oldukça bilgilendirdi. Süngerin aslında siyah bir kaya gibi göründüğünü bilmiyordum. Bu “taşlar” toplandıktan sonra sahilde kabukları kırılıp ahtapot gibi yere vurulduğunu da. Bayağı bir işlemden geçtikten sonra da dekorasyondan kozmetiğe kadar çeşitli alanlarda kullanılmak üzere satışa sunuluyorlar.  Türkiye ve Yunanistan arasında esen ılımlı politik rüzgarlardan bizim süngerciler de paylarını almışlar. Yunanlı süngercilerle birlikte dalış yapıyorlarmış. Mehmet bu yıl gelemedi; onun yerine Hasan buradaydı denildi mesela. Dalgıçlar da eskiden olduğu gibi salt tüple değil, tam teşekküllü, nerdeyse astronot kıyafetlerini andıran dalgıç elbiseleriyle dalmaya başlamışlar.

Turist çekmek için de dağ tırmanışını pazarlamışlar ve tutmuş. Adanın her tarafında dağ tırmanışı düzenleyen farklı firmalar gördük.

Otel sahibesi, belirli saatlerde adayı baştan sona dolaşan bir otobüs olduğunu, ona binmemizi, en tepede, son durakta hiç inmeden geri dönmemizi, böylecene ada hakkında bir fikir edineceğimizi söyledi. Neden olmasın?

Odalarımızda biraz dinlendikten sonra ada yollarına vurduk kendimizi. Şehir biraz canlanmış sanki… Sonradan aydık. Bunlar öğlen saatlerinde “siesta” yapıyorlar. İşyerleri saat on beşte paydos edildiğinden öğle yemeklerini o saatte, dolayısıyla akşam yemeklerini de saat yirmi iki dolaylarında yiyorlar. Ara saatlerde de evlerinde dinleniyorlar. Otomatikman biz de onların saatlerine Kalymnos’da değil ama, Patmos’da uyum sağladık.



 Bunların paçalı olanları da vardı. Bayıldım. 




Her evin manzarasının böyle olduğunu belirtmeme gerek var mı??


Bize tavsiye edildiği üzere o otobüse bindik. Adam başı bir buçuk € ödeyerek kırk beş dakika kadar adanın kuzeyine gidip geri döndük. Burada gerçekten hiçbir şey yok.

Otelimize gitmek üzere bindiğimiz taksi şöförüne akşam yemeği için neresini önereceğini sorduk. Sahildeki büyük otelin hemen arkasındaki Pandelis dedi. Tamam, oraya gidilecek.

Bizim usule göre öğlen yemeği yediğimizden, daha doğrusu onların sistemini henüz bilmediğimizden saat sekizde biz acıkmış ve mekanı aramak üzere çoktan yola çıkmıştık.

Sırf Pandelis’de yemek yemek için Kalymnos’a gitmenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Nokta.
Kusursa, tek kusuru deniz kıyısında olmaması.

Oralarda yediğimiz deniz ürünlerini başka hiçbir yerde yemedik. Ve herkesin söylediğini, yazdığını ben de söyleyecek ve yazacağım; fiyatlar Türkiye’ye göre inanılmaz ucuz. Balık aynı balık, niye orada öyle de bizde böyle, bilmiyorum.


Mönülerde iki ayrı bölümde karides ve makarna yazılı. Biri, karidesli makarna; diğeriyse makarnalı karides. Fotoğraftaki makarnalı karides. Tek porsiyon.


Uzun bir süre dokunamadık, kesmelere, yemelere kıyamadık... Böylesini hiç görmemiştim. Tadı da en az görüntüsü kadar olağanüstüydü.

 Başlangıcı balık çorbasıyla yaptık. Hâlâ iddia ediyorum; Datça'daki Fevzi'nin balık çorbasının üstüne çorba tadamadım.

Ana yemek olarak da büyüğe yakın bir boyda Mercan balığı istedik. O da çok lezzetliydi.

Benim Yunan Salatam ve sarmısaklı ekmeklerim de masadaki yerlerini aldılar.

Gittiğimizde bir iki masa turist vardı. Kalkarken ise, garsonlar masalara yetişemez durumdaydılar. Zira saat yirmi ikiyi bulmuş ve yunanlılar akşam yemeklerine başlamışlardı!!! Aile boyu, çoluk çocuk, kimleri var kimleri yok hepsi bir arada yiyorlardı.

Fazlacana doymuş bir halde hesabımızı ödeyip tavernadan ayrılıp köşe başını döndüğümüzde on beş bin nüfuslu Kalymnos halkıyla burun buruna geldik. Bir barda, bir cafede oturacak yer bulmak mümkün değildi . Ne oluyor ya? İnlerle cinler korkularından ortalıktan kaybolmuşlar!!
Neresi olduğuna bakmadan ilk bulduğumuz masaya konuşlanarak, içeceklerimizi sipariş edip biraz insanları gözlemledik. Gençlik güzel. Gördüklerimiz turist değildi; onlar çoktan odalarına çekilmiş, ertesi günün programını yapıyorlardı herhalde.. Bunlar tamamen yerli halk. Ve ne kadar benzeşiyoruz.

Hadi, biz de odalarımıza çekilelim artık. Ertesi gün iki gece konaklayacağımız Patmos’a gideceğiz.

Otele dönerken anahtarlıkta iki benzemez anahtar olduğunu fark ettim. Odada mini bar falan olmadığından ne olabilir acaba diye düşünürken, bir anahtarın otel kapısına ait olduğunu keşfettik. Otel sahipleri belirli bir saatte kendi evlerine giderken dış kapıyı çekiyorlarmış. Geç kalanlar da anahtarla kapıyı açıp sonra tekrar kaparlarmış. O gece de bir düğüne gideceklerini söylediğinde saat yirmi üçe geliyordu!! Ertesi sabah kahvaltıda, saat altıda eve döndüklerini ama hala dans edenler olduğunu belirtti.

Standart bir kahvaltı edip türk-yunan kahvelerimizi içtikten sonra bavullarımızı tekrardan otelin arabasına yükleyip limana indik.

Bizim katamaran geliyor. Yolcu indirdi, bizleri aldı. Patmos’dan önce Leros’a uğrayacak. Bir sürü valiz var. Bunlar nasıl karışmayacak acaba…. Çok güzel bir sistem kurmuşlar. İki mürettebat liman ismini bağırarak sürekli tekrar ediyor. İnsanlar da inecekleri liman hangisiyse o tarafa valizini bırakıyor. Kimi altta, kimi en arkada. İneceğin limana yaklaşırken bütün valizler arka arkaya dizili olarak çıkış yolunda seni bekliyor oluyor.


Kalymnos, seni sevmedim. Kusura bakman. 







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder