Ay ben bu adalarda çok sıkıldım. Huyum da o kadar kötüdür
ki, sıkılınca keyiflenecek bir şey de bulamam. Banucuğum, dişini sıkıp iki gün
daha bekleyeceksin. Yola beraber çıktığın bir arkadaşın var yanında.
Leros’dayız. Detay
yazmıyorum, zira her şey diğer adalarla aynı. En önemli fark, bu
adanın diğerlerine oranla çok daha yeşil ve ağaçlıklı olması.
Adanın zengin bir tarihi geçmişi var. Bizans döneminden
kalma bir çok kalıntının yanı sıra Madonna Kilisesi ve Palaicastro (eski kale)
Kalesi halen varlıklarını sürdürüyor.
Bin dokuz yüz on iki ila bin dokuz yüz kırk üç yılları
arasında Leros İtalyan’ların hakimiyeti altına girmiş. Bu dönem içerisinde denizcilik
alanında büyük gelişmeler yaşamış ve İtalyanların deniz üssü olmuş. Alman
birliklerinin adaları ele geçirme çabalarına İtalyan’lar İngiliz birliklerinin
de yardımıyla bu adada karşı koymuş. Lakki
bölgesinde tamamen yeni bir şehir oluşmuş. Yeniden düzenlenen Bellini Kule’si ise
günümüzde Tarih ve Folklor Müzesi olarak kullanılıyor.
Leros’da bir de akıl hastaları için hastane(ler) var(mış).
Halen adalar içinde en fazla hastaneye sahip yer.
Bu sefer bizi vapurdan karşılayan olmadı. Sanki günde iki sefer varmış
gibi, bizi daha geç saatlerde bekliyorlarmış. Biz de bir taksiyle yola düştük.
Adanın ortasından geçip tam yol üstünde otele vardık ki kapı duvar. Mecburen indik
arabadan. Otelin önüne yürüdük; tek kişi bile yok.
Herhalde arabanın gürültüsünü duymuş olacak ki, kısa bir
süre sonra obezin tam tanımına uygun bir genç kadın geldi, özür diledi. Havuzlu bir oteldeyiz bu sefer. Deniz taaa
oralarda. Sadece görebiliyoruz. Odalarımız yine apart otel şeklinde. Benim odamdaki
sifon uzun süre kullanılmadığından olacak, çalışmıyordu. Türk usulü elimle
pompasını yukarı çekerek işlevsellik kazandırdım!!!
Belli kadının acelesi var; ana binayı kitleyip evine gidecek… Biz de telaş içinde, tavsiyesini çok önceden duyduğumuz
Manos lokantasına o gece için iki kişilik rezervasyon yapmasını istedik. O da
bize unutmamamız gereken bir numara söyledi. Altmış.. Bir istediğimiz olursa,
odamızdan veya otelin girişindeki telefondan bu numarayı arayacakmışız… İki
dakika sonra otelde olurlarmış. Peki.
Kısa bir bilgi aldık. Akşam yemeğine kadar ne
yapabileceğimizi sorduk. Bize yürüme mesafesinde olan yerler önerdi . Meğerse,
Leros’un sezonu on Eylül’de okulların açılmasıyla bitermiş. Demek ki bunlar
pazarlayacak bir şeyler bulamamışlar. Bir ada dağ tırmanışı, diğeri manastır
deyip turizmde patlamalar yaparken bunlar sap gibi kalmışlar. Ben olsam, diving
derdim.
Otelden çıkıp bize gösterilen istikamette yürümeye başladık.
Sonunda sahile geldik. Hangi yöne gideceğimize bir türlü karar veremediğimizden
yazı tura attık; sol çıktı. Ama orası uzak; sağ taraf da uzaktı !! Araba da
yok. Otostop yapalım. Hadi yapalım. En son otuz yıl önce baş parmağımı kaldırdığımı
hatırladım. İlk gelen araba aldı bizi. Bir İngiliz. Bizi sahilde tavsiye ettiği
mekanın önünde bıraktı.
İşte orada mayomu yanıma almadığım için çok üzüldüm.
Yeni uykudan kalkmış havasında bir kadıncağız
siparişlerimizi aldı. Hava güzel, mis. Deniz çarşaf gibi. Sound of Silence.
Çok lezzetli tostlarımızı yiyip içeceklerimizi yudumladık.
Hava serinlemeye başlayınca bir taksi çağırtıp otele döndük.
Vallahi açıktı. Akşam rezervasyonumuz yapılmış.
Üstümüzü değiştirip yine taksiyle lokantanın bulunduğu bölgeye,
Agia Marina’ya gittik. Akşam üstü
otostop yaptığımız yerleşimin sağında kalan yermiş meğer.
Yahu, gözünüzü seveyim, biz geldik, buradayız. Allah aşkına
bir dükkan açın, biraz renklensin etraf. YOK.
İnsansız uzay araçları gibi olan bölgenin sokaklarında yürüyüp fotoğraf
çektik.
Bu kapı detayı çok hoşuma gitti.
Ve kediler...
Her yerdeler.
Bize verilen bilgiye göre, akşam yemeğimizi tam karşıda denizin içindeki değirmenin arkasındaki mor çatılı yerde yiyeceğiz. Manos'un dilimizdeki karşılığı değirmenmiş.
Karidesli pilav
Ahtapot dolması
Ahtapot carpaccio
Eros'un yaşadığı yer olarak da biliniyor Ada. Ancak Eros'dan kalan sadece bu duvarlar.
Her yerdeler.
Bize verilen bilgiye göre, akşam yemeğimizi tam karşıda denizin içindeki değirmenin arkasındaki mor çatılı yerde yiyeceğiz. Manos'un dilimizdeki karşılığı değirmenmiş.
Ara sokakları dolaşırken bir kız çocuğu düzgün bir Türkçe ile
Türk olup olmadığımızı sordu. Evet, dedik. Dilimizi nasıl bu kadar güzel
konuştuğunu sorduk. Dizilerden, dedi… Ezel, ve hiç seyretmediğimden olacak, bilmediğim
bir sürü diziyi saydı. Bazı şeyler gerçekten ufakken daha kolay öğreniliyor.
Sokaklar bitince, hava kararınca, fotoğraf da bitti. Yemeğe
daha bir saat vaktimiz var.
Limanda adına bar denilmiş bir yerde mecburen oturduk.
Alışkanlıktan ben duble diyorum, ama onlar kafalarına göre veriyor; rakımı –
uzo, ısmarladım.
Tasmayla orta büyüklükte köpeğini gezdiren bir adam
dikkatimi çekti. Hayvanın yürüme şekli çok ilginçti. Yerimden kalkıp yanlarına
gittim, sevebilir miyim diye sordum. Bir dakika lütfen, dedi. Bir süre daha öyle yürüdükten sonra çocuk hız
aldı ve oldukça yüksek bir duvara zıplayıp orada yürüyüşüne devam etti. Alkışlayın
lütfen, dedi adam. Memnuniyetle. Nasıl öğrettiniz diye sordum. Bu yaptığı hiçbir
şey dedi. Engelli de koşuyormuş. Meğerse adamcağız emekli askermiş. Nasıl
eğitim verilmesi gerektiğini çok iyi bilirim, dedi ve gittiler. Arkalarından
baka kalmışım. Sevemedim de….
Kendini bar zanneden yerde soğuktan kıkırdayarak yemek
vaktimizin gelmesini bekliyoruz.
Karşıdan istikametten dört adam geliyor. Ama bunlar vallahi
Türk. Dört yalnız Türk erkeği… Herhalde yollarını şaşırmışlar. Bu mevsimde
burada… Anlam veremedik. Sıkıntıdan
yorumlar üretmeye başladık ve sonunda tekneci olduklarına karar verdik. Allah
kimseleri öyle ıssız adalara düşürmesin. O yanına almayı planladığın üç şeyi
sonunda yok edesin gelir!!
Ama acıktık. Hadi gidelim. Bir de orasını keşfedelim
bakalım.
İçeri girdik ki bizim Türkler de orada. Uzolar konmuş,
mezeler ısmarlanmış çoktan. Uzakça bir masaya da biz konuşlandık.
Adanın boşluk orantısına göre mekan oldukça kalabalıktı!!
Mekanın sahibi masaları tek tek dolaşıp sipariş alıyor.
Sonunda bizim masaya da teşrif etti.
Allahım ben de sana teşrif edeceğim.
Balık çorbasıyla başladık (hala en güzeli Fevzi'de içtiğim); yanık, hatta alevli peynir ve aşağıdakilerle devam ettik. Yanında da Uzo....
Karidesli pilav
Ahtapot dolması
Cep telefonundan çekilen ve lokantaya da ismini veren su üstündeki değirmen.
Yemekler yine olağanüstüydü. Ödenen para yine komikti.
Taksi istedik.
Adanın en İngilizce bilmeyen şöförünün ertesi sabah bizi iki
saat gezdirmesine karar verdik. Bir yanlış anlaşma olmazsa, sabah on birde
gelecek.
Otelde tabii ki kapı duvardı.
Ve olmayacak bir şey; arkadaşım odasının anahtarını bulamıyor....
Mecburen dış kapında asılı telefondan altmışı tuşladık. İki dakika sonra kadıncağız gelmiş ve kapıyı açmıştı. Hiç bu kadar terkedilmiş bir otelde kalmamıştım.
Şöförümüz beş dakikalık bir gecikmeyle geldi.
Bavullarımızı bagaja koyup yola çıktık.
Nereye götüreceksin bizi? Elimize birer harita verip Yunanca
konuşmaya başladı. Dayı dur… Biz İngilizce, o Yunanca; anlaşmanın mümkünatı
yok.
Adamda hareket şu: Sağ veya sol elinin işaret ve yanındaki
uzun parmağı V harfi pozisyonunda gözüne çevirip 2 clock look, OK? diyor sürekli. Ve sonra arabayı hareket
ettiriyor.
Benim arkadaş sonunda gayet haklı olarak çileden çıktı.
Arabayı durdurdu. Eline haritayı aldı. Tek tek görmek istediğimiz yerleri ;
saat kaçta nerede kahve içmek istediğimizi ve saat kaçta aşağıda limanda
olmamız gerektiğini İngilizce anlatmaya başladı.
Bizim dayıdan yanıt: Göze uzatılmış iki parmak, 2clocklook,
OK?? Ama hakkını yemeyeyim, arkadaşımın gösterdiği her yere de onay veriyor.
Ama sonunda çözdük!! Kafayı iki saat gezdirmeye takmış bir
kere.. Daha fazlası yok, biline… 2 hours yerine clock kullanmış. Look ise, yahu
merak etmeyin, oralarda look edeceksiniz işte anlamındaymış!! Fotoğraf çekmek
de lookun içerisinde. Kahve yok ama!! Kendi istediği yerde ve clockda kahve molasını
verdirtti. Ama o konuda biraz haklıydı da kendini anlatamadı bir türlü. Sürekli
Yunanca konuştuğundan….. 2clocklook, OK????
İşte tarihiyle, koylarıyla, deniziyle, tepesiyle ada bu.
Bizim 2clocklook şöför yukarıdaki fotoğrafta görülen Savaş Müzesini gezdirebilmek için bizim istediğimiz yerde kahve molası vermemiş. Zira müze öğleden sonra kapanıyormuş. Bu da bizi iki saat gezdirecek ya..
Müze ikinci dünya savaşından kalma bir yer altı sığınağı. Her tarafını gezemedim, içim daraldı. Ama oldukça kapsamlı bir yerdi.
Buradan sonra kahve molamız için limana yakın bir yerde durduk. Adamcağızla anlaşmanın imkanı olmadı maalesef.
Tam vaktinde bizi limana bıraktı ve biz iki saate yakın bir yolculuktan sonra son liman Kos'a doğru yola çıktık.
Bizim 2clocklook şöför yukarıdaki fotoğrafta görülen Savaş Müzesini gezdirebilmek için bizim istediğimiz yerde kahve molası vermemiş. Zira müze öğleden sonra kapanıyormuş. Bu da bizi iki saat gezdirecek ya..
Müze ikinci dünya savaşından kalma bir yer altı sığınağı. Her tarafını gezemedim, içim daraldı. Ama oldukça kapsamlı bir yerdi.
Buradan sonra kahve molamız için limana yakın bir yerde durduk. Adamcağızla anlaşmanın imkanı olmadı maalesef.
Tam vaktinde bizi limana bıraktı ve biz iki saate yakın bir yolculuktan sonra son liman Kos'a doğru yola çıktık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder