Dört gün
boyunca Alsace bölgesini gezeceğiz.
Sonda yazacağımı baştan belirteyim: Ruhum dinlendi; çiçeğe durdu;
renklendi.
Türk Hava
Yolları ile Basel’e uçuş üç saatten biraz daha uzun sürdü. Hava alanına indiğimizde bizim uçaktaki
yolculardan başka bavulunu bekleyen yoktu. Bayram günü Atatürk Hava Limanından
gelmiş biri olarak epey bir şaşırtıcı. Ama ne güzel, hemen çıkarız diye
düşündüm. Ne mümkün!! İsviçre’de olduğumuzu unutmuş olmalıyım. Bavullar dışarıdan hortuma konuluyor ve
yüksekcene bir yerden dönen yere düşüyor. İlk parti gayet güzel geldi. Sonrasında, yukarıdan gelen bavullar, dönen platformda kendilerine yer bulamazlarsa, otomatik olarak duruyor,
aşağıdakiler dönmeye devam ediyor; ne zaman bir yer açılıyor, yani birileri kendi bavulunu alıyor, tepede bekleyen düşüyor… Sonra gene bekliyor. Biri alıyor, düşüyor… Ne o, valizler
zedelenmesin, içlerinde kırılacak şeyler varsa kırılmasın diye. Allah Allah…. Bu trafik böyleyse, dışarıdaki otomobil
trafiğini düşünmek bile zorladı beni.
Tek uçaktaki tüm bavulların çıkması için bir saate yakın orada bekledik.
Bir başka
ilginçlik, aynı hava alanından iki ayrı ülkeye iki ayrı çıkışın olması. Eğer
sağdan çıkarsanız İsviçre, solu takip ederseniz Fransa gümrüğüne geliyorsunuz. Kocaman oklarla da gösterilmiş zaten.
Karıştırmak pek olası değil.
Gümrükten de
sorunsuzca geçip Fransa topraklarına ayak bastık.
Doğru Colmar’a
gideceğiz.
Colmar dokuzuncu yüz yılda kurulmuş. Tarihi boyunca bir Almanların, bir Fransızların egemenliği altına girmiş. Otuz Yıl savaşlarında İsveçliler tarafından işgal edilmiş. Birinci Dünya Savaşından sonra tamamen Fransa topraklarına katılmış.
Kendilerine özgü bir dilleri var. Ne fransızca, ne de almanca. Sanki fransız aksanlı almanca konuşuyorlar
Alsace
bölgesi yılda üç milyon turist ağırlıyormuş. Çok fazla özelliği olan bir
yer.
Fransa’nın
en güzel Riesling şarapları burada üretiliyor -
yılda beş milyon şişe şarap; Alsace’da ortaya çıkan Rönesans tarzındaki
evleri; Colmar, Unterlinden Müzesi,
Napolyon’un doğduğu ev, New York’da
bulunan Özgürlük Heykeli’nin sanatçısı heykelci Frederic-August Bartholdi’nin doğum yeri, bölgedeki sayısız şatoların içinde
en önemlilerinden biri olan Königsburg şatosu; Kaiserberg, Nobel Barış Ödülü
sahibi Albert Schweitzer’in doğum yeri; Riquewihr, on altıncı yüzyıldaki görüntüsü; ve
Strausbourg, Notre Dome kilisesi, Avrupa Parlamentosu, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi, üniversiteleri ve Küçük Fransa diye adlandırılan bölümüyle turistleri
çekiyor.
Ren nehrine bağlanan kanallar Colmar'ı çevrelemiş. Minicik bir Venedik sanki.
Tipik evler.
Leylekler çok önemli. Bir zamanlar bölge kuşların önemli konaklama alanlarından biriymiş. Zaman içinde kuşların sayısında azalma olunca, özellikle göç zamanlarında bunları büyük kafeslerin içine alıp yumurtalarını kuluçka makinelerinde geliştirerek sayılarının artmasına çalışmışlar ve de başarılı olmuşlar. Bizde Birecik'deki Kelaynak kuşlarına da aynı şey uygulanıyor, eski yazılarımdan birinde bahsetmiştim.
Ancak bölgede aktivist çevreciler buna şiddetle karşı çıkıyorlar. Kuşların doğal hayattan uzaklaştıklarını iddia ediyorlar ki pek haksız sayılmazlar.
Bunlardan çok fotoğrafladım.
Çiçek koyamıyorlarsa, o evde eskiden yaşamış birinin heykelini köşeye dikiyorlar.
Böyle de bir mimari, daha ziyade süsleme.
Şehirler arasındaki üzüm bağları; meşhur "şarap yolları"
Köningsburg Şatosu.
Solda görülen ince uzun kısım, şatonun tuvaletindeki "tahliye" bölümü!!
Şatoda bir kapı detayı.
O kadar çok fotoğraf çektim ki, karıştırıyor olabilirim; ama Napolyon'un doğduğu ev diye hatırlıyorum.
Kanallar, taş köprüler ve çiçekler, çiçekler, çiçekler.
Underlinden
Müzesi on üçüncü yüzyılda Dominikli dindar iki kız kardeş tarafından manastır
olarak kullanılmış. Günümüzde ise, tarih öncesinden çağdaş döneme yerel ve uluslararası
sanat eserleri ve üretilen eserlerden oluşan geniş bir koleksiyon sunuyor.
Müzede en göze çarpan eser ise, dinsel
konuları işleyen Alman ressam Matthias Grünewald’ın başyapıtı sayılan on
altıncı yüzyıldan kalma Isenheim Altar Panosu. Üç adet çift kapaklı bölümden
oluşuyor. Her kapağın altında başka bir tema işlenmiş. Isa’nın doğumu, çarmıha
gerilişi ve göğe yükselişi. Noel
zamanında, panonun o dönemi anlatan kapaklarını açıp; sonra kapatıyorlar.
Paskalya’da o yortuya ait bölümün kapakları açılıyor. İçeride fotoğraf çekmek yasak olduğundan tam
anlatamadığımın farkındayım; bir türlü beceremedim ifade etmeyi….
Uzun yıllar
süren savaşlar sırasında bu pano Köningsburg şatosuna götürülerek orada
saklanmış. Çok sonraları bulunarak bu müzeye getirilmiş. Ancak bu taşıma
sırasında kapaklar oldukça hasar görmüşler.
Müzesi’nin bulunduğu kısım Colmar’ın en işlek yerlerinden biri. Özellikle Noel
zamanı ışıklandırmalarıyla, ışıltısıyla, eğlencesiyle bölgenin en romantik
yerlerinden biri olduğu söyleniyor.
Yarın şarap tadımı, ve rüya gibi iki yer, Bergheim ve Kaiserberg'i ifade etmeye çalışacağım. Oralarda söz bitecek; yerini bol bol fotoğraf alacak. Kimi zaman en iyi ifade tarzı diye düşünüyorum.
Sevgiyle kalın...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder