Bu seferki rotam uzun süre gitmeyi hiç düşünmediğim bir
coğrafya oldu. Yemen’den döndüm.
Eski yazılarımda olduğu gibi, bu sefer de sonda yazacağımı
başta belirteyim: Bu tür coğrafyalar
benim tarzım değil. Özellikle güzelim çocukların aç bilaç, yalın ayak başı
kabak çöplerin içinde, kayalıkların üstünde koşuşturduklarını, dilendiklerini
görmek beni çok olumsuz etkiliyor.
Kadınların toplum hayatında en ufak bir yerlerinin olmaması
çok acı. Dünyanın en ilkel topluluklarında dahi kadın pazarcıdır; kadın
mutfaktadır; kadın otelde temizlik işindedir; kadın tezgahtardır; kadın
kasiyerdir. Yemen’de ise o kuğu gibi
incecik, güzel gözlü kadınları yanlarında erkeksiz, sırtları çocuksuz, kapkara
çarşafların içinde gördük. Dolayısıyla da, onlarsız bir toplumun ne kadar
renksiz, gürültülü olduğunu. Tüm ülke
erkek hakimiyeti altında. Bana bütün bir gezi – Sokotra Adası hariç, Mardin ve
Midyat’ın devamı gibi geldi. Ancak şunu da belirtmem gerekiyor: Evet, kadın görmeye alışık olduğumuz yerlerde değil. Ama, hava alanında bavul kontrollerini yapıyor. Oranın şartlarına göre erkeğin en yapması gereken işte kadın çalışıyor. Bunun sebebi de, erkeklerin neredeyse hepsinin gat kullanması; kadınların ise kullanmaması. Yani kafalarının açık olması. Bir de, kızların üniversiteye gitmeleri için devletin desteği var. Özellikle kadın doktor tarafından muayene edilmek isteyenler için Tıp Fakültesi'nde okuyan kızlar var-mış.
Yemen’e yedi yıl önce bir kere daha gelen bir gezgin
arkadaş, aradan geçen bu zaman içinde ülkede
her şeyin çok gerilemiş olduğunu söyledi. Turizm bitmiş. Bütün otel zincirleri kapanmış.
On dokuz kişilik grubu alacak otobüs olmadığından iki ufak midibüs ayarlanmış.
Valizler için ayrı bir araç tabii ki.
Tuvaletler girilecek gibi değil. Ancak burada bir ikilem
var. Kadın ve erkekleri asla yan yana getirmeyen güç, tuvaletlerde bu ayrımı
yapmamış. Herkes aynı yerde işini görüyor.
Yemekleri çok baharatlı. Safran ve kimyon neredeyse her
şeyin içinde. Tuz hiç kullanmıyorlar gibi. Balık, tavuk ve keçi eti bol bol
tüketiliyor. Biz ishal korkusundan keçi etini hiç denemedik. Sebze olarak kabak
ve havucu baharatlarla haşlayıp , garnitür gibi pilavın veya makarnanın yanına
koyuyorlar. Malluwah dedikleri güzel bir ekmekleri var. Bunların fotoğraflarını
yazı içinde yeri geldikçe paylaşacağım.
Çaylarını şekerli demliyorlar. Öyle olduğu için içilmediğini
anlayınca bize şekersiz getirmeye başladılar. Çayla hiç arası olmayan bana bile
içirdiler. Demlerken içine karanfil atıyorlarmış. Çok lezzetli oluyor.
Denemenizi tavsiye ederim.
Şimdi de cembiyeli, gatlı, olağanüstü güzellikteki yığma taş
mimarisiyle Yemen. Ve ilk durağımız başkent San’a.
Türk Hava Yolları San’a şehrine akşam üstü uçuyor. Uçak kalabalıktı. Türk ve turist olarak sadece
bizim grup vardı.
Ben her zamanki halimle kemerimi bağlayıp havalandıktan
sonra uyumuşum. Dört buçuk saat sonra anonsla uyandım. İnmişiz bile San’a’ya.
Yemen bize göre bir saat ileride.
Pasaport kontrolü de sorunsuzdu. Geçtim, beş adım attım
atmadım, gençten bir oğlan, sağ yanağı davul gibi şişmiş, elini uzatıp “pasaport”
dedi. Haydaaaa…. Yahu iki saniye önce
kontrolden geçtim, ne pasaportu… Ama verdim tabii ki. Şöyle bir karıştırdı ve
bana iade etti. Ve ilk komiklik: Arkadaşlardan biri aynı adamı elini uzatmış
halde görünce, helal olsun bunlara; her gelene merhaba deyip ellerini
sıkıyorlar, diye düşünmüş. Grup olarak
gerçekten çok güldük.
Bizi bavul toplama yerinde takım elbise ve kravatlı bir
adamla kara çarşaflı bir kadın karşıladı. Meğerse oradaki acentanın sahibiymiş
o zat. Yanındaki de ikinci veya üçüncü eşi. Bu karşılama olayına da çok güldük.
Bizim turun sahibi, Avrupa’ya gitmiş olsak, yerel acentanın bırak sahibini,
yetkilisini bile bulamayız, buraya ma-aile gelmişler dedi.
Hava alanında anında Türkler’in geldiği öğrenildi. Merak
etmeyin arkadaşlar, zapta değil, gezmeye geldik. Paniğe gerek yok.
Bavulları aldıktan sonra, kapısı elle açılan iki ayrı “chicken bus”ların biraz daha
hallicesine binip otelimize doğru yola çıktık.
San’a karanlık bir şehir. Hiç trafik lambası yok. Kimi
göbeklerde çocukluk anılarında kalan, içinde eldivenli polislerin trafiği yönettiği,
üsünde FAY yazan polis “kutuları”nı gördüm.
Kalacağımız otele vardığımızda kocaman kapalı bir demir
kapı, önünde tırtıklı tuzaklar, iki tane kalaşnikoflu “asker” tarafından
durdurulduk. Arabaların altı ve motorları arandı. Kapı açıldı. Tırtıklı tuzak
ittirildi ve bahçeye girdik. Araçlardan indik; lobiye girerken tek tek x ray
cizahından geçti yanımızda bulunan çantalarımız. Bir başka yanağı şişik
tarafından kontol edilerek…
Sheba Otel büyük ve bakımlı. Girişimizin yapılmasını
beklerken meyve suları ikram edildi.
Anahtarlarımızı alıp ertesi – aslında aynı günün, programını
öğrendikten sonra odalarımıza çekildik. Saat sabahın dördü. Üç saat kadar
uyuyabileceğiz.
Oda geniş, yatak rahat. Sigara içiliyor.
Hadi bakalım, hoş geldim.
Evler, evler.
Öğle yemeğine gidiyoruz artık.
Her kapı bir başka güzel. Aslında hepsi birbirinin aynısı. Ama çok güzeller.
Ve lokantadayız....
Malluwah denilen ekmek. Çıtır çıtır. Bizdeki lavaşın biraz farklısı.
Mutfağa da girdik sonunda. Bu genç ekmeğin hamurunu hazırlıyor. Bize bir de gösteri yaptı.
Burada da, başkası tarafından açılan ekmek hamuru, oldukça derin ve yüksek ısıda olan silindir biçimindeki taş fırının "duvarına" atılıp pişiriliyor.
Kahvaltıdan sonra güne Ulusal Müze’yi gezerek başlayacaktık.
Ancak müze dört ay kadar önce soyulduğundan kapatılmış. Gezinin ilerleyen
günlerinde daha da iyi anlayacağımız çözüm üretmek yerine kapatma mantığının
ilk örneğini gördük böylecene.
İmam Yahya’nın, 1920 yıllarında Yemenli mimarların
inşaatında tüm becerilerini sergiledikleri eski sarayının bulunduğu Wadi Dahr’a
gideceğiz.
"Zeydi İmamları sülalesine bağlı olan Yahya 1876 yılında
doğup 4 Haziran 1904’te Yemen İmamı olur.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Zeydi imamlarının Yemen üzerindeki nüfuzlarını
tanımaması üzerine girişilen mücadeleyi yönetir. 1911 yılında İtalya ve Osmanlı
İmparatorluğu arasında Trablusgarp savaşının çıkması ve İtalya’nın Eritre
üzerinden Yemen’e saldırılara başlaması üzerine taraflar arasında ateşkes
yapılır ve mutabık kalınan Daan Antlaşması ile İmam Yahya Türklerin siyasi
hakimiyetini, Türk tarafı ise Zeydi imamların dini özerkliklerini kabul eder.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorlu’ğuna
bağlı kalan İmam Yahya, 1916 yılındaki Arap Ayaklanmasına da katılmadı.
Osmanlı’nın savaştan mağlup ayrılmasından sonra Yemen’den
çekilmesi üzerine İmam Yahya 18 Kasım 1918 yılında San’a ya girerek Yemen’in
bağımsızlığını ilan eder.
1948 yılına kadar Yemen Kralı olarak hüküm süren Yahya bu
tarihte damadı tarafından öldürülür."
Biraz da fotoğraf.
Wadi Dahr'da gördüğümüz ilk "cembiye"li.
Wadi Dahr'dan kareler.
İmam Yahya'nın eski sarayından ilk görüntüler. Etkilenmemek mümkün değil.
Sarayın avlusunda "gençler" yerel danslarını oynuyorlar. Çoğu yalın ayak. Erkek erkeğe.
Bugünden öğrenmeye kararlı:)
Saraydan başka bir ayrıntı.
Biz onu, o bizi fotoğraflarken.... Cuma günü olduğundan inanılmaz bir kalabalık vardı. Onların tatil günü ya.
Wadi Dahr'dan fotoğraflara devam.
Biraz da fotoğraf.
Wadi Dahr'da gördüğümüz ilk "cembiye"li.
Wadi Dahr'dan kareler.
İmam Yahya'nın eski sarayından ilk görüntüler. Etkilenmemek mümkün değil.
Sarayın avlusunda "gençler" yerel danslarını oynuyorlar. Çoğu yalın ayak. Erkek erkeğe.
Bugünden öğrenmeye kararlı:)
Saraydan başka bir ayrıntı.
Biz onu, o bizi fotoğraflarken.... Cuma günü olduğundan inanılmaz bir kalabalık vardı. Onların tatil günü ya.
Wadi Dahr'dan fotoğraflara devam.
Evler, evler.
Öğle yemeğine gidiyoruz artık.
Her kapı bir başka güzel. Aslında hepsi birbirinin aynısı. Ama çok güzeller.
Ve lokantadayız....
Malluwah denilen ekmek. Çıtır çıtır. Bizdeki lavaşın biraz farklısı.
Mutfağa da girdik sonunda. Bu genç ekmeğin hamurunu hazırlıyor. Bize bir de gösteri yaptı.
Burada da, başkası tarafından açılan ekmek hamuru, oldukça derin ve yüksek ısıda olan silindir biçimindeki taş fırının "duvarına" atılıp pişiriliyor.
Grup yemekte:)) Yer minderlerine oturttular. Oturamadık, kalkamadık.... Ne var ne yok masanın üstüne yığıyorlar. Üst üste, alt alta... Hepimize bir plastik tabak, bir çatal ve bir kaşık verdiler. Sonra da daldırıp daldırıp yedik. Başka çare yok. Üstteki fotoğrafta limonlar ekmeğin üstünde mesela....
O gün mönümüzde ana yemek yukarıda gösterilmeye çalışılan balıktı. Ama çok ilginçti. Koca balığı ortadan bölmüşler; içinde bir takım soslar, malzemeler.... Lezzetliydi.
Fakat iyi ki yapılışını daha sonra mutfaktayken izledik. Yoksa yiyemezdik, bu kesin... Fotoğraflamadım bile!!
Bu bizim masaya ait değildi. Yanımızdaki masadan aparttım. Safranlı pilav üstü keçi butu.
Hani bizde lokantaların vitrini vardır. Mezeler, yemekler orada durur. İşte yukarıdakiler de onların vitrini. Masa üstü... üstü alimünyum folyo ile örtülmüş tencereler... bardaklar. Beğendiğini kepçe ile alıp alıp servis ediyorlar.
Kadınların olduğu bölümleri bu "seyyar" perdelerle kapatıveriyorlar. Özel loca!!!
Mutfak bölümünde ilginç hurmalı tatlı yapıyor bu genç.
Ateşin başında ustalar.
Benim de elime bir tava tutuşturdular, hepsi yanıma dizildi, bir tanesi fotoğraf makinemi alıp çekmeye çalıştı. Ama başarısız oldu. İyi ki, yoksa alı al moru mor bir fotoğrafım olacaktı!!
Gelelim mekanın isim ve adresine: Hem ingilizce hem de arapça yazılmış kartvizitte. Evet, kartvizitleri var.
Al-Shaibani Modern Restaurant
Sana'a - Rebuplic of Yemen - Hadda St. Next to Al-Ashtal Building.
Gat pazarı görmek ister miymişiz... Yok... Ayol delirdiniz mi... Hemen gidelim, derhal.
Burada bir parantez açıp kısaca gattan bahsedeyim.
Gat çok su isteyen bir ağaç. Bunların yaprakları bir karış uzunluğunda kesilmiş dallarıyla her gün öğle saatine kadar toplanıyor. Bu yaprakları avurtlarının içine yerleştirip emmeye başlıyorlar. Emileni ağızlarından atmadan üstüne sürekli takviye yapıyorlar. Yanaklarındaki şiş bu birikmiş gatlardan dolayı oluşuyor. Kafa bulduran maddeler içeriyor. Günlük tüketilmesi gerekiyor. Yani bugün alınan gatı ertesi gün kullanmıyorlar. Satın aldıkları bittiğinde de ağızlarındaki posayı çıkarıp atıyorlar.
Yukarıdaki fotoğraf bana ait değil. Google'dan indirdim.
Sonraları nefret ettiğim o pis naylon torbalar...
Ne gurur ama, değil mi?
Bir avlunun içinde on beş, yirmi kadar "hücre". İçinde adamlar. Hem satıyorlar, hem tabii ki çiğniyorlar.
Ülkede ciddi bir su sorunu var. Ülkede ciddi miktarda su emen gat ağacı da var. Hiç umurlarında değil susuz kalmak. Yeter ki gatsız kalmasınlar.
Tekrardan merkeze döndük. Meşhur Yemen Kapı'sını fotoğraflayıp yürümeye başladık.
Fotoğraflar ve kiminin altına yorumlarım.
Bab-ül Yemen. Her gece saat 21'de kapanıyormuş.
Kapıdan eski şehre şöyle bir bakış.
Bir acaip binalar.
Dolaşırken de bir gözüm sürekli PTT arıyor. Pul alacağım. Hoş, gözüme hiç kart postal vs çarpmadı ama olsun. Pulum elimde olsun yeter... İşte bir tane.... Ama içinde adam yok... İçerdeki bizim yerel rehber. Arapça çalışanı arıyor. Maafish.... Sonunda pul bulamadım!!! Koca Yemen'den pulsuz döndüm!!!
Cembiyelerin kılıfını yapanlar.
Allah cezanızı kaldırmasın:)))
Kitapçı
Kahveci........
O kahvecinin kahvesinde gençler.
Aynı kahvede bizler.....
Bir kaç yıla kalmadan ağzında diş kalmayacağının bilincinde mi acaba...
Kadınların çarşaf altı kıyafetleri ve iç çamaşırlarını düşünemiyorum bile... satılanlar beni böyle düşünmek zorunda bıraktı.
El arabasındaki mutluluk ve rahatlık.
Ne kadar çok hurmacı vardı.
Bu artık kaydı kayıyor....
Yemen'deki ilk günümüz böylecene bitti. Ben daha iyiyim, şaşkınım. Her şey çok değişik gelmeye devam ediyor.
O gün mönümüzde ana yemek yukarıda gösterilmeye çalışılan balıktı. Ama çok ilginçti. Koca balığı ortadan bölmüşler; içinde bir takım soslar, malzemeler.... Lezzetliydi.
Fakat iyi ki yapılışını daha sonra mutfaktayken izledik. Yoksa yiyemezdik, bu kesin... Fotoğraflamadım bile!!
Bu bizim masaya ait değildi. Yanımızdaki masadan aparttım. Safranlı pilav üstü keçi butu.
Hani bizde lokantaların vitrini vardır. Mezeler, yemekler orada durur. İşte yukarıdakiler de onların vitrini. Masa üstü... üstü alimünyum folyo ile örtülmüş tencereler... bardaklar. Beğendiğini kepçe ile alıp alıp servis ediyorlar.
Kadınların olduğu bölümleri bu "seyyar" perdelerle kapatıveriyorlar. Özel loca!!!
Mutfak bölümünde ilginç hurmalı tatlı yapıyor bu genç.
Ateşin başında ustalar.
Benim de elime bir tava tutuşturdular, hepsi yanıma dizildi, bir tanesi fotoğraf makinemi alıp çekmeye çalıştı. Ama başarısız oldu. İyi ki, yoksa alı al moru mor bir fotoğrafım olacaktı!!
Gelelim mekanın isim ve adresine: Hem ingilizce hem de arapça yazılmış kartvizitte. Evet, kartvizitleri var.
Al-Shaibani Modern Restaurant
Sana'a - Rebuplic of Yemen - Hadda St. Next to Al-Ashtal Building.
Gat pazarı görmek ister miymişiz... Yok... Ayol delirdiniz mi... Hemen gidelim, derhal.
Burada bir parantez açıp kısaca gattan bahsedeyim.
Gat çok su isteyen bir ağaç. Bunların yaprakları bir karış uzunluğunda kesilmiş dallarıyla her gün öğle saatine kadar toplanıyor. Bu yaprakları avurtlarının içine yerleştirip emmeye başlıyorlar. Emileni ağızlarından atmadan üstüne sürekli takviye yapıyorlar. Yanaklarındaki şiş bu birikmiş gatlardan dolayı oluşuyor. Kafa bulduran maddeler içeriyor. Günlük tüketilmesi gerekiyor. Yani bugün alınan gatı ertesi gün kullanmıyorlar. Satın aldıkları bittiğinde de ağızlarındaki posayı çıkarıp atıyorlar.
Yukarıdaki fotoğraf bana ait değil. Google'dan indirdim.
Sonraları nefret ettiğim o pis naylon torbalar...
Ne gurur ama, değil mi?
Bir avlunun içinde on beş, yirmi kadar "hücre". İçinde adamlar. Hem satıyorlar, hem tabii ki çiğniyorlar.
Ülkede ciddi bir su sorunu var. Ülkede ciddi miktarda su emen gat ağacı da var. Hiç umurlarında değil susuz kalmak. Yeter ki gatsız kalmasınlar.
Tekrardan merkeze döndük. Meşhur Yemen Kapı'sını fotoğraflayıp yürümeye başladık.
Fotoğraflar ve kiminin altına yorumlarım.
Bab-ül Yemen. Her gece saat 21'de kapanıyormuş.
Kapıdan eski şehre şöyle bir bakış.
Bir acaip binalar.
Dolaşırken de bir gözüm sürekli PTT arıyor. Pul alacağım. Hoş, gözüme hiç kart postal vs çarpmadı ama olsun. Pulum elimde olsun yeter... İşte bir tane.... Ama içinde adam yok... İçerdeki bizim yerel rehber. Arapça çalışanı arıyor. Maafish.... Sonunda pul bulamadım!!! Koca Yemen'den pulsuz döndüm!!!
Cembiyelerin kılıfını yapanlar.
Allah cezanızı kaldırmasın:)))
Kitapçı
Kahveci........
O kahvecinin kahvesinde gençler.
Aynı kahvede bizler.....
Bir kaç yıla kalmadan ağzında diş kalmayacağının bilincinde mi acaba...
Kadınların çarşaf altı kıyafetleri ve iç çamaşırlarını düşünemiyorum bile... satılanlar beni böyle düşünmek zorunda bıraktı.
El arabasındaki mutluluk ve rahatlık.
Ne kadar çok hurmacı vardı.
Bu artık kaydı kayıyor....
Yemen'deki ilk günümüz böylecene bitti. Ben daha iyiyim, şaşkınım. Her şey çok değişik gelmeye devam ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder