Amerika'daki Milli Parklar hakkında ufak bilgilendirme yapmanın zamanı geldi sanıyorum.
Hazin bir hikayesi var.
Amerika'da ilk yerleşimler başladığında batı kısımları hep insan bulamamaktan yakındı. Bu yüzden çeşitli yöntemler denendi. Köle ticareti bu yöntemlerden bir tanesi olarak tarihe geçti.
Bir diğer önemli uygulama ise, isteyenlere sadece 25 Dolar karşılığında uçsuz bucaksız araziler satmak oldu. Parayı bastıranlar, belirli bir noktadan "başla" komutuyla koşmaya başlayarak karşılarına çıkan arazilere el değdirerek oranın sahibi olurlar.... Resmen yarıştırmışlar yani. Bu uçsuz bucaksız arazilerde susuz, aç bilaç, en yakın komşusu miller uzakta olan bu insanlar, yine hiç bir şey ekemeden, biçemeden yaşamlarını sürdürmeye çalışırlar. Şans eseri suyu bulan komşu, yan araziyi satın alarak büyük çiftlikler oluşur ve araziler kıymetlenir.
Devlet yıllar sonra 25 Dolara sattığı bu yerleri dünya paralar karşılığında geri alarak oraları Milli Parklar'a dönüştürdü.
Şu an ülkede 130 Milli Park bulunmakta. Yellowstone en büyüğü ve ilk kurulanı.
Monumenet Valley, Utah/Arizona eyaletlerinin sınırında kurulmuş bir başka açık hava müzesi. Aynı zamanda da Navajo Yerlileri'nin de yaşam alanı.
Dünya burasını John Ford sayesinde tanımış. 1939 yılında çekilen Stagecoach ve hemen sonrasında She Wore a Yellow Ribbon filmleri bu vadiyi film stüdyosu olarak kullanan öncüler olmuş. Klasik kovboy filmleri denince akla gelebilecek her manzara burada fazlasıyla mevcut.
Yolun üstünde bir yerli kulübesi. Amerikan bayrağı, kredi kartı geçerlidir levhası!!! İncik boncuk satıyor.
Parkın içine girmeden bizleri karşılayan görüntü buydu.
Yerli evleri...
Her parkın girişinde büyük, modern ziyaretçi merkezleri hem tuvalet ihtiyacı, hem hediyelik eşya dükkanları, hem de çay/kahve gibi gereksinimleri karşılamak için kurulu. Hepsinin önünde de büyük seyir terasları mevcut.
Burada da 4x4 araçla dolaşacağız. Rehber ve şoförümüz yerli. Bu seferki erkekti.
Her tarafı açık bir araca bu sefer 4 kişi yan yana oturmak üzere 4 sıra halinde arka arkaya dizildik. Çok toz toprak olacaktır diye ikaz edildiğinden yanımızdaki eşarplarımızla yüzümüzü örttük. Yerli rehber direksiyonda, yanında bizim Nedim düştük yollara. Nedim tekrardan Amerika'da olmaktan ötürü çok mutluydu bence. Adama yakışıyor oralı olmak ama:)) Başında ters takılmış kasket, ayaklar aracın konsolunun üstüne uzatılmış.. gel keyfim gel. Biz arkada hoplayıp zıplayalım!!
Rehber bir taraftan anlatıyor - tek kelime anlamak olası değil; bir Çinli ne kadar İngilizce konuşursa, bu da o kadar konuşuyordu. Lafı bittikten sonra bir taraftan ağız armonikası çalarken, diğer taraftan yerli şarkıları söylüyor. Biz de arkada hoplayıp zıplayalım!!!
Fotoğraflar hareket halindeyken çekildi.
Hah... John Ford noktasına geliyoruz. Demek ki duracağız....
Tam o noktaya bir de at koymuşlar; kendini film karesinde hissetmek isteyenler biniyorlar. Tabii ki para karşılığında.
Bulunduğumuz yerde bulunan kulübelerde yerli kadınların yapıp sattıkları inanılmaz pahalı ve dandik incik boncuk vardı.
İşte burası da, meşhur yakışıklı esmer güzeli Amerikalının (!) atının üstünde, Marlboro cıgarasını yakarken dalıp gittiği manzara....
Hep seyir halindeyken çekilmiş fotoğraflar.
Tam bir horoz figürü
Horoza karşı grup fotoğrafımız.
Şimdi dikkat ettim de, onca uçuşa, onca saat farkına, her gün yapılan onca mile/yola rağmen hiç kimse dağılmış, yorgun veya mutsuz görünmüyor. Gerçekten çok keyif almışız.
O gün vadinin ortasındaki özel alanda yerel rehberimizin eşinin hazırladığı tipik Navajo yemeğini yedik. Bizdeki lavaş gibi bir ekmek, bu yağda kızartılmış olanı; içine az etli fasulye, domates, salatalık, soğan koyup veriyorlar. Sen istediğini alıyorsun. Bir tanesi de doyuruyor. Doyurmasa da önemli değil, zira herkes için sadece 1 tane ekmekten vardı!! 2 termosa da su ve meyve suyu doldurmuşlar; plastik tabaklarda plastik çatal/bıcakla yiyip plastik bardaklarla içiyorsun. Sonra da onları çöpe atıyorsun. Uzakça bir köşeye de portatif tuvalet kondurmuşlar, içeri adım atabilene aşk olsun...
Ama çok ilginçti. Hepimiz de halimizden memnunduk.
Yerli rehberimiz yemekten sonra bizleri yine şarkılar, türküler eşliğinde aldığı yere bıraktı. Biraz dükkan gezip ufak tefek kızılderili hatırası aldıktan sonra Utah eyaletindeki Canyonsland'a doğru yolumuza devam ettik.
Haksız sayılmazlar ama, her bölgeyi "kıymetli taş" diye adlandırmışlar. Canyonland'da Milli Park oluşumları içindeki tek taşlardan biri. 3 bölgeden oluşuyor: Island in the Sky, the Needles, ve the Maze. Biz ücra ve sihirli Needles bölgesini dolaştık. İsmini uzun, zarif, fidan gibi kum taşlarından almış. Parkın bu bölümü 60 mil uzunluğunda birbiriyle bağlantılı sayısız kanyon oluşumlarıyla ünlü. İnsan, rüzgar ve yağmurun çölde oluşturduğu oyma işçiliği gibi işlenmiş taşları görmekten keyif alıyor.
Bütün kanyonlar fotoğraflardan aynı gibi görünse de değiller. Hepsinin ayrı bir özelliği, güzelliği, büyüleyici tarafı var.
Yeri büyük bir olasılıkla karıştırıyor olabilirim ama, 1991 yılında çekilmiş olan Thelma&Louise filmindeki final sahnesi bu kanyonlardan birinde çekilmiş. Önlerindeki yarıktan helikopterin çıkması üzerine bu 2 radikal kadının birbirlerine bakıp son gaz boşluğa arabayı sürmeleri.... Eh, onlara da buradan atlamak yakışırdı, Golden Gate Köprüsü değil yani.
İçinden film kareleri geçen ufak şehirlerin dışında gecelediğimiz hiç bir yerleşim aklımda değil. Ancak Google araştırması yaparsam hatırlayabilirim. Ama notlarıma göre, geceyi geçirdiğimiz Moab Indiana Jones'un bazı sahnelerinin çekildiği küçük ve sempatik bir şehir-miş.
Diğer kanyon yazıma kadar iyi kalın, sağlıkta kalın.
Hazin bir hikayesi var.
Amerika'da ilk yerleşimler başladığında batı kısımları hep insan bulamamaktan yakındı. Bu yüzden çeşitli yöntemler denendi. Köle ticareti bu yöntemlerden bir tanesi olarak tarihe geçti.
Bir diğer önemli uygulama ise, isteyenlere sadece 25 Dolar karşılığında uçsuz bucaksız araziler satmak oldu. Parayı bastıranlar, belirli bir noktadan "başla" komutuyla koşmaya başlayarak karşılarına çıkan arazilere el değdirerek oranın sahibi olurlar.... Resmen yarıştırmışlar yani. Bu uçsuz bucaksız arazilerde susuz, aç bilaç, en yakın komşusu miller uzakta olan bu insanlar, yine hiç bir şey ekemeden, biçemeden yaşamlarını sürdürmeye çalışırlar. Şans eseri suyu bulan komşu, yan araziyi satın alarak büyük çiftlikler oluşur ve araziler kıymetlenir.
Devlet yıllar sonra 25 Dolara sattığı bu yerleri dünya paralar karşılığında geri alarak oraları Milli Parklar'a dönüştürdü.
Şu an ülkede 130 Milli Park bulunmakta. Yellowstone en büyüğü ve ilk kurulanı.
Monumenet Valley, Utah/Arizona eyaletlerinin sınırında kurulmuş bir başka açık hava müzesi. Aynı zamanda da Navajo Yerlileri'nin de yaşam alanı.
Dünya burasını John Ford sayesinde tanımış. 1939 yılında çekilen Stagecoach ve hemen sonrasında She Wore a Yellow Ribbon filmleri bu vadiyi film stüdyosu olarak kullanan öncüler olmuş. Klasik kovboy filmleri denince akla gelebilecek her manzara burada fazlasıyla mevcut.
Yolun üstünde bir yerli kulübesi. Amerikan bayrağı, kredi kartı geçerlidir levhası!!! İncik boncuk satıyor.
Parkın içine girmeden bizleri karşılayan görüntü buydu.
Yerli evleri...
Her parkın girişinde büyük, modern ziyaretçi merkezleri hem tuvalet ihtiyacı, hem hediyelik eşya dükkanları, hem de çay/kahve gibi gereksinimleri karşılamak için kurulu. Hepsinin önünde de büyük seyir terasları mevcut.
Burada da 4x4 araçla dolaşacağız. Rehber ve şoförümüz yerli. Bu seferki erkekti.
Her tarafı açık bir araca bu sefer 4 kişi yan yana oturmak üzere 4 sıra halinde arka arkaya dizildik. Çok toz toprak olacaktır diye ikaz edildiğinden yanımızdaki eşarplarımızla yüzümüzü örttük. Yerli rehber direksiyonda, yanında bizim Nedim düştük yollara. Nedim tekrardan Amerika'da olmaktan ötürü çok mutluydu bence. Adama yakışıyor oralı olmak ama:)) Başında ters takılmış kasket, ayaklar aracın konsolunun üstüne uzatılmış.. gel keyfim gel. Biz arkada hoplayıp zıplayalım!!
Rehber bir taraftan anlatıyor - tek kelime anlamak olası değil; bir Çinli ne kadar İngilizce konuşursa, bu da o kadar konuşuyordu. Lafı bittikten sonra bir taraftan ağız armonikası çalarken, diğer taraftan yerli şarkıları söylüyor. Biz de arkada hoplayıp zıplayalım!!!
Fotoğraflar hareket halindeyken çekildi.
Hah... John Ford noktasına geliyoruz. Demek ki duracağız....
Tam o noktaya bir de at koymuşlar; kendini film karesinde hissetmek isteyenler biniyorlar. Tabii ki para karşılığında.
Bulunduğumuz yerde bulunan kulübelerde yerli kadınların yapıp sattıkları inanılmaz pahalı ve dandik incik boncuk vardı.
İşte burası da, meşhur yakışıklı esmer güzeli Amerikalının (!) atının üstünde, Marlboro cıgarasını yakarken dalıp gittiği manzara....
Hep seyir halindeyken çekilmiş fotoğraflar.
Tam bir horoz figürü
Horoza karşı grup fotoğrafımız.
Şimdi dikkat ettim de, onca uçuşa, onca saat farkına, her gün yapılan onca mile/yola rağmen hiç kimse dağılmış, yorgun veya mutsuz görünmüyor. Gerçekten çok keyif almışız.
O gün vadinin ortasındaki özel alanda yerel rehberimizin eşinin hazırladığı tipik Navajo yemeğini yedik. Bizdeki lavaş gibi bir ekmek, bu yağda kızartılmış olanı; içine az etli fasulye, domates, salatalık, soğan koyup veriyorlar. Sen istediğini alıyorsun. Bir tanesi de doyuruyor. Doyurmasa da önemli değil, zira herkes için sadece 1 tane ekmekten vardı!! 2 termosa da su ve meyve suyu doldurmuşlar; plastik tabaklarda plastik çatal/bıcakla yiyip plastik bardaklarla içiyorsun. Sonra da onları çöpe atıyorsun. Uzakça bir köşeye de portatif tuvalet kondurmuşlar, içeri adım atabilene aşk olsun...
Ama çok ilginçti. Hepimiz de halimizden memnunduk.
Yerli rehberimiz yemekten sonra bizleri yine şarkılar, türküler eşliğinde aldığı yere bıraktı. Biraz dükkan gezip ufak tefek kızılderili hatırası aldıktan sonra Utah eyaletindeki Canyonsland'a doğru yolumuza devam ettik.
Haksız sayılmazlar ama, her bölgeyi "kıymetli taş" diye adlandırmışlar. Canyonland'da Milli Park oluşumları içindeki tek taşlardan biri. 3 bölgeden oluşuyor: Island in the Sky, the Needles, ve the Maze. Biz ücra ve sihirli Needles bölgesini dolaştık. İsmini uzun, zarif, fidan gibi kum taşlarından almış. Parkın bu bölümü 60 mil uzunluğunda birbiriyle bağlantılı sayısız kanyon oluşumlarıyla ünlü. İnsan, rüzgar ve yağmurun çölde oluşturduğu oyma işçiliği gibi işlenmiş taşları görmekten keyif alıyor.
Bütün kanyonlar fotoğraflardan aynı gibi görünse de değiller. Hepsinin ayrı bir özelliği, güzelliği, büyüleyici tarafı var.
Yeri büyük bir olasılıkla karıştırıyor olabilirim ama, 1991 yılında çekilmiş olan Thelma&Louise filmindeki final sahnesi bu kanyonlardan birinde çekilmiş. Önlerindeki yarıktan helikopterin çıkması üzerine bu 2 radikal kadının birbirlerine bakıp son gaz boşluğa arabayı sürmeleri.... Eh, onlara da buradan atlamak yakışırdı, Golden Gate Köprüsü değil yani.
İçinden film kareleri geçen ufak şehirlerin dışında gecelediğimiz hiç bir yerleşim aklımda değil. Ancak Google araştırması yaparsam hatırlayabilirim. Ama notlarıma göre, geceyi geçirdiğimiz Moab Indiana Jones'un bazı sahnelerinin çekildiği küçük ve sempatik bir şehir-miş.
Diğer kanyon yazıma kadar iyi kalın, sağlıkta kalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder