Ara sıra başıma gelen şeyi tam da bugün yaşadım.
Tamamen yalnız kalma isteği. Tamamen özgür olmak. Kimseye bağlı olmamak. Saatsiz, plansız, programsız serseri mayın olmak. İstediğim saatte, istediğim yerde, istediğim şeyi yemek. Veya bütün gün kımıl zararlısı olmak.
Programda Gaziantep Mozaik Müzesinin gezilmesi vardı.
Bu gezide kendime, program önüme geldiği andan itibaren tek müze gezebilecek gücü vermiştim. O müze de Mozaik Müzesi olacaktı. Ama dün Zeugma diretilince, bünyem, ruhum, kafam, yani özcümle ben, Mozaik Müzesini reddetti. Bunu o kadar açık ve net ifade etmişim ki, Bülent Bey dahi üsteleyemedi.
Müzeye gidiş saatine kadar otelimizin çevresindeki daracık sokakları, Çocuk Oyuncakları Müzesini, Şehitler Abidesini ve çeşitli cami ve kiliseleri dolaştık.
Taş işçiliği örnekleri.
Antep Çocuk Oyuncakları müzesinin girişindeki bu heykellere bayıldık. Her detay düşünülmüş. Hele ki ilk fotoğraftaki oğlanın arka cebinden sarkan sapan kendini aşmıştı.
Naftalin kokan dükkanlar.
Renkli levhalarla kaplanmış eski evler.
Camiye dönüştürülmüş Kendirli Kilisesi
Ulu Atatürk'ün Gaziantep halkına hitap ettiği balkon.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında, Fransızlar tarafından işgal edilen Antep'de yine Fransızlar tarafından kurşunlanmış cami duvarı.
Bu iki saatlik gezinti biter bitmez, otelde buluşuruz diyerekten ben gruptan ayrıldım.
Tarihi Bakırcılar Çarşısı, Tütün Han ve çevresindeki tüm dar sokaklara girip çıktım.
Tavsiye üzerine Saçı Beyaz baharatçısından üç yıl yetecek kadar malzeme stoklayıp, soluğu İmam Çağdaş’da aldım.
Burası bir yemek müzesi olabilir bence. Yemek Sanat Galerisi de uyar.
Fındık lahmacun (biraz irice bir fındık lahmacundu) ve yemeden asla dönmeyeceğim dediğim Simit Kebap ile ayran ısmarladım. Ayranı kaşıkla – kaşık değil; minik bakır kepçe - içmelerine bayılıyorum.
Bu bölge insanları nasıl oluyor da yüz kilo olmuyorlar. Nasıl oluyor da otuz yaşlarına gelmeden kalpten falan ölmüyorlar!!! Hiç sebze yok kültürlerinde. Bir maydanoz ve taze naneyi biliyorlar.. Zeytinyağlı barbunya, ayşe kadın çerezmiş onlara...
Yemeğimi yedikten sonra doğru otele gidip, hiç acele etmeden, bir yerlere yetişme telaşı olmadan duşumu aldım, biraz uzandım; hatta uyumuşum bile. İhtiyacım varmış.
Akşamüstü grup da geldi. Baktık, hiç kimsede dışarı çıkacak güç yok. Bunun üzerine büyük bir keyifle iç avluda ayaklarımızı uzatıp oturduk. Sohbet ettik; güldük. Bir ara acıkınca, otelin mutfağı olmadığından, kardeş otelden bir sini içinde üç kişilik mercimek çorbası, kuru patlıcan dolması, ayran ve revani getirttik. Akşam yemekleri o otelde bedava olduğundan bizden de para almadılar. İnanamadık, ama almadılar.
Yarın son günümüz.
Gaziantep’de bilumum, gerekli gereksiz müze, park ve bahçe gezmek istemediğimiz için, sabahtan Kahramanmaraş’a gitmeye ve dondurma yemeye zaten çok önceden karar vermiştik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder