Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

11 Şubat 2013 Pazartesi

FİNLANDİYA

3 - 10 Şubat 2013 Lapland&Helsinki Gezi Notları

Epeydir aklımda olan Lapland gezisi için 3 Şubat öğleden sonra THY ile Helsinki'ye doğru yola çıktım.




Üç saatten fazla uçtuğumuz halde iki ülke arasında saat farkının olmamasına çok şaşırdım!!!  Ben bu enlem ve boylamları anlayamıyorum!!!

Helsinki'den aktarmayla Lapland'ın başşehri Rovanieri.


Snow mobile,


Husky safari,


Buz kıran,



klasikleşmiş bilgiler diye düşünüyorum. O bölgeye her gidenin, olmazsa olmaz yaptığı aktiviteler. Bir gruba dahil olmadan gitseniz bile, adım başı bu turları düzenleyen şirketlere rastlıyorsunuz. 

Bana sorsalar, Snow mobile ile Husky safari aynı gün yapılabilinir. Buz kıran gemisine bir gün gerekli. Yani, Lapland üç günde bitmeli. Zira başşehir Rovaniemi'de yapılacak hiçbir şey yok. Her yöne üçer adım yürüdüğünde şehir bitiyor.... İki gün de Helsinki'de kalınıp geri dönülebilinir.

Bana finliler daha ilginç geldi.

Lapland'da şamanizm, her ne kadar turistik amaçlı olsa da, yaşamaya devam ediyor.


Kayakların, kızakları üstünde rüzgarı ve soğuğu iliklerimize kadar hissettikten sonra bu çadırlarda ateş etrafında sıcak meyve suyu içmek, o an için hoş olsa da, çadırın kapısı bir diğer turist kafilesi gelene kadar kapatılıyor!!!

Ancak oralarda hayat şartları hiç kolay değil. Beş milyon nüfuslu bir ülkede "insansızlık" çok büyük bir sorun. Kilometrelerce yol alırken, yolda tek bir ev, benzinci, ağıl bile göremiyorsunuz. Hep orman, hep kar.









Evet, sosyal devlet anlayışı hayatın her anında kendini hissettiriyor. Devlet insanı için her olasılığı sağlıyor. Bir evi olana ikinci evi satmıyor - rant sağlamasın diye; inşaatlar kişilerin değil, kurumların elinde. Binalar bittikten sonra her tür bakımı bu firmaların sorumluluğu altında. Bir balkonun komple sökülüp yerine yenisinin takıldığı anlatıldı!! Dolayısıyla ev fiyatları çok yüksek.

Hangi işte çalışmak isterlerse istesinler - kasiyerlik, terzi, berber vbg - önce mutlaka o branşın okuluna gitmek zorundalar. Dolayısıyla insan gücü pahalı. Çok pahalı.

Yemek sektöründe çalışanlar, yıllık izinlerinden döndükten sonra MUTLAKA idrar testi yaptırmak zorundalar. O test sonucu gelmeden işe başlayamıyorlar.

Doktorların koydukları teşhislere fazla güvenmiyorlar. Ülkede fazla insan yaşamadığından, tedavi ve teşhiste deneyimsiz olduklarına inanıyorlar!!!

Bütün bunların ışığında; olaya devlet güvencesi açısından bakıldığında, rahat ve mutlu olmaları gerekir.

Ama.....

Elli kilometrelik ana yolda bir benzinci bile olmadığından yola çıkmadan önce depolarını doldurmaları gerekiyor.

Yolda insan, ev olmadığından, arabalarında her türlü olumsuz koşula karşın en az iki battaniye bulundurmak zorundalar. Gece yolculuğu sırasında arabaları bozulsa, soğuktan ölmemek adına......

Bütün bunları hep düşünmek, hep düşünmek, herşeye hazırlıklı yaşamak onları mutsuz ediyor. Doğayla şaka yapılamayacağını biliyorlar.

Ve içiyorlar. Kadın, erkek; içiyorlar.

Alkoliklere karşı inanılmaz bir hoşgörü söz konusu. Kimse ayıplamıyor, kötü davranmıyor. Tam tersi, düşen, sallanan, bağıran, kusan insanlara diğerleri yardım ediyor.

İleri safha alkolikler işlerini, eşlerini kaybediyor.

Ve kaçınılmaz sonları... İntihar.

Ülkede insanların bir başka sorunu da gün ışığından özellikle uzun kış aylarında çok az faydalanabilmeleri. Hele ki Aralık ve Ocak aylarında hava çok geç "aydınlanıp", saat 15 gibi tekrardan karanlığa bürünüyormuş her yer. Neredeyse yirmi bir saat karanlıkta yaşamak hiç kolay olmasa gerek. Sürekli çok kalın giyinmek, hep içi kürklü şapka, eldiven, çizme giymek zorunda kalmak; eldivenler yüzünden el ele yürüyememek!!!! Bütün Avrupa şehirlerinde gençler sokaklarda öpüşür, koklaşırlar. Burada bir çift bile görmedim ben. Yaşam koşullarının ağırlığına iklimin yanı sıra güneş faktörünü de eklemek hiç yanlış olmaz.

Çok mu olumsuz yazdım diye düşündüm. Ancak bütün bunları bire bir konuşmaların neticesinde burada paylaşmaya çalıştım.

Olumlu taraflar mı... O kadar çok ki... Trafikteki düzen; kornasız bir dünya... yayaların önlenemez geçiş hakkı!!! Kimsenin sana aldırmaması.... elalem ne der korkusu olmadan yaşayabilmek - en azından turist olarak:))

Ve de yemekleri..... yumul ye.... Mönüleri et ağırlıklı - neden şaşırmadım acaba?? Domuz, geyik, dana... her türlüsünü pişiriyorlar. Ekmek servisleri yok. Yemek öncesi ya ılık doritos panchos gibi bir şeyler - yanında acılı domates sosuyla; veya yemek tabağında bir adet etin arasında kaybolmuş sarmısaklı ekmek veriyorlar. Ekmek yerine kızartılmış büyük elma dilim patates servis ediyorlar.

Her zamanki gibi tercihim domuzdan yana oldu.. Dayanamıyorum.. Bir örnek vereceğim, kendimle çok alay ettim.... İki gün boyunca günde üç öğün domuzun her türlü halini yedikten sonra, yeter, bu öğlen domuz yok sana dedim ve McDonalds'a gittim.. Orada da tercihim, Big Bacon Menu oldu!!! Diğer hiç bir komboyu gözüm bile görmedi. O bile çok lezzetliydi.

Rovaniemi'de bir gece Amarillo diye bir yerde güzel bir yemek, başka bir gece de Fransmanni restaurantta bambaşka güzel iki farklı şekilde pişirilmiş Ren Geyiği eti yedim. Aynı tabakta iki ayrı servis sundular. Biri bizim ciğer sote gibi hazırlanmıştı, diğeriyse bir kasarolün içinde kırmızı pancarla hazırlanmış bol sulu ve baharatlıydı. Buraların hepsi yerel mekanlardı.

Başşehir Helsinki son derece düzgün, keskin çizgilere sahip bir şehir. Burayı daha önce gezen arkadaşlarım, sıkılırsın, bir şey yok demişlerdi. Ama ben sevdim. Bir kere kar vardı, soğuktu. O bile yeter. 

1960 yılında bir kadın tarafından yapılan ve bu yüzden devrim niteliğinde olan Sibelius anıtı beni çok etkiledi.





Şehirde bir de Kaya Kilise'yi çok beğendim. Ancak oradayken içeride ayin olduğundan hiç fotoğraf çekemediğim için üzgünüm. 

Rehberimizin önerisi üzerine Helsinki'deki son günümü onunla birlikte başşehre elli kilometre uzaklıktaki Porvoo'da geçirdim. Yukarıdaki sizlerle paylaştığım bilgiler işte bu kısa yolculuk sırasında anlatıldı bana. 

Hiç sıkılmadan sürekli gezebileceğim, fotoğraf çekebileceğim tam tarzım bir yerleşim Porvoo. Renkli evler, arnavut kaldırımlı sokaklar, sivri çatılar, minicik şık dükkanlar, cafeler... 





İnsanın gözünü rahatsız eden hiç birşey yok


Soğuk bir ülkeden sıcacık bir espri.



Böyle bir detay.

Çok keyifli bir geziydi. Finlandiya'yı sevdim. 

Ama pahalı, çok pahalı bir ülke.  


















2 yorum:

  1. Hala şu kızak ve snow mobil olayının nasıl organize edildiğini, nasıl ayarlandığını, fiyatını öğrenemedik. Gidenleri düşünerek değil gidebilecek olanları düşünerek yazınız Banu hanımcığım :)

    YanıtlaSil
  2. Valla Cengizi bilemem ama, benim ülkem değil Finlandiya. Hi,ç ama hiç düşünmem hele SİBİRYA da aynı iklimsel şartlarda yaşadıktan sonra..Ben almayayım..Hamdi Arabacıoğlu

    YanıtlaSil