Daha sonra yazacağım Münih gezimin sonunda Neubeuern kasabasına gitmeye yola çıkmadan çok önce karar vermiştim. Münih civarında gezilecek yerleri ararken ismi ilk defa karşıma çıktı. 1980'li yılların sonlarında Almanya'nın en güzel köyü seçilmiş diye okuyunca da, ben burada 1 gece kalırım diye düşünüp booking.com'dan bir otel bulup rezervasyonumu yaptırdım. Hem Salzburg istikametinde olması hem de ufak bir Alman köyünde Noel Pazarı görme hayali de beni çok tetikledi. Tabii ki Noel Pazarı yoktu.
İnternet üzerinden tren biletimi de almaya karar vermişken, bir yerlerde otobüs falan okuyunca, bu işi Münih'e bırakmaya karar verdim. Anlamadım ki...
Haklıymışım. Münih'ten Neubeuern'e doğrudan tren seferi yok. Rosenheim'a kadar gidip, oradan - tam bilette yazdığı gibi - 4 dakika kadar yürüyüp 9490 numaralı otobüse binip Neubeuern köyüne ulaşıyorsun. Trenden iniş saatine göre otobüs saati yazılı tabii ki. Otobüs ücreti tren biletine dahil değil. Ona ayrıca ödeme yapılıyor.
Sadece 1 gece kalacağımdan, erken kalkan treni tercih ettim. Elimde kar kış olacak diye hep en kalın şeylerle dolmuş koca bir bavul...
Rosenheim istasyonuna tam vaktinde vardı tren. Otobüsü yakalamama 4 dakikam var... Peki ama, otobüs nereden kalkıyor? Birine sordum, sağ tarafı gösterdi. Başladım yürümeye. Bir baktım ki, ben şehir dışına doğru kıyın kıyın çıkıyorum. Geri döndüm. Oraya buraya bakındım, otobüs falan göremedim. İstikamet taksi durağı. Ne kadara götürürsün köye, diye sordum. 30 Euro dedi. Bindim. Yarım saat sonra hedefe varmıştım. Şeker, şirin bir yer. Gözlerimle şöyle bir taradığımda her taraf bakış alanımın içine girdi. Yandım dedim.... Ben burada 1 gün, 1 gece ne yapacağım... Sokaklarda gölge bile olmayan bir köy. Saat sabahın daha 10'u...
Otelimi buldum, derdim bavuldan kurtulmak. Nasıl yani... Kapıda bir kağıt: Saat 14.30 gibi geri dönmüş olacağız.. Otelin kapısını açtım, neyse ki açıktı, ne resepsiyon, ne bavul bırakılacak bir yer. Kapalı bir kapının ardında sürekli havlayan bir köpek üstüne üstlük. O an ufak bir delilik hali geldi üstüme. Hava güneşli ama, daha çok erken olduğundan buz gibi. Tuvalete gitmem gerek, bir kahve içmek istiyorum vs vs vs, ve kimsecikler yok. Bana en azından bir mail yazıp durumu bildirmeleri gerekiyordu. Hiç Almanlara yakışan bir hareket değildi.
Elimde koca bavulla dışarı çıktım. Ön tarafta bir inşaat alanı buldum. O ana kadar köyde gördüğüm tek insan da o alanda çalışıyordu. Arkadaş dedim, durum böyleyken böyle. Benim bu bavuldan kurtulmam gerek. Sen kaça kadar burada çalışacaksın? Öğlene kadar dedi adamcağız. Bavul sana emanet deyip içeri bırakıp kendimi sokaklara attım.
Lütfen, bir açık dükkan, bir fincan kahve ve tuvalet.. başka bir şey istemiyorum. Her yer kapalı. 11'de açıp 14'de kapatıp, 17-20 arası yeniden açılıyor. Böyle bir kışlık sistem. O arada sen donabilirsin önemli değil anlaşılan.
Biraz fotoğraf çek ki vakit geçsin Banu dedim kendi kendime. O 1 saatte köyü hatmetmiş, girip çıkmadığım sokak kalmamıştı.
Saat 11 ve evet açılmış bir kahve dükkanı çok şükür. İçtiğim en güzel, en keyifli kahvelerden biriydi.
Köyün tarihçesi çok eskilere dayanıyor. 1300'lü yıllardan kalma binalar var. Hepsi bezemeli, işlemeli, tertemiz, bakımlı ve koruma altında. Ancak UNESCO listesinde değil. Romanya'da gezdiğim Ciconesti kasabasından çok daha muhteşem .olduğu da kesin.
Biraz da fotoğraf.
Olur olmadık yerde karşıma çıkan heykelciklerden biri.
Köyden tipik bir ev.
Demircinin afişi.
İçinde yaşam olan evler.
Bu kadar bol odun kesilip istiflendiğine göre, evlerde kuzine veya ocak yakılıyor diye düşündüm.
Ağaçları o kadar güzel budamışlar ki... bir süre resim sandım. Ama hayır... gerçektiler. Odunların dizilişiyle olağanüstü bir manzara oluşturmuşlar.
Emaye tencerelerin içine yerleştirilmiş saksılar, çam dalları, mumlar, ışıklar.
Pencereler ve budanmış, yapraklarını dökmüş ağaçlar.
Böyle bir başka örnek.
Veyahut bu.
Üsteki 2 fotoğraftaki kişiler evin ilk sahipleriymiş.
Sokak dokusu.
Allah bu Gasthaus'dan razı olsun.. Kalmayı planladığım otelin hemen karşısında. Üstelik açık.. Hemen içeri girip durumu anlattım. Sahibesiyle birlikte otele gittik. Hala kapı duvar... O da inanamadı olanlara. Hazır kısa bir süreliğine de olsa kafamı sokacak, oturabileceğim bir yer bulmuşum, bavulumu da ustadan teslim alıp yukarıdaki mekana konuşlandım. Yemeğimi yedim, bahçesinde bol bol fotoğraf çektim. Saat 14.30'a kadar vakit geçirmem lazım. Adamlar gelip oteli açacaklar ya...
Bana fazla sevinmek yaramıyor... Saat 14'de önüme hesap pusulası geldi, 17'e kadar kapatıyoruz dendi. Yapmayın ya... Yaptılar tabii ki.
Bavulla sokaklarda dolaşan tek turist olarak köyün tarihine geçmişimdir.
14.30'da yine otele yürüdüm. Yine kimseler yok.. Bu sefer bavulu aşağıda bırakıp üst kata çıktım. Açık, boş bir oda bulsam, dalacağım içine. Buldum da, ama biri yatıyordu :)) Artık ne hale gelmişsem o sırada...
Arnavut kaldırımı yollar, ben ve bavulum. Açık bir seyahat acentası.. Bahamalara tur düzenliyor. Şaka gibi. İçeri girip deliler gibi şikayet ettiğimi, bağırdığımı hatırlıyorum. Görevli kadıncağız tamamen konusunun dışında olmasına rağmen otele telefon etti. Telesekreter çıkıp, kağıtta yazılanın aynısını söylemiş.Ama bu arada saat olmuş 15.30.. Delirdim delirdim. Bana lütfen bir otel bulun dediğimi hatırlıyorum hayal meyal. Hemen yakınlarındaki bir yeri tavsiye ettiler.. Umarız açıktır demeyi ihmal etmeden. Ve evet açıktı. Hemen odamı verdiler. Zaten de hep belirttiğim gibi, o an, o gün köyde dolaşan tek turist bendim. Bütün gezim boyunca kaldığım en güzel otellerden ilkiydi. Hotel Hofwirt.
Odam harika, manzara olağanüstü. Gün biterken Neubeuern ve fotoğraflar.
Odamdan kilisenin görüntüsü. Gezemediğim tek yerdi.. Noel dolayısıyla süslüyorlardı. İçeri sokmadılar.
Alaca karanlıkta etrafım.
Sabah uyandığımda servis edilen kahvaltıyı anlatamam. Yok yoktu. Otelde de tek kişi olmama rağmen komple servisi sundular. Kahvem, kahvem ve yine kahvem. Utandım sonunda.
Beni Salzburg'a götürecek olan tren öğlene doğru hareket edeceğinden o saate kadar farklı bir ışıkta tekrardan dolaştım, aynı fotoğrafları bilmem kaçıncı kez çektim.
Onlardan bazıları.
Köyün giriş kapısı.
Yine evler, pencereler, budanmış ağaçlar ve odun yığınları.
Noel baba ne çok kılığa girmiş ama
Rosenheim'a gitmek için yine taksi istedim. Zira bu arada gelip giden hiç bir otobüs falan görmedim.
Taksi tam vaktinde geldi ve Salzburg'a gitmek üzere Neubeuern'den ayrıldım.
Gidilmemeli mi? Gidilmeli ama kalınmamalı. Gidilmeli, ama Aralık ayında değil. Eminim ki yaz ve bahar aylarında buranın keyfine doyulmaz.
İşin bir başka komik yanı da, ertesi gün gelen mail: Banu Hanım, siz rezervasyon yaptırdığınız halde otele giriş yapmamışsınız; ödemeniz gereken para kredi kartınızdan tahsil edilecektir.. Şikayet ederim dedim. Zaten de edeceğim. Hem booking.com'da hem de Tripadvisor sitesinde. Uzun uzun yazıştık. Ben durumu açıklamaya çalıştım. Şimdi merakla gelecek ekstremi bekliyorum. Ne yaparlarsa yapsınlar, ben o oteli şikayet edeceğim. İsmi mi? Burgdachel... İsminde meymenet yok...
Gezinin ikinci durağından yazmaya başladım nedense. Öncesi ve sonrası gelecek.
Yeter ki iyi ve sağlıkta kalalım.
Görüşmek üzere.
İnternet üzerinden tren biletimi de almaya karar vermişken, bir yerlerde otobüs falan okuyunca, bu işi Münih'e bırakmaya karar verdim. Anlamadım ki...
Haklıymışım. Münih'ten Neubeuern'e doğrudan tren seferi yok. Rosenheim'a kadar gidip, oradan - tam bilette yazdığı gibi - 4 dakika kadar yürüyüp 9490 numaralı otobüse binip Neubeuern köyüne ulaşıyorsun. Trenden iniş saatine göre otobüs saati yazılı tabii ki. Otobüs ücreti tren biletine dahil değil. Ona ayrıca ödeme yapılıyor.
Sadece 1 gece kalacağımdan, erken kalkan treni tercih ettim. Elimde kar kış olacak diye hep en kalın şeylerle dolmuş koca bir bavul...
Rosenheim istasyonuna tam vaktinde vardı tren. Otobüsü yakalamama 4 dakikam var... Peki ama, otobüs nereden kalkıyor? Birine sordum, sağ tarafı gösterdi. Başladım yürümeye. Bir baktım ki, ben şehir dışına doğru kıyın kıyın çıkıyorum. Geri döndüm. Oraya buraya bakındım, otobüs falan göremedim. İstikamet taksi durağı. Ne kadara götürürsün köye, diye sordum. 30 Euro dedi. Bindim. Yarım saat sonra hedefe varmıştım. Şeker, şirin bir yer. Gözlerimle şöyle bir taradığımda her taraf bakış alanımın içine girdi. Yandım dedim.... Ben burada 1 gün, 1 gece ne yapacağım... Sokaklarda gölge bile olmayan bir köy. Saat sabahın daha 10'u...
Otelimi buldum, derdim bavuldan kurtulmak. Nasıl yani... Kapıda bir kağıt: Saat 14.30 gibi geri dönmüş olacağız.. Otelin kapısını açtım, neyse ki açıktı, ne resepsiyon, ne bavul bırakılacak bir yer. Kapalı bir kapının ardında sürekli havlayan bir köpek üstüne üstlük. O an ufak bir delilik hali geldi üstüme. Hava güneşli ama, daha çok erken olduğundan buz gibi. Tuvalete gitmem gerek, bir kahve içmek istiyorum vs vs vs, ve kimsecikler yok. Bana en azından bir mail yazıp durumu bildirmeleri gerekiyordu. Hiç Almanlara yakışan bir hareket değildi.
Elimde koca bavulla dışarı çıktım. Ön tarafta bir inşaat alanı buldum. O ana kadar köyde gördüğüm tek insan da o alanda çalışıyordu. Arkadaş dedim, durum böyleyken böyle. Benim bu bavuldan kurtulmam gerek. Sen kaça kadar burada çalışacaksın? Öğlene kadar dedi adamcağız. Bavul sana emanet deyip içeri bırakıp kendimi sokaklara attım.
Lütfen, bir açık dükkan, bir fincan kahve ve tuvalet.. başka bir şey istemiyorum. Her yer kapalı. 11'de açıp 14'de kapatıp, 17-20 arası yeniden açılıyor. Böyle bir kışlık sistem. O arada sen donabilirsin önemli değil anlaşılan.
Biraz fotoğraf çek ki vakit geçsin Banu dedim kendi kendime. O 1 saatte köyü hatmetmiş, girip çıkmadığım sokak kalmamıştı.
Saat 11 ve evet açılmış bir kahve dükkanı çok şükür. İçtiğim en güzel, en keyifli kahvelerden biriydi.
Köyün tarihçesi çok eskilere dayanıyor. 1300'lü yıllardan kalma binalar var. Hepsi bezemeli, işlemeli, tertemiz, bakımlı ve koruma altında. Ancak UNESCO listesinde değil. Romanya'da gezdiğim Ciconesti kasabasından çok daha muhteşem .olduğu da kesin.
Biraz da fotoğraf.
Noel nedeniyle bütün evlerin balkonları, bahçeleri çiçekler ve ışıklarla bezeli.
Olur olmadık yerde karşıma çıkan heykelciklerden biri.
Köyden tipik bir ev.
Demircinin afişi.
İçinde yaşam olan evler.
Bu kadar bol odun kesilip istiflendiğine göre, evlerde kuzine veya ocak yakılıyor diye düşündüm.
Ağaçları o kadar güzel budamışlar ki... bir süre resim sandım. Ama hayır... gerçektiler. Odunların dizilişiyle olağanüstü bir manzara oluşturmuşlar.
Emaye tencerelerin içine yerleştirilmiş saksılar, çam dalları, mumlar, ışıklar.
Pencereler ve budanmış, yapraklarını dökmüş ağaçlar.
Böyle bir başka örnek.
Veyahut bu.
Üsteki 2 fotoğraftaki kişiler evin ilk sahipleriymiş.
Sokak dokusu.
Allah bu Gasthaus'dan razı olsun.. Kalmayı planladığım otelin hemen karşısında. Üstelik açık.. Hemen içeri girip durumu anlattım. Sahibesiyle birlikte otele gittik. Hala kapı duvar... O da inanamadı olanlara. Hazır kısa bir süreliğine de olsa kafamı sokacak, oturabileceğim bir yer bulmuşum, bavulumu da ustadan teslim alıp yukarıdaki mekana konuşlandım. Yemeğimi yedim, bahçesinde bol bol fotoğraf çektim. Saat 14.30'a kadar vakit geçirmem lazım. Adamlar gelip oteli açacaklar ya...
Bana fazla sevinmek yaramıyor... Saat 14'de önüme hesap pusulası geldi, 17'e kadar kapatıyoruz dendi. Yapmayın ya... Yaptılar tabii ki.
Bavulla sokaklarda dolaşan tek turist olarak köyün tarihine geçmişimdir.
14.30'da yine otele yürüdüm. Yine kimseler yok.. Bu sefer bavulu aşağıda bırakıp üst kata çıktım. Açık, boş bir oda bulsam, dalacağım içine. Buldum da, ama biri yatıyordu :)) Artık ne hale gelmişsem o sırada...
Arnavut kaldırımı yollar, ben ve bavulum. Açık bir seyahat acentası.. Bahamalara tur düzenliyor. Şaka gibi. İçeri girip deliler gibi şikayet ettiğimi, bağırdığımı hatırlıyorum. Görevli kadıncağız tamamen konusunun dışında olmasına rağmen otele telefon etti. Telesekreter çıkıp, kağıtta yazılanın aynısını söylemiş.Ama bu arada saat olmuş 15.30.. Delirdim delirdim. Bana lütfen bir otel bulun dediğimi hatırlıyorum hayal meyal. Hemen yakınlarındaki bir yeri tavsiye ettiler.. Umarız açıktır demeyi ihmal etmeden. Ve evet açıktı. Hemen odamı verdiler. Zaten de hep belirttiğim gibi, o an, o gün köyde dolaşan tek turist bendim. Bütün gezim boyunca kaldığım en güzel otellerden ilkiydi. Hotel Hofwirt.
Odam harika, manzara olağanüstü. Gün biterken Neubeuern ve fotoğraflar.
Odamdan kilisenin görüntüsü. Gezemediğim tek yerdi.. Noel dolayısıyla süslüyorlardı. İçeri sokmadılar.
Alaca karanlıkta etrafım.
Sabah uyandığımda servis edilen kahvaltıyı anlatamam. Yok yoktu. Otelde de tek kişi olmama rağmen komple servisi sundular. Kahvem, kahvem ve yine kahvem. Utandım sonunda.
Beni Salzburg'a götürecek olan tren öğlene doğru hareket edeceğinden o saate kadar farklı bir ışıkta tekrardan dolaştım, aynı fotoğrafları bilmem kaçıncı kez çektim.
Onlardan bazıları.
Köyün giriş kapısı.
Noel baba ne çok kılığa girmiş ama
Rosenheim'a gitmek için yine taksi istedim. Zira bu arada gelip giden hiç bir otobüs falan görmedim.
Taksi tam vaktinde geldi ve Salzburg'a gitmek üzere Neubeuern'den ayrıldım.
Gidilmemeli mi? Gidilmeli ama kalınmamalı. Gidilmeli, ama Aralık ayında değil. Eminim ki yaz ve bahar aylarında buranın keyfine doyulmaz.
İşin bir başka komik yanı da, ertesi gün gelen mail: Banu Hanım, siz rezervasyon yaptırdığınız halde otele giriş yapmamışsınız; ödemeniz gereken para kredi kartınızdan tahsil edilecektir.. Şikayet ederim dedim. Zaten de edeceğim. Hem booking.com'da hem de Tripadvisor sitesinde. Uzun uzun yazıştık. Ben durumu açıklamaya çalıştım. Şimdi merakla gelecek ekstremi bekliyorum. Ne yaparlarsa yapsınlar, ben o oteli şikayet edeceğim. İsmi mi? Burgdachel... İsminde meymenet yok...
Gezinin ikinci durağından yazmaya başladım nedense. Öncesi ve sonrası gelecek.
Yeter ki iyi ve sağlıkta kalalım.
Görüşmek üzere.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder