Prag'da üstümüze üstümüze gelen insan seli nefes almamızı bile güçleştirdiğinden şehir dışına çıkalım deyip günümüzü Karlovy Vary'de geçirmek üzere bir tura yazıldık.
Başkente 1.5 saat uzaklıktaki şehir gezimize dünyaca ünlü Moser Cam Fabrikası ve Müzesini gezerek başlıyoruz.
Fabrikanın bahçesinde sergilenen cam eserler.
Camın uç kısımlarının aldığı veya verildiği şekiller.
Bu garip cam heykel ilkbaharmış...
Bu ise kış... Yapan kişi, yani Jiri Suhajek (ismin neredeyse her harfinin üstünde bizim alfabede olmayan işaretler var!!!) öyle diyorsa, doğrudur. Ben anlamıyorum.
İmalat bölümü çok büyük değil. İrili ufaklı fırınların önünde cam ustaları hep ayakta, üfleyerek, ateşe tutarak, büyüterek, veya küçülterek camı şekilden şekle soktular.
Yapılan her ürün ciddi paralara satılıyor. Dükkan bölümü de gezildi tabii ki. Standart bir eve sokulamayacak boyutta eserler de vardı. Minimalizm almış başını giderken, bunlar ancak saraylarda, büyük büyük şatolarda oturanlar tarafından satın alınır diye düşündüm.
Öğlen yemeğini aldığımız yerin manzarası. Yeşile ne kadar hasret kalmışım meğer.
Karlovy Vary'de ihtişam ve lüksten başka bir şey yok.
Bu bölge krallık döneminde önemli bir av alanıymış.
Krallardan biri köpekleriyle avlanmaya çıktığında, hayvanlardan bir tanesinin sıcak suya düşerek ölmesinden sonra bu termal kaynakların varlığından haberdar olunup hemen işleme alınmış.
İçme sularının da bir çok derde iyi geldiği söyleniyor.
Spa merkezleri, sağlık klinikleri (özellikle obetize) zaten var olan ününe katma değer katmış.
Adımını atmayan bir ünlü neredeyse yok. Müzisyenler, şarkıcılar, bestekar, kont&kontesler, krallar&kraliçeler, devlet erkanı.....
Yaz aylarında gelenler sıcaktan bayılmasınlar diye, yukarıdaki gibi bol işlemeli içlerinde ufak konserler verilen "pavyonlar" inşa etmişler.
Pavyonun iç kısmı. 2 otel daha sığabilecek kadar geniş....
Taze kremalı pastalar şeklinde hoş binalar, lüks butikler; ortadan akan bir nehir, binaların arkası orman. İnsan daha ne ister ki...
Fotoğraftaki binanın sahibi her kimse bizi öldürdü. Adam doymak bilmemiş. 3 ada 5 parsel üzerine bina üstüne bina yaptırmış.... Günümüzde Pupp Hotel, Pupp Casino, Pupp Cafe, Pupp Cafe Bar, Pupp Birahane, Pupp Şaraphane, Pupp Konyak Evi olarak hizmete devam ediyor...
Her bina zamanında mesken olarak inşa edilmiş. Ne zaman ki şehre termal kaynaklardan faydalanmak üzere aristokrat kesim akın etmeye başlamış, var olanlar hemen otele dönüştürülmüş. Yani hiç biri yeni değil. Tarihçeleri oldukça eskilere dayanıyor.
Pupp'ların sahibi olan kişi, daha makul bir yerim de olsun diyerek bir de yukarıdaki binayı da inşa ettirmiş (bana kalırsa burada hizmetkarları yaşıyordu!! Ötekine göre o kadar "sade" ki) Böylesi de var mı diye soracak olanlara, evet var işte demiş sanki... Tabii ki günümüzde otel olmuş.
Şehirdeki Modern Sanatlar Müzesi ile Opera&Bale Binaları olduğunu da yazmam gerekecek; zira şehrin hepsi bu.
Evet, çok düzgün, çok kaliteli, son derece ağır başlı bir yer. O otellerden birinde turist olarak gecelemeye kalkarsanız, bence sıkılırsınız. Ama günü birlik tura katılırsanız, çok keyif alarak geri dönme olasılığınız oldukça yüksek.
Bütün bir günümüzü o kadar keyifli geçirdik ki, iyi ki geldik, gezdik dedik.
İyi kalalım, sağlıkta olalım.
Devam edecek....
Başkente 1.5 saat uzaklıktaki şehir gezimize dünyaca ünlü Moser Cam Fabrikası ve Müzesini gezerek başlıyoruz.
Fabrikanın bahçesinde sergilenen cam eserler.
Camın uç kısımlarının aldığı veya verildiği şekiller.
Bu garip cam heykel ilkbaharmış...
Bu ise kış... Yapan kişi, yani Jiri Suhajek (ismin neredeyse her harfinin üstünde bizim alfabede olmayan işaretler var!!!) öyle diyorsa, doğrudur. Ben anlamıyorum.
İmalat bölümü çok büyük değil. İrili ufaklı fırınların önünde cam ustaları hep ayakta, üfleyerek, ateşe tutarak, büyüterek, veya küçülterek camı şekilden şekle soktular.
Yapılan her ürün ciddi paralara satılıyor. Dükkan bölümü de gezildi tabii ki. Standart bir eve sokulamayacak boyutta eserler de vardı. Minimalizm almış başını giderken, bunlar ancak saraylarda, büyük büyük şatolarda oturanlar tarafından satın alınır diye düşündüm.
Öğlen yemeğini aldığımız yerin manzarası. Yeşile ne kadar hasret kalmışım meğer.
Karlovy Vary'de ihtişam ve lüksten başka bir şey yok.
Bu bölge krallık döneminde önemli bir av alanıymış.
Krallardan biri köpekleriyle avlanmaya çıktığında, hayvanlardan bir tanesinin sıcak suya düşerek ölmesinden sonra bu termal kaynakların varlığından haberdar olunup hemen işleme alınmış.
İçme sularının da bir çok derde iyi geldiği söyleniyor.
Spa merkezleri, sağlık klinikleri (özellikle obetize) zaten var olan ününe katma değer katmış.
Adımını atmayan bir ünlü neredeyse yok. Müzisyenler, şarkıcılar, bestekar, kont&kontesler, krallar&kraliçeler, devlet erkanı.....
Yaz aylarında gelenler sıcaktan bayılmasınlar diye, yukarıdaki gibi bol işlemeli içlerinde ufak konserler verilen "pavyonlar" inşa etmişler.
Pavyonun iç kısmı. 2 otel daha sığabilecek kadar geniş....
Taze kremalı pastalar şeklinde hoş binalar, lüks butikler; ortadan akan bir nehir, binaların arkası orman. İnsan daha ne ister ki...
Her bina zamanında mesken olarak inşa edilmiş. Ne zaman ki şehre termal kaynaklardan faydalanmak üzere aristokrat kesim akın etmeye başlamış, var olanlar hemen otele dönüştürülmüş. Yani hiç biri yeni değil. Tarihçeleri oldukça eskilere dayanıyor.
Şehirdeki Modern Sanatlar Müzesi ile Opera&Bale Binaları olduğunu da yazmam gerekecek; zira şehrin hepsi bu.
Evet, çok düzgün, çok kaliteli, son derece ağır başlı bir yer. O otellerden birinde turist olarak gecelemeye kalkarsanız, bence sıkılırsınız. Ama günü birlik tura katılırsanız, çok keyif alarak geri dönme olasılığınız oldukça yüksek.
Bütün bir günümüzü o kadar keyifli geçirdik ki, iyi ki geldik, gezdik dedik.
İyi kalalım, sağlıkta olalım.
Devam edecek....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder