Bu yazımda sadece Botus'u anlatacağım. Ara duraklar daha sonra.. O kadar özeldi ki.
Bugün Maramureş'den ayrılıp Transilvanya bölgesine geçiyoruz.
Her şey değişti. Bitki örtüsü, insan yapısı, ahşap dokusu... Benim gönlüm Maramureş'te kaldı.
Son ahşap örnekleri. Yol kenarındaki çöp kutuları..
Maramureş'e ait son fotoğraflar.
Uzun ve yavaş seyrettiğimiz bir yolculuktan sonra, sora sora 2 gece konaklayacağımız Botus'a vardık. Hangi devirdeyiz acaba? Heidi şu tepenin üstündeki evde yaşamıyor muydu? Peter de birazdan çıkıp gelir her halde.
Pansiyonun büyük ahşap kapısını arabadan inip açıp, araba girdikten sonra yine örtüp gür bir havlama sesinin geldiği yöne doğru yürümeye başladım. Etrafta kimsecikler yok. Sessizliğin sesi ve sadece bir havlama.
Ama ben bunu istiyorum. Her bir patisi benim 2 bileğim kalınlığında olan bir kız. Hayatım boyunca köpeklerden hiç korkmadım, ancak bu güzellik beni şöyle bir durdurdu. Hoplamasından, havalara zıplamasından, kuyruğunu sürekli sallamasından beni sevdiğini anladım, ama ne olursa olsun. Bir sahibi gelsin, tanıştırsın, sonra kucaklaşacağız...
Olağan dışı gürültüler üzerine - motor sesi, havlama, bizlerin memnuniyet çığlıkları - ev sahibesini gördük. Gencecik bir kadın yerel kıyafetleri ve yüzünde kocaman bir gülümsemeyle geldi. El sıkıştıktan sonra benim ilk sorum köpeğin ismi oldu (ertesi gün unutmuştum.. sebebini yazacağım).
Yazık, hep bağlıydı. Onu gezdirmek öyle her babayiğidin haddi değil gerçekten. Adamı savurur. Öyle bir kuvvetli hayvan. Ama mecburlar. Bu ıssızlıkta bu hiçlikte başka türlüsüyle olmaz.
Köyde dolaşırken her evin köpeği olduğunu gözlemledik. Ancak diğer hayvanlar yukarıdaki fotoğraftaki gibi etrafı telle örülmüş daha geniş bir alanda yaşıyor ve dolaşabiliyorlardı. Bir tek bizimki zincire bağlıydı.
İçi dışı tamamen ahşaptan yapılmış bu pansiyonda 2 gece geçirmek olağanüstü bir deneyimdi. Bu süre zarfında köyde olduğumuz zaman diliminde telefonlarımız kullanıma kapalıydı. İnternet yoktu. Her şey ev veya el yapımıydı. Üstteki fotoğraftaki salıncakta sallanmak, kahveyi, ev yapımı likörlerini orada içmek parayla satın alınacak şeyler değil.
Maramureş ve bu bölgede kaldığımız her otel odası perdesizdi... 1) seni görecek veya senin göreceğin bir başka oda veya bina yok karşında. 2) gece gözünü açtığında milyarlarca yıldızı tepende görmek çok farklı bir şey. Başta alışmakta zorlandım ama uykum gelince de uyumak zorunda kaldım.
Sonsuzluk duygusunun ne olduğunu ben burada anladım. Kimi arkadaşlarım Moğolistan steplerini öyle adlandırıyorlar. Haklı olabilirler, ama ben katılmıyorum. Oradaki, hiç değişmeden saatlerce süren bir tekrardı. Burada ise, birbirini enine veya boyuna kesen çitler, yere dökülmüş pirinç taneleri gibi sağa sola serpiştirilmiş evler, kulübeler, tüten bacalar, ağaç, orman, atlar ve büyük baş hayvanlar o sonsuzluk hissini pekleştirirken, bir farklılık da yaratabilmişti. Öz cümle bir devinim vardı. Bu yüzden de çok özeldi.
Pansiyondan gördüğümüz bir başka manzara da yukarıdaki manastırdı. Orada olması gereken, oraya en yakışan manastır herhalde böyle olmalıydı. Ve içinde yaşam olan. Rahibelerin çan yerine günün belli saatlerinde ellerindeki tokmaklarla bir ahşaba vurarak köyün her tarafından duyulabilen o ses...
Hep yazdım, yineleyeceğim; burası beni inanılmaz etkiledi.
Araba yok.. Var da tek tük. Genelde de kağnı arabaları. Yürürken sıklıkla karşılaşılan komşular... Uzun bir süreden sonra ilk kez kocaman kocaman hayvan dışkılarına basmamak için hoplayıp zıplamak zorunda kaldığım için ayrıcana mutluyum. Ne kadar özlemişim doğal yaşam ve hayatı.
Malum banklar. En son çocukluğumda kalmış süt güğümleri.
Sonsuzluğun ortasında, onu bölen bir kulübe. Hiçlik sonra devam ediyor...
Burada da çitler beni benden aldı.
Sana da günaydın, günaydın. Mutlu sabahlar. Güler yüzlü insanlar.
Kişilere ait dönümlerce arazi var. Hatta bir çoğunun ormanlık alanda dahi hisseleri varmış. Mevsimsel zorluklardan dolayı tarım fazla yapılamıyor. Onun yerine hayvancılık en büyük geçim kaynakları. Süt ve süt ürünlerinden yapılan her ürün kendileri tarafından imal ediliyor.
Karanlık 2 fotoğraf olmakla birlikte paylaşıyorum. Pansiyonun lobisi diyerek komik olacağım ama, öyle bir yer. Kahvaltı ve akşam yemeklerini burada yedik.
Ah bölgenin o kahvaltıları... Ekmekler dahi kendi ellerinden çıkıyor. Reçeller, çeşit çeşit peynirler, süt, kaymak, bal, taze sıkılmış hayatta ismini ilk kez duyduğumuz orman meyvelerinden nektarlar, kahve.
Her şey o kadar doğaldı ki. Ev sahibimiz çay veya kahve için sıcak suyu emaye bir tencerenin içinde servis yaptı. Servis yapmadı da, masanın üstüne bıraktı. Su bittiğinde veya soğuduğunda, mutfak ve kendi yaşama alanları olarak kullandıkları diğer binaya kadar yürüyüp suyu ısıtıp yine geri geldi. Dayanamayıp, şuraya bir su ısıtıcısı satın alsa da, gidip gelmese, yazık ona, dediğimde rehberimiz, yürümese bu kadar zayıf olmazdı yanıtı verdi. Ben de sustum!!!
Bu arada hazır yeri gelmişken köpeğin ismini ertesi gün niye unuttuğumu yazayım:)) Rehberimiz beni bir ara kenara çekip, Banu pansiyon sahibi genç kadının ismini sormayı ihmal etme, deyip beni uyardığında aydım, kendime geldim!!! Köpeğe o kadar odaklanmışım ki, kadıncağızın ismini sormak aklıma gelmemiş o an işte...
Müsait bir zaman diliminde, senin ismini unuttum ben ama, diye ufak bir yalan söyledim. Sevinçle, D'ana, dedi... Köpek bitti.. Ara sıra böyle dangalaklıklarım oluyor işte. Hele ki konu hayvansa.. Ne yapayım.
İşletmeyi ana kız beraber çalıştırıyorlar. D'ana Fransız Dili ve Edebiyatı okumuş 28 yaşında güzeller güzeli bir kız. Bekar. Burada yaşıyor. Kış aylarında biraz canı sıkılıyormuş, ama ona da çare bulmuş. Yöresel motiflerden ceketler, elbiseler, örtüler vs dikiyor. Önemli dini günlerde de giyiyormuş. Kış mevsiminde etraftaki okullarda Fransızca ders ver önerisine cık dedi. O kadar mutlu yani.
Koca araziyi annesi orakla biçiyor. Kadın makas kullanır gibi orak sallıyor. Denemek ister misin dedi, ya evet, ilk iş parmağımı kopartırım. Sağ ol.. Yine bir büyük şehirli düşüncesiyle, neden işçi kiralamıyorlar diye soracak oldum, kendisi yapabiliyorken ne gerek var ki yanıtıyla dersimi aldım. Ve artık ondan sonra tamamen sustum...
Ama neyse ki, binaları kendileri inşa etmemişler!!! Erkek kardeşleri yardımcı olmuşlar.
Atlar, büyük baş hayvanlar, möööö sesleri, tezek kokularına karışan is, odun kokusu. Çok farklı bir dünyada özel 2 gün geçirdik.
Ormanın içine uzanan uzun ince yolda yürümek ve havanın buna izin vermesi ...
Yabani çiçekler olmadık yerlerde.
Ve ayrılık günü...
Cornelia'ya bu güzel yerleşimi bize gösterdiği için çok müteşekkirim.
Cornelia'nın iletişim bilgileri: cornelia@maramuresguide.com
Bir diğer yazımda görüşene kadar iyi kalın, sağlıkta kalın.
Bugün Maramureş'den ayrılıp Transilvanya bölgesine geçiyoruz.
Her şey değişti. Bitki örtüsü, insan yapısı, ahşap dokusu... Benim gönlüm Maramureş'te kaldı.
Son ahşap örnekleri. Yol kenarındaki çöp kutuları..
Maramureş'e ait son fotoğraflar.
Uzun ve yavaş seyrettiğimiz bir yolculuktan sonra, sora sora 2 gece konaklayacağımız Botus'a vardık. Hangi devirdeyiz acaba? Heidi şu tepenin üstündeki evde yaşamıyor muydu? Peter de birazdan çıkıp gelir her halde.
Pansiyonun büyük ahşap kapısını arabadan inip açıp, araba girdikten sonra yine örtüp gür bir havlama sesinin geldiği yöne doğru yürümeye başladım. Etrafta kimsecikler yok. Sessizliğin sesi ve sadece bir havlama.
Ama ben bunu istiyorum. Her bir patisi benim 2 bileğim kalınlığında olan bir kız. Hayatım boyunca köpeklerden hiç korkmadım, ancak bu güzellik beni şöyle bir durdurdu. Hoplamasından, havalara zıplamasından, kuyruğunu sürekli sallamasından beni sevdiğini anladım, ama ne olursa olsun. Bir sahibi gelsin, tanıştırsın, sonra kucaklaşacağız...
Olağan dışı gürültüler üzerine - motor sesi, havlama, bizlerin memnuniyet çığlıkları - ev sahibesini gördük. Gencecik bir kadın yerel kıyafetleri ve yüzünde kocaman bir gülümsemeyle geldi. El sıkıştıktan sonra benim ilk sorum köpeğin ismi oldu (ertesi gün unutmuştum.. sebebini yazacağım).
Yazık, hep bağlıydı. Onu gezdirmek öyle her babayiğidin haddi değil gerçekten. Adamı savurur. Öyle bir kuvvetli hayvan. Ama mecburlar. Bu ıssızlıkta bu hiçlikte başka türlüsüyle olmaz.
Köyde dolaşırken her evin köpeği olduğunu gözlemledik. Ancak diğer hayvanlar yukarıdaki fotoğraftaki gibi etrafı telle örülmüş daha geniş bir alanda yaşıyor ve dolaşabiliyorlardı. Bir tek bizimki zincire bağlıydı.
İçi dışı tamamen ahşaptan yapılmış bu pansiyonda 2 gece geçirmek olağanüstü bir deneyimdi. Bu süre zarfında köyde olduğumuz zaman diliminde telefonlarımız kullanıma kapalıydı. İnternet yoktu. Her şey ev veya el yapımıydı. Üstteki fotoğraftaki salıncakta sallanmak, kahveyi, ev yapımı likörlerini orada içmek parayla satın alınacak şeyler değil.
Sonsuzluk duygusunun ne olduğunu ben burada anladım. Kimi arkadaşlarım Moğolistan steplerini öyle adlandırıyorlar. Haklı olabilirler, ama ben katılmıyorum. Oradaki, hiç değişmeden saatlerce süren bir tekrardı. Burada ise, birbirini enine veya boyuna kesen çitler, yere dökülmüş pirinç taneleri gibi sağa sola serpiştirilmiş evler, kulübeler, tüten bacalar, ağaç, orman, atlar ve büyük baş hayvanlar o sonsuzluk hissini pekleştirirken, bir farklılık da yaratabilmişti. Öz cümle bir devinim vardı. Bu yüzden de çok özeldi.
Pansiyondan gördüğümüz bir başka manzara da yukarıdaki manastırdı. Orada olması gereken, oraya en yakışan manastır herhalde böyle olmalıydı. Ve içinde yaşam olan. Rahibelerin çan yerine günün belli saatlerinde ellerindeki tokmaklarla bir ahşaba vurarak köyün her tarafından duyulabilen o ses...
Hep yazdım, yineleyeceğim; burası beni inanılmaz etkiledi.
Sonsuzluğun ortasında, onu bölen bir kulübe. Hiçlik sonra devam ediyor...
Burada da çitler beni benden aldı.
Sana da günaydın, günaydın. Mutlu sabahlar. Güler yüzlü insanlar.
Kişilere ait dönümlerce arazi var. Hatta bir çoğunun ormanlık alanda dahi hisseleri varmış. Mevsimsel zorluklardan dolayı tarım fazla yapılamıyor. Onun yerine hayvancılık en büyük geçim kaynakları. Süt ve süt ürünlerinden yapılan her ürün kendileri tarafından imal ediliyor.
Karanlık 2 fotoğraf olmakla birlikte paylaşıyorum. Pansiyonun lobisi diyerek komik olacağım ama, öyle bir yer. Kahvaltı ve akşam yemeklerini burada yedik.
Ah bölgenin o kahvaltıları... Ekmekler dahi kendi ellerinden çıkıyor. Reçeller, çeşit çeşit peynirler, süt, kaymak, bal, taze sıkılmış hayatta ismini ilk kez duyduğumuz orman meyvelerinden nektarlar, kahve.
Her şey o kadar doğaldı ki. Ev sahibimiz çay veya kahve için sıcak suyu emaye bir tencerenin içinde servis yaptı. Servis yapmadı da, masanın üstüne bıraktı. Su bittiğinde veya soğuduğunda, mutfak ve kendi yaşama alanları olarak kullandıkları diğer binaya kadar yürüyüp suyu ısıtıp yine geri geldi. Dayanamayıp, şuraya bir su ısıtıcısı satın alsa da, gidip gelmese, yazık ona, dediğimde rehberimiz, yürümese bu kadar zayıf olmazdı yanıtı verdi. Ben de sustum!!!
Bu arada hazır yeri gelmişken köpeğin ismini ertesi gün niye unuttuğumu yazayım:)) Rehberimiz beni bir ara kenara çekip, Banu pansiyon sahibi genç kadının ismini sormayı ihmal etme, deyip beni uyardığında aydım, kendime geldim!!! Köpeğe o kadar odaklanmışım ki, kadıncağızın ismini sormak aklıma gelmemiş o an işte...
Müsait bir zaman diliminde, senin ismini unuttum ben ama, diye ufak bir yalan söyledim. Sevinçle, D'ana, dedi... Köpek bitti.. Ara sıra böyle dangalaklıklarım oluyor işte. Hele ki konu hayvansa.. Ne yapayım.
İşletmeyi ana kız beraber çalıştırıyorlar. D'ana Fransız Dili ve Edebiyatı okumuş 28 yaşında güzeller güzeli bir kız. Bekar. Burada yaşıyor. Kış aylarında biraz canı sıkılıyormuş, ama ona da çare bulmuş. Yöresel motiflerden ceketler, elbiseler, örtüler vs dikiyor. Önemli dini günlerde de giyiyormuş. Kış mevsiminde etraftaki okullarda Fransızca ders ver önerisine cık dedi. O kadar mutlu yani.
Koca araziyi annesi orakla biçiyor. Kadın makas kullanır gibi orak sallıyor. Denemek ister misin dedi, ya evet, ilk iş parmağımı kopartırım. Sağ ol.. Yine bir büyük şehirli düşüncesiyle, neden işçi kiralamıyorlar diye soracak oldum, kendisi yapabiliyorken ne gerek var ki yanıtıyla dersimi aldım. Ve artık ondan sonra tamamen sustum...
Ama neyse ki, binaları kendileri inşa etmemişler!!! Erkek kardeşleri yardımcı olmuşlar.
Atlar, büyük baş hayvanlar, möööö sesleri, tezek kokularına karışan is, odun kokusu. Çok farklı bir dünyada özel 2 gün geçirdik.
Ormanın içine uzanan uzun ince yolda yürümek ve havanın buna izin vermesi ...
Ve ayrılık günü...
Cornelia'ya bu güzel yerleşimi bize gösterdiği için çok müteşekkirim.
Cornelia'nın iletişim bilgileri: cornelia@maramuresguide.com
Bir diğer yazımda görüşene kadar iyi kalın, sağlıkta kalın.