Persepolis.... Pers İmparatorluğu'nun başkenti, Ahameniş Hanedanının tören merkezi ve daha da önemlisi Ahameniş sanatı ve mimarisinin en güzel örneklerinden biri.
İranlılar buraya, mitolojideki İran'ın ilk kralı, Şahname'de adı geçen Cemşid'den esinlenerek Taht-ı Cemşid adını vermişler. Daha sonra Yunanca'da Persler'in kenti anlamına gelen Persepolis olarak adlandırılmış.
Elde edilen önemli kaynaklara göre kraliyet salonları, hazine, depolar ve ahırlardan oluşan bu yapılar topluluğunun yapımına MÖ 515'lerde başlanmış ve yaklaşık 150 yıl içinde çeşitli eklemeler yapılmış.
Şehir MÖ 331'de Büyük İskender tarafından, Pers İmparatorluğu'nun gücünü yıkmanın bir göstergesi olarak tamamen yağmalanıp yıkılmış.
450 x 300 metre büyüklüğündeki platonun üzerinde yer alan Persepolis yapıları, çeşitli dönemlerde yapılmış olmalarına karşın bir bütünlük taşıyor.
Tüm çeşmeler, merdivenler, kapılar ve ana saraydaki bir çok sütun taştan yapılmış olmasına karşın çatılar tahtadan, duvarlar ise tuğladan. Bu özellik de yapıların günümüze kadar ulaşmasını sağlamış.
Platformun üzerinde yer alan saraylar değişik seviyelerde, her biri diğerinden 2 metre yüksekte veya alçakta olacak şekilde düzenlenmiş. Buna göre yapıların bulunduğu seviyelerden ne amaçla kullanıldıklarını çıkarmak olası. Kraliyet ailesine ait bölüm ise her taraftan görülebilecek şekilde yerleştirilmiş.
Şehre gelen yol.
Platforma çift taraflı masif taştan oyulmuş anıtsal bir merdivenden erişim sağlanmış. Basamaklar da ziyaretçilerin atla çıkabilmelerini sağlayacak şekilde alçak yapılmış.
O basamaklardan çıkmak bir ayrıcalıktı....
Kapıdan geçtikten sonra varılan salondaki tahta sıralar bekleyen ziyaretçiler için ayrılmış. Çatı, sütun başlıkları hurma ağacı şeklinde işlenmiş 4 sütun tarafından taşınıyormuş.
100 Sütunlu Salon.... Ziyaretçilerin karanlık ve dar geçitlerden geçtikten sonra vardıkları yer. İhtişam, şaşaa, heybet... Düştükleri şaşkınlığı hayal etmek bile güç.
Geçidin duvarları da Apadana Sarayı'nı ve özel bölümleri görmeyi engelleyecek yükseklikte yapılmış.
Sütun başlıklarından bir başka örnek.
Apadana Merdivenleri kabartmaları Persepolin'in en ünlü bölümü.
1932 yılında ortaya çıkarılmış. Dini semboller ve Nevruz Törenleri'ni gösteren kabartmalarla bezenmiş.
Bugünkü İran'ın tüm geçmişinin film şeridi gibi izlenebildiği bir yer.
Aslan tarafından parçalanmak üzere olan boğanın duyduğu acı taşa bu kadar mı güzel işlenebilirdi.
Deve ve kumaşlarıyla Arap halkları.
Yün yumağı ve balkovanı taşıyan İyonyalılar
Hörgüçlü boğa getiren Babilliler.
Hafif korkudan titreyerek - kadın olarak "kırıtıyorum" ya... saygı zeybeğimi yapıverdim. Olmazsa olmazdı. Fotoğraflayan Hülya'ya teşekkürler.
Apadana Merdivenlerinde paylaştığım fotoğraflar gördüklerimin yanında hiç kalıyor, ama amaç bir fikir vermek. Fazlasıyla sizleri boğarım diye düşünüyorum.
Salondan sütunlar, sütunlar.
Persepolis'ten ayrılmadan önce Hülya'nın son bir bakışı.... Ben neler gördüm.. iyi ki gördüm bakışı.
Burası hepimizi fazlasıyla etkiledi. İran yazımın her bölümünde Mustafa Kesim Hoca'dan bahsetmeden geçemiyorum; geçemem de. Ülkeyi bizlere bu kadar sevdiren, bu kadar tanıtan biri olduğu için kendisine bir kez daha teşekkür etmek istiyorum. Daha çoook edeceğim...
Nakş-ı Rüstem...
Ahenemiş öncesi, Ahenemiş dönemi ve Sasani dönemi kutsal arkeolojik ören yeri.
Kayalardaki kabartmaları gören yerel halk vadiyi efsanevi Pers savaçcısı Rüstem'den esinlenerek "Rüstem'in Resmi" anlamına gelen Nakş-ı Rüstem olarak adlandırmış.
Buradaki yapılar buranın sadece bir gömü alanı olmadığı fikrini vermekte ve geçmişte aynı zamanda bir tören alanı olduğu kanısını doğrulamakta.
8 adet Kaya Mezarı... hepsinin hikayesi başka. Onları yazmak istemiyorum. Bu işe gönlünü koymuş Hoca'ya haksızlık olur... Anlatmak onun işi. O kadar keyifle yapıyor ki. Ben de zaten onun anlattığı gibi yazamam.
Ben artık sütun başları, o başların üstündeki 3cü kıvrımın, çiçek bezemesinin sol uç köşesinin bilmem neredeki izdüşümünü bilmek, öğrenmek istemiyorum, diyen bir kişi olarak, Nakş-ı Rüstem'e de bittim, ayrılmak istemedim; Persepolis'e ise yukarıda da belirttiğim gibi nefessiz kaldım... Bu bir itiraftır.
Günümüzü Unesco Dünya Mirası listesinde olan Kuroş'un anıt mezarını gezerek bitireceğiz. Unesco burasını listesine mezardan dolayı değil, Kuroş'un yaptıklarından ötürü layık görmüş.
Paşargad'da bulunan bu önemli mezarın yalın mimarisi bir dünya fatihinin büyüklüğünü simgeler nitelikte. Tamamı mezolitik taşlarla bezeli. İçinde kralın altın bir lahit içinde mumyası altın bir arabanın üstünde bulunuyormuş. Ancak bunların hepsi "magi" diye adlandırılmış mezar bekçilerine ve rahiplere rağmen yağmalanmış.
Güzel İran'ın böylelikle çok önemli ve ihtişamlı bir bölümünü de bitirdim. Sırada, ilgimi hep çekmiş olan Yezd Şehri, Sessizlik Kuleleri, Ateşgerler var.... Orası da beni hiç yanıltmadı.
O zamana kadar iyi kalın, sağlıkta kalın.
İranlılar buraya, mitolojideki İran'ın ilk kralı, Şahname'de adı geçen Cemşid'den esinlenerek Taht-ı Cemşid adını vermişler. Daha sonra Yunanca'da Persler'in kenti anlamına gelen Persepolis olarak adlandırılmış.
Elde edilen önemli kaynaklara göre kraliyet salonları, hazine, depolar ve ahırlardan oluşan bu yapılar topluluğunun yapımına MÖ 515'lerde başlanmış ve yaklaşık 150 yıl içinde çeşitli eklemeler yapılmış.
Şehir MÖ 331'de Büyük İskender tarafından, Pers İmparatorluğu'nun gücünü yıkmanın bir göstergesi olarak tamamen yağmalanıp yıkılmış.
450 x 300 metre büyüklüğündeki platonun üzerinde yer alan Persepolis yapıları, çeşitli dönemlerde yapılmış olmalarına karşın bir bütünlük taşıyor.
Tüm çeşmeler, merdivenler, kapılar ve ana saraydaki bir çok sütun taştan yapılmış olmasına karşın çatılar tahtadan, duvarlar ise tuğladan. Bu özellik de yapıların günümüze kadar ulaşmasını sağlamış.
Platformun üzerinde yer alan saraylar değişik seviyelerde, her biri diğerinden 2 metre yüksekte veya alçakta olacak şekilde düzenlenmiş. Buna göre yapıların bulunduğu seviyelerden ne amaçla kullanıldıklarını çıkarmak olası. Kraliyet ailesine ait bölüm ise her taraftan görülebilecek şekilde yerleştirilmiş.
Şehre gelen yol.
O basamaklardan çıkmak bir ayrıcalıktı....
Heybetli Tüm Milletler Kapısı merdivenlerin hemen başında yer almış. Her 2 yanında yüzleri merdivenlere dönük, Asur tarzı boğa figürlerini andıran devasa yarı insan yarı boğa heykelleri var.
Kapıdan geçtikten sonra varılan salondaki tahta sıralar bekleyen ziyaretçiler için ayrılmış. Çatı, sütun başlıkları hurma ağacı şeklinde işlenmiş 4 sütun tarafından taşınıyormuş.
100 Sütunlu Salon.... Ziyaretçilerin karanlık ve dar geçitlerden geçtikten sonra vardıkları yer. İhtişam, şaşaa, heybet... Düştükleri şaşkınlığı hayal etmek bile güç.
Geçidin duvarları da Apadana Sarayı'nı ve özel bölümleri görmeyi engelleyecek yükseklikte yapılmış.
Sütun başlıklarından bir başka örnek.
Apadana Merdivenleri kabartmaları Persepolin'in en ünlü bölümü.
1932 yılında ortaya çıkarılmış. Dini semboller ve Nevruz Törenleri'ni gösteren kabartmalarla bezenmiş.
Bugünkü İran'ın tüm geçmişinin film şeridi gibi izlenebildiği bir yer.
Aslan tarafından parçalanmak üzere olan boğanın duyduğu acı taşa bu kadar mı güzel işlenebilirdi.
Deve ve kumaşlarıyla Arap halkları.
Yün yumağı ve balkovanı taşıyan İyonyalılar
Hörgüçlü boğa getiren Babilliler.
Hafif korkudan titreyerek - kadın olarak "kırıtıyorum" ya... saygı zeybeğimi yapıverdim. Olmazsa olmazdı. Fotoğraflayan Hülya'ya teşekkürler.
Apadana Merdivenlerinde paylaştığım fotoğraflar gördüklerimin yanında hiç kalıyor, ama amaç bir fikir vermek. Fazlasıyla sizleri boğarım diye düşünüyorum.
100 Sütunlu Salon'a 2 büyük boğa heykelinin taşıdığı kapıdan giriliyor.
Salondan sütunlar, sütunlar.
Persepolis'ten ayrılmadan önce Hülya'nın son bir bakışı.... Ben neler gördüm.. iyi ki gördüm bakışı.
Burası hepimizi fazlasıyla etkiledi. İran yazımın her bölümünde Mustafa Kesim Hoca'dan bahsetmeden geçemiyorum; geçemem de. Ülkeyi bizlere bu kadar sevdiren, bu kadar tanıtan biri olduğu için kendisine bir kez daha teşekkür etmek istiyorum. Daha çoook edeceğim...
Nakş-ı Rüstem...
Ahenemiş öncesi, Ahenemiş dönemi ve Sasani dönemi kutsal arkeolojik ören yeri.
Kayalardaki kabartmaları gören yerel halk vadiyi efsanevi Pers savaçcısı Rüstem'den esinlenerek "Rüstem'in Resmi" anlamına gelen Nakş-ı Rüstem olarak adlandırmış.
Buradaki yapılar buranın sadece bir gömü alanı olmadığı fikrini vermekte ve geçmişte aynı zamanda bir tören alanı olduğu kanısını doğrulamakta.
8 adet Kaya Mezarı... hepsinin hikayesi başka. Onları yazmak istemiyorum. Bu işe gönlünü koymuş Hoca'ya haksızlık olur... Anlatmak onun işi. O kadar keyifle yapıyor ki. Ben de zaten onun anlattığı gibi yazamam.
Ben artık sütun başları, o başların üstündeki 3cü kıvrımın, çiçek bezemesinin sol uç köşesinin bilmem neredeki izdüşümünü bilmek, öğrenmek istemiyorum, diyen bir kişi olarak, Nakş-ı Rüstem'e de bittim, ayrılmak istemedim; Persepolis'e ise yukarıda da belirttiğim gibi nefessiz kaldım... Bu bir itiraftır.
Günümüzü Unesco Dünya Mirası listesinde olan Kuroş'un anıt mezarını gezerek bitireceğiz. Unesco burasını listesine mezardan dolayı değil, Kuroş'un yaptıklarından ötürü layık görmüş.
Paşargad'da bulunan bu önemli mezarın yalın mimarisi bir dünya fatihinin büyüklüğünü simgeler nitelikte. Tamamı mezolitik taşlarla bezeli. İçinde kralın altın bir lahit içinde mumyası altın bir arabanın üstünde bulunuyormuş. Ancak bunların hepsi "magi" diye adlandırılmış mezar bekçilerine ve rahiplere rağmen yağmalanmış.
Güzel İran'ın böylelikle çok önemli ve ihtişamlı bir bölümünü de bitirdim. Sırada, ilgimi hep çekmiş olan Yezd Şehri, Sessizlik Kuleleri, Ateşgerler var.... Orası da beni hiç yanıltmadı.
O zamana kadar iyi kalın, sağlıkta kalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder