Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

24 Kasım 2014 Pazartesi

Bakü

Dost, gardaş Azerbaycan'ın Türkler'den vize istediğini yolculuğunuza 2 gün kala öğrenirseniz ne yapardınız?? Benim suçum tabii ki. Ne olursa olsun bir kontrol etmeliydim. Ne kadar eminmişim ama...

Tam da acaba geziyi iptal mi etsek diye düşünürken, Google araştırması yaptık. #Bakü#  hava alanından alınabildiğini öğrendik.  2 fotoğraf - ebatları verilmiş; 10 dolar, pasaportun resimli sayfasının fotokopisi ve bir form. O formun da çıktısını alıp doldurduk. Niye yazıyorum? Hiç çıktı falan almayın.. Alanda onların verdiği formlar dolduruluyor da ondan... Fotokopiye de ihtiyaç yok.

Vizenin sadece Bakü Haydar Aliyev Hava Limanı'ndan alındığını da özellikle belirteyim. Araçla gitmeyi planlayanlar işlemleri memlekette halledip öyle yola çıkmalılar.

Ben bir de prizlerini kontrol edeyim dedim. Doldurulması gereken bir sürü makine var. Yine Google'a göre, bizdeki gibi 220 V ve ikili girişli. Evet, 220 V doğru, ama üçlü... Neyse ki bizim kullanabileceğimiz adaptörleri üstündeydi. Batı ülkelerinde bu tür hatalar neden hiç olmaz diye düşünmeden edemedim.


Hava alanı son derece modern bir mimariye sahip. Pasaport kontrolünden geçtikten sonra vize işlemleri için bizi başka bir tarafa yönlendirdiler. Orada formları yeniden doldurduk. İki dakikada basıyorlar mührü zaten.

Para birimleri Manat, Dolar'dan daha kıymetli.

Taksiciler alanın içinde müşteri bekliyorlar. Mutlaka pazarlık edilmeli. Onlar bir şey diyor, siz 5 Manat ucuz deseniz, tamam diyorlar.

Biz de okuduğumuz gibi pazarlığımızı yapıp, sonradan bizi Bakü çevresinde de gezdirecek olan şöförle otelimize doğru yola çıktık.

Geniş bulvarlar, modern binalar, Sovyetler döneminden kalma keskin hatlı binalar iç içe.

Şehre giderken sağda Haydar Aliyev Kültür Merkezi. Uçuk, kaçık bir mimari. Tabii ki gezeceğiz.

Şehre girerken sıkışan bir trafik. Solda Hazar Denizi.

Çok çirkin bir mimariye sahip Hilton Oteli. Modern arabesk bir şey.

Booking.com aracılığıyla bulduğumuz Azcot Otel'den içeri girdiğimizde hafif bir burulduk açıkcası. Ne bir lobi, ne çay, kahve içebileceğimiz bir yer yok... Bayağı köhneydi otel. Fakat konumu - Fountain Square'in hemen yanı;  ve çalışanlara diyecek hiç bir sözüm olamaz. İnsanlar her ihtiyacımız olduğunda can siperane yardımımıza koştular.

Odalarımız kahvaltı salonunun da bulunduğu katta. Bir tek kahvaltı servisi var, onun dışında mutfak kapalı.

Odaların döşenme şekli de çok hoştu. Gençlik dönemime bir gidip geldim orada kaldığımız üç gün boyunca....  Artık tedavülden kalkmış Lale Mefruşat Nevresim Takımları.. Allı, güllü, morlu. Ellerinde kalanları bunlara kakalamışlar sanki :) Babamın, çocukluktan ilk gençliğe adım attığım yıllarda yaptırdığı yatak odasının aynısında yattım. Ortopedik yatak beklemek hata olur...  Yastıklar da keza. Yanlarda toplanmış kadife perdeler açıldığında pencereyi tam örtmüyor mesela. Sizin tercihinize göre, ya ortası veya kenarları açık kalıyor....

Ama pırıl pırıl... Wifi, mini bar, telefon, klima ve her türlü ihtiyacınızı giderebileceğiniz şey mevcut. Aman kirli olmasın da... nasılsa yatmadan yatmaya kullanacağız.

Bavullarımızı bıraktıktan sonra hemen Bakü sokaklarına vurduk kendimizi. Resepsiyondan şehir haritası istedik; yoktu mesela. O haritaları ne Tiflis'te ne de Batum'da bulabildik ki oralarda gerçekten de çok güzel ve lüks otellerde konakladık.

Bakü bize göre 2 saat ileride. Bu yüzden biz sokağa çıktığımızda hava yavaştan kararmaya başlamıştı. En azından etrafımızı, yerimizi keşfedelim, nerede akşam yemeği yiyebiliriz bir onu anlayalım diye başladık yürümeye.

Türk mağazaları şehri ele geçirmiş diyebilirim. Adım başı bizden bir markayla karşılaştık. Ve de kullandıkları Türkçe. Bizim çoktan unuttuğumuz, ancak özlediğimiz dil geçerli.





Yukarıdaki fotoğraf, bir arkadaşımın bana hediyesi oldu... Hale'ye buradan teşekkür ediyorum.



İstanbul'da görmeyi çok arzu ettiğim bu heykelcikler orada da karşıma çıktılar.

Sovyetlerden kalan ızgara çeşidi sokaklar sayesinde yön bulmakta hiç zorluk çekmiyor insan. Zaten Türk markaları da iyi birer işaret oldu bizim için. Sağda Namlı Kebap, hemen yanında Mado (Mado'nun en az 3 dükkanını gördük). Günaydın Kebap, Koton, Damat, De Facto, Tanca, Ve daha aklıma gelmeyen niceleri. Yapı Kredi Bankası plaza dikmiş. Memleketteki mimarinin aynısını uyguladığından, ilk gördüğümüzde, biz bu binayı daha önce nerede gördük bile dedik...

Fena halde kahve içmemiz ve akşam yemeği için aklı başında bir lokanta bulmamız lazım.

Dışardan hoşumuza giden Kolorit Cafe'ye konuşlandık. Azerbaycan'da sigara her yerde içiliyor. Biz bunu anlayana kadar ki sadece 5 dakika sürdü, kapıya yakın yerleri tercih ettik. Sonra masalardaki küllükleri görünce durumu anladık.

Bu kadar candan, güler yüzlü, yardım sever bir halk uzun zamandır görmemiştim. Genç garson çocuğa, sıcak kakaolarımızı yudumlarken, akşam yemeği için nereyi önereceğini sorduk. Hiç düşünmeden, Park Bulvar AVM'sinde Zeytun, dedi.... AVM'de...  Yapma yahu... Açlıktan midemiz sırtımıza yapıştığından ve başka bir yer bulamadığımızdan gittik. Hazar Denizi'ne karşı harika bir mekan. Kesinlikle tavsiye ederim.  Zeytun'un sahibi bizdenmiş. Bizimle pek bir ilgilendiler. Ortaya ince diye adlandırdıkları sarma ve bir pilav; birer porsiyon da farklı kebap ısmarladık. Biz ince sarmayı, serçe parmağı kalınlığında beklerken, normal geldi. Meğerse, yaprağı inceymiş. Anlamadık.. Pilav da çok lezzetliydi. Arkadaşım kendi kebabından çok hoşnut kaldı. Benim yediğim katur kutur bir etti.  Ama Azeri şaraplarını tatmadan geri gelmeyin derim. Her içtiğimiz bir başka lezzetliydi. Yemekten sonra bize şirketten olduğunu söyledikleri Badambura, Sakarbura ve Paclava ikram ettiler. Ben tatlıcı olmadığımdan yorumum doğru olmayabilir; bu yüzden bir şey yazmayacağım....

Bakü pahalı bir şehir.

Tekrardan geldiğimiz yoldan otelimize döndük. Her yer cıvıl cıvıl. Üç gün boyunca hiç dilenciye rastlamadık. Sokak köpekleri de yok denecek kadar azdı. Ama kedileri harikaydı.. Hiç çekinmeden kendilerini sevdiren, hatta inatla sevdiren yaratıklar...

 Ertesi sabah kalvaltı sonrası programımızda olan Eski Şehri, İçeri Şeher'i gezeceğiz.

Hava şansımıza açık. Hiç yağmur yağmadı.

İçeri Şeher'in bir kaç tane giriş/çıkış kapısı var. Biz otelimize en yakın olanı tercih ettik.

İlk gezilecek yer, Şirvanşahlar Saray kompleksi. Burası ve daha sonra gezeceğimiz Kız Kala'sı 2000 yılında Unesco Dünya Mirasları'na dahil edilerek Azerbaycan'da bir ilk olmuş.

Giriş ücretini ödeyip bize sarayı gezdirecek rehberimizle buluşup dolaşmaya başladık. Rehber için ayrıca ücret istemiyorlar. Ama biz bir bağışta bulunduk.

Saray Sirvanşahlar hanedanının şahı İbrahim Halilullah döneminde - XII yy - 3 katlı ve 52 odalı olarak yaptırılmış. En alt katta hizmetkarlar, sonraki katlarda ise hanedan mensuplarına ait kişiler yaşamış. Giriş katında alt kata/hizmetkarlar bölümüne açılan genişçene bir yuvarlak bulunuyor. İstekler, arzular bu delikten söylenerek aşağıya ulaştırılıyormuş.

Canlandırmalarını çok beğendik. Rehberimizden bu deliklerin hikayesini dinlerken, aşağıdan gölgeler geçti; konuşmalar yapıldı...Sanki aşağıda birileri varmış gibi.. Ama hayır; sadece dönemi canlandırmaya çalışmışlar, çok da başarılı olmuşlar.

Saray kompleksinin içinde Seyid Yahya Bakuvi Türbesi, Keykubat Mescidi, Sabayil kitabeleri, Saray Mescidi ve hamamı var.

Sergilenecek fazla eser veya duvar süslemeleri yoktu. Kubbelerin bir çoğu da restorasyondan geçmiş. Zira, Bolşevikler Bakü'ye geldiklerinde bu sarayın odalarını silah depoları olarak kullanmış; bir çoğunun ara duvarlarını yıkmış; silahların patlaması sonucu kubbelerin ve eskiden kalan eşyaların büyük bir bölümü havaya uçmuş.. Sağ kalan eşyalar ve seramikler Rusya'ya götürülmüş.  Tabii ki çok yazık.


Girişteki bilgiler... bu fotoğrafı sadece Azerice örneği için çekmiştim.





Cami, türbe ve mescitten ufak kareler.



Bu yer altı hamamının varlığından üstü toprakla örtülü olduğundan uzunca bir süre habersizlermiş. Bir süre önce kazı çalışmaları esnasında fark edilerek gün yüzüne çıkartılmış. Güzel bir hamamdı.


Bir zamanlar Hazar Denizi'nin üstünde kıyıya yakın minicik bir ada varmış. Bu adayı, şehri korumak amacıyla surlarla çevirmişler ve Bayır Kalesi demişler. Ancak büyük bir deprem sonrasında surlar yıkılmış, ada ortadan kalkmış. Yukarıdaki kitabe, o kaleden geri kalanlardan bir kaçı.

Heysan Bin Halid ile başlayan Şirvanşah dönemi 7 yüzyıl kadar devam edip, son şah Şehruh bin Ferruh Yaşar'ın Safevi hükümdarı I.Tahmasab'ın Şirvan seferi sonucu tamamen tarih sahnesinden silinir. Var oluş süreleri içinde kurucusu soyundan gelen şahlar, yani Şirvanşahlar sülelesi tarafından idare edilir.

Sarayı gezdikten sonra İç Şeher'in dar sokaklarında yürüdük. Tavsiye üzerine hemen yolumuzun üstündeki Minyatür Kitap Müzesini de gezdik.

Bu müzenin sahibesi suratsız, lanet bir kadın !! Ama öyleydi, ne diyeyim şimdi... Girişte para falan da almıyor. Çıkarken arzu edenlere tanesi 1 Manat olan ıvır zıvır satıyor. İlginç bir yerdi ama.



Giriş "pulsuz" :))


Dünyanın en küçük kitabı sol üstte.. toplu iğne başı kadar; 12 sayfası varmış... Camekanın arkasından ancak bu kadar fotoğraflayabildim.



Kitapların bir kısmını kadıncağız kendi imkanlarıyla alırken, bir bölümü de bağışlanmış. Atatürk'e de ait bir kitap vardı.

Yürümeye devam...


Bu heykele çarpıldım. Ve üstteki haliyle fotoğraflayıp yoluma devam edecektim ki, bir Azeri bey yanıma gelip bana detayları gösterdi. Onlara dikkat etmeden gideceğimi anladı her halde.. Kendisine teşekkür ediyorum.




Bu kişi, Azerbaycan'ın Aruz üstadıymış. Heykelin üstünde de dönemine ait tüm ünlüler, yaşam tarzları, aşkları betimlenmiş. Ben şaşkınlıktan, a-aaaa, ay inanmıyorum naraları atmaktan, bu arada sürekli deklanşöre basmaktan ne şairin adını, ne de yapan heykeltraşı hatırlıyorum....  Yukarıdaki kişilerden (erkek) birisi de bizden biri. Vallahi onun ismi de gitmiş aklımdan. Gerçekten çok şaşırdım gördüklerim karşısında.


Gördüklerim karşısındaki şaşkınlığım... Yukarıdaki fotoğraf  Püren Özgören tarafından çekilmiştir.


Bütünü.

Asaf Zeynelli sokağında yürümüşüz. Tavsiye edilir. Keyifli bir eski sokak.


İç Şeher daire biçiminde oluşturulmuş. Sokak isimleri de ona göre yapılmış.


Manav... sağdakiler duvar kağıdı gibi bir şey...


Benim malum kapılarım.



Hedefimiz Kız Kal'ası. Ama önce bir yer bulup kahve içmeliyiz. Ve karşımıza Merci Baku Cafe çıkıyor. Oh missss.....



Bakü çok pahalı bir şehir!!!  Altı üstü 2 fincan kahve içtik yahu!!!

Neyse... Kız Kal'asındayız.

Biletlerimizi alıp içeri girdik. 7 kat merdiven tırmandık. Bizim bu yaşta bu merdiven tepelerinde ne işimiz var diye söylendik. Bir kere basamakların yükseklikleri aynı değildi... adamların işleri güçleri yok, bizleri düşünerek ellerinde metre, ölçerek, biçerek yapacak halleri yoktu her halde :)

Sağ salim tepeye çıktık. Seyir terası. Her bir kıvrımdan şehri fotoğraflayıp yine gerisin geri aşağı indik. Bizim Galata Kulesi çok daha güzel ve ihtişamlı. Bu onun yanında minicik.

Canımız yine bir kahve çekti. Tavsiye üstüne Sultan's Inn otelin tepesindeki Q Bar'a çıkıp dışarıda oturduk. O kadar keyifliydi ki, 2 bardak kırmızı şarap ısmarlayıp onu yudumlarken, hiç bitmeyen sohbetimize devam ettik.


Burası mekanın "iyice yazlık" yeri.

Sırada finikülerle Şehitliğe çıkmak var... Ama öncesinde Tarih Müzesi gezilecek. Arkadaşıma, can dostuma, sen müzeye git, ben bu ara sokaklarda biraz daha dolaşmak istiyorum. 1.5 saat sonra finikülerde buluşalım, dedim. Tamamdır, anlaştık. Gezi arkadaşı dediğin böyle olmalı. Birbirini sıkmamalı; nefes aldırmalı.

Püren müzeye, ben sokaklara devam.

Kameramın çağırdıkları.








Bu sanatçı değişik, komik ve hoş bir üçleme çalışmış.


 Yeşiline gurban olurum.


Ressamın evi herhalde.



Ne yaparsam yapayım kafasını benden yana çevirmedi...



Kararlaştırdığımız saatte arkadaşımla finikülerlerin önünde buluştuk. Bir baktım, ismi bir çok yerde karşıma çıkmış olan Chınar Restaurant. Hadi bir şeyler yiyelim dedik. Çok şık bir yerdi. Finikülerin aşağı durağının hemen orada. Ancak bunların da servisleri çok yavaş. Bir salata istedim, 45 dakikada geldi. Fakat çok lezzetliydi.

Sonra yine çok modern araçlarla yukarı çıktık. Eski Şehirden de çıkmış olduk böylecene.
Şehrin her bir köşesinden görünen Alev Kuleleri, Şehitlik, Meclis Binası bu üst bölümde yer almış.


Alev kuleleri ve cami.


Şehitlikten finiküler girişi.


İsimsiz askerlerimizin sayısı oldukça fazlaydı. Ruhlarına dualarımızı ettik. İçimiz sızladı.


Şehitliğimiz.


Şehitlikten Hazar Denizi'ne bir kısa bakış.

Artık otele dönme vakti geliyor. Sabahtan beri yollarda yürüyoruz. Bir de akşam yemeğini yiyeceğimiz yeri bulabilsek...

Finikülerle tekrardan aşağı indik. Otelimize fazla mesafe olmamasına rağmen ikimizde de adım atacak hal olmadığından bir taksiye binip adresi verdik.

Otelde bu sefer resepsiyondaki çocuktan yemek için yardım istedik. Bize hemen arka sokakta bulunan bir lokantayı önerdi. Hep beraber gittik. Baktık ki orası fazla "erkek egemenliğinin" hakim olduğu bir mekan. Yok dedik. Bunun üzerine onun karşısındaki yere götürdü, sahibine "teslim etti". Yemeklerimizi ve kırmızı şarabımızı ısmarladık. 1 saat falan sonra resepsiyondaki oğlan başımızda: Memnun muyuz, her şey yolunda mı, diye merak edip gelmiş!!! Çok candan, sıcak insanlar gerçekten. Yine kebap ağırlıklı bir şeyler yedikten sonra otele dönüp hemen yattık.

Yoğun bir gündü, yarın daha da yoğun geçeceğe benziyor.

İyi kalın, sağlıkta kalın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder