Bizi hava alanından otelimize getiren şoförümüzle bugün için anlaşmıştık. Bakü dışında görülmesi gereken yerleri gezmek için sabah erken saatte buluştuk.
Fotoğraf Püren Özgören'e aittir. İlyas Bey'i fotoğraflamayı nedense unutmuşum. Ayıp etmişim.
Trip Advisor sitesinden aldığım bilgileri İlyas Bey de onaylayınca bugünkü rotamız belli oldu.
Tuz gölü, Yanardağ, Ateşgah ve Haydar Aliyev Kültür Merkezi.
Bakü'nün dışına çıkmak, "kırsal" kesimi tanımak, görmek açısından da çok faydalı oldu.
Manzara bir anda değişiyor. Trafik 2 şeride iniyor; yol kalitesi kötüleşiyor. Binalar sıradanlaşıyor.
Yollarda hoplaya zıplaya Tuz Gölü'ne geldik. Son derece sıradan bir yer. Ama İlyas Kaptan'ın dediğine göre ki doğrudur, yazın göl kuruduğunda tuzlar ortaya çıkar ve pembe bir renk alırmış. Bizim gördüğümüz renksiz, tatsız/tuzsuz bir yerdi..
Topu topu 2 kare fotoğraf çekip yola devam ettik.
Yanardağ'a gidiyoruz.
Bakü'nün "görülmesi şart" diye adlandırılan bölgesine giderken ne hissedersiniz? Kocaman bir yanardağ; üstünde dumanlar tütüyor falan filan....
Kaçak doğalgaz kaynağına yanardağ demişler. Bir de utanmadan giriş parası aldılar!! Hani elektrik prizine sokunca içindeki odunların kızardığı "sahte şömineler" vardır. Yeminle öyle bir şeydi gördüğümüz. Biz de şömine karşısındaymışcasına seyrettik alevleri. Kendimizi hiç de aptal gibi hissetmedik üstelik.
Naçizane tavsiyem, Tuz Gölü ve Yanardağ'ı kesinlikle es geçmeniz. Boşuna vakit kaybı. Bence tabii. İlla da göreceğim diyorsanız, şehirden buraya kadar gelen otobüsleri kullanın. En azından o deneyimi yaşamış olursunuz :)
Bakü dışındaki yerleşim yerlerine güzel bir örnek.
Bakalım Ateşgah nasıl bir yer....
Şimdilerde müze olarak kullanılan mabet, hava alanına oldukça yakın bir yerde bulunuyor. Görülmesi gereken önemli noktalardan biri. Çok değişik, ilginç. Bakımlı ve pırıl pırıl. Biz gittiğimizde televizyon çekimi yapan ekipten başka kimsecikler yoktu.
Azeri bir genç adam, rehber isteyip istemediğimizi, fotoğraf çekip çekmeyeceğimizi sordu. Evet, rehber istiyoruz; evet fotoğraf da çekeceğiz. Giriş ücreti şu kadar, rehber şu kadar, fotoğraf çekimi de şu kadar; çıkışta ödersiniz, tamam mı dedi.. Tamam dedik ve adamın peşine takıldık. Rehbermiş meğer.
Uzun uzun, bıkmadan, sıkılmadan hem anlattı, hem gezdirdi. Bizim de sorularımız karşısında epey bir detaya girdi. Öz cümle, Zerdüştlük hakkında hiç bir bilgisi olmayan biri dahi, az çok donanımla oradan ayrılır.
Ateş Mabedi anlamına gelen dünyadaki 3 Mecusi tapınağından biri.
Şehir hanlarına benzer. Medya döneminden itibaren ülkede yayılmış olan ateş tapınakları geleneklerini yansıtırsa da, bazı Hint mabetlerinin özelliklerini de taşır. Ortada sürekli ateş yanar. Eskiden doğal olan bu ateş, günümüzde doğalgaz.
Hücreler penceresiz. Ortada, dışarıda yanan ateşten buralara "dağıtım" yapan yollar sayesinde ateş yanıyor. Zerdüştler buralarda konaklar; kendilerine işkence yaparak ibadetlerini yerine getirirler.
Yukarıda ikinci fotoğraftaki canlandırmaya göre, sağ diz kıvrık, sağ kol yukarı uzatılmış şekilde o kadar uzun süre kalırlarmış ki, sonunda felç olurlarmış. Amaç da o zaten!!
Eski dönemlerde ateşin hücrelere dağıtıldığı yollar.
Mabedin en eski yapısı olan ahır 1713 yılına ait.
Merkezi secdegah ise 1810 yılında tacir Kançanagaran tarafından yaptırılır.
Önde ölülerin yakıldığı yer.
Her kapının üstünde Sanskritçe yazılı kitabeler bulunur. Bunlar Azerbaycan Türkçe'sine çevrilmemiş. Sadece birinin altında Farsça tercümesi var.
7ci yüzyıla kadar Mecusi tapınağı, kervan konaklama yeri olarak işlevselliğini sürdürür. Bu asırdan sonra Azerbaycan İslam dinini kabul ettiğinden önemini yitirir.
Zerdüştlerin büyük bir bölümü Hindistan'a göç eder. Diğerleri ise dünyanın çeşitli bölgelerine dağılır.
Mabet her ne kadar 7ci yüzyılda önemini kaybetse de, 19cu yüzyıla kadar bir kahin burada hizmete devam eder.
21 Mart Nevruz kutlamalarında dünyanın çeşitli yerlerinden gelen Zerdüştlerin ziyaret mekanı olmaya devam ediyor.
Azerbaycan adının bu ateşlerden olduğu söylenir. "Odlar Yurdu".
Rehberimizin verdiği bilgiler içinde - hepsi birbirinden ilginçti ama - en ilgimi çeken, bunların da oruç tuttukları; ancak her mevsimde birer hafta olarak bu vecibelerini yerine getirdikleri oldu. Toplamda yine bir ay; ama birer haftalık süreçlerle dört kere.
Bize "hocam hocam" diyen rehberimize teşekkür ederek ve oldukça etkilenmiş bir şekilde buradan ayrılıyoruz.
Hadi bakalım... 7ci yüzyıldan 25ci yüzyıla nasıl geçilirmiş onu anlayacağız :)) Şok üstüne şok... Haydar Aliyev Kültür Merkezi'ne gidiyoruz da....
Orada şoförümüz İlyas Bey'e teşekkür edip kendisinden ayrıldık. Ertesi sabah bizi alana götürmesini rica ederek.
İyi ki karşımıza bu adamcağız çıkmış. Efendi, dikkatli, soru sormadan konuşmayan, "siz İstanbul'un neresindensiniz, geç kaldık, hadi gidelim demeyen biri... O kadar ki, o aptal Yanardağ sonrasında bizim yine fena halde kahve vaktimiz geldiğinde, bizi hava alanında kahve içirmeye bile götürdü :) Oranın şoförü olduğundan herhalde, hesapsız, sorgusuz içeri girdik. 3 kahveye 21 Manat ödedik, o ayrı konu!!! -/+ 19 Dolar yani....
Kültür Merkezini önce dışarıdan tavaf edelim dedik. İki arkadaş, birbirimizden 5-10 metre uzaklaştığında bile nokta gibi göründüğümüzü fark ettik. Garip bir duygu. Kimi zaman, nokta bile olamadık. Öyle bir heybet, ihtişam... Para orada sonuna kadar konuşmuş... ancak çok keyifli bir biçimde.
Açık alandaki bir bölümde tamamen Azeri sanatçıların eserlerine ayrılmış bir sergi vardı. Aynı boy, aynı biçim, aynı noktaya bakan farklı renk ve desenlerde geyikler....
Binanın etrafını dolaşmak herhalde yarım saatten fazla sürmüştür. Bir de durma fotoğraf çekiyoruz.
Sonunda giriş kapısını bulabildik... 2 kişi 22 Manat vererek biletlerimizi aldık ve kontrolden geçerek böyle bir devasa, yüksek, tavanı neredeyse görülmeyen bir yere adım attık. Bir broşür bulalım, ne yapacağımızı bilelim, değil mi? Broşür yoktu. Hatırlarsanız harita da yoktu otelde. Demek bu işi henüz bilmiyorlar. Ciddi bir eksiklik.
Paltolarımızı vestiyere bıraksak mı, bırakmasak mı acaba... bizden 30 Manat ister bunlar, diye ince hesaplar yapar iken, bedava olduğunu öğrendik :)
Görevlilerin yönlendirmeleri sonucunda önce sol taraftan başlamaya karar verdik. Asansörle 3cü kata çıkıp açık olan ilk kapıdan içeri girdik. Bir sergi salonu.
Bernard Buffet isimli bir Fransız ressama ait, her birinden olumsuzluk, felaket, karamsarlık fışkıran tabloları neredeyse tek tek dolaştık. Onca olumsuzluğa rağmen - bana göre, hiç sevmem modern resmi - niye tek tek dolaştık? Sergi alanı o kadar geniş ve ferahtı ki, bunalmadık. Aslında bana fenalıklar geldi de, idare ettim !!
Kuzenimden duyduğuma göre, Buffet önemli bir ressam. Sert ve sinirli bir tarzı olduğu konusunda hemfikiriz. Kendisi (kuzenim) devrim sonrasında İran'a gittiğinde, sarayın yemek salonunda bu adama ait büyük bir tablonun asılı olduğunu görüp çok şaşırmış.
Girdiğimiz kapıdan dışarı çıktık. Koca koca alanlar, yüksek, çok yüksek kıvrımlı, sonu başı belli olmayan tavanlar, asma katlar arasında kaldık. Yürüyen merdivenlere yöneltildik bu sefer de.
Üst katlarda yine modern sanata ait acayip acayip eserleri gördük.
Çok ilginç bir şekilde yapılmış, sanki koltukmuş gibi duran şeylere oturmak istedik, ama adamın birinin eseri mi, yoksa gerçekten oturmak için mi yapılmış anlayamadığımızdan oradaki görevliye danıştık. Oturabilirmişiz... Tabii, o kadar modern olunca rahat da olmuyorlar!!
Haydar Aliyev Kültür Merkezi Amerika'da yaşayan Irak'lı ünlü kadın mimar Zaha Hadid tarafından tasarlandı. Mimari konseptte ödül almış bir yapıt. Detay tasarımları Kıbrıslı Türk mimar Saffet Kaya Bekiroğlu tarafından yapıldı. 3.5 yılda tamamlanan bina, 205 milyon Euro'ya mal oldu. İçerisinde konser ve konferans salonları, kütüphane, müze ve sanat galerileri var.
Haydar Aliyev'in doğumunun 89. yıl dönümü olan 5 Kasım 2013 yılında açıldı.
Mimarisi, Azerbaycan mitolojisinde yer alan Hazar Denizi'nin yükselişini yansıtmakta.
Yukarda işimiz bitince aşağı inip bir sigara içiminden sonra sağ tarafı gezmek üzere yeniden katlara çıktık.
Bu bölüm tamamen müze olarak kullanılıyor. İlk katta Aliyev'e çeşitli devlet başkanlarından verilen ve müzeye bağışlanan - herhalde bağıştır diye düşündüm şimdi - kıymetli hediyeler tarih, kimin tarafından verildiği ve bir fotoğraf eşliğinde sergilenmiş.
Yine Aliyev'in hayatından kesitleri film, fotoğraf, belge eşliğinde sundukları bölüm de aynı katta bulunuyor.
Bir üst katta ise, Azerbaycan tarihi sergilenmiş.
Daha kullanıma açılmamış çok alan gözümüze çarptı. Bunlar nasıl dolacak, neyle dolduracaklar, kocaman bir soru işareti!!
Dolaşan sadece bizdik. Başka kimsecikler yoktu.
Epey bir gezindikten sonra giriş katında bulunan Cafe'ye gittik. Yine ultra modern bir yer. Elimize minik bir tablet verdiler. Yemek istediklerimizi oradan seçip tıkladık. Ama bu sefer kesinlikle et, kebap vs türü şeyler yememeye kararlıydık; neyse ki menüde de kayıtlı değildi. Alkol satışı da yoktu.
Günün Ateşgah'dan sonraki önemli 3 saatini de bu olağan dışı yerde geçirdikten sonra oradan ayrıldık.
Bakü önümüzdeki yıl, ilk kez düzenlenecek olan Avrupa Olimpiyatları'na ev sahipliği yapacak. Bu sebeple şehirde hummalı bir çalışma söz konusu. Devasa stadyum inşaatı var. Hiç yazmaya gerek yok, tabii ki modern mimari... Eski Sovyetler Birliği'nden kalma binalar restorasyonda. Sporcuların kalabilecekleri yerler haline getiriliyor. Her bir taraf şantiye. Bu inşaatların büyük bir çoğunluğunda Türk firmalarının isimlerini okuduk. Devlet kesenin ağzını açmış, akıtıyor, binalar da tikiliyor :) İnşallah bu modern, fazla modern binalar birbirlerini boğmaz.... böyle pis bir düşünceye kapıldık nedense.
Şehre geldiğimiz andan beri nefret ettiğimiz modern arabesk Hilton Otel'ine gidip içini görmeye karar verdik... Arabesk küp!! Ama yorgunluktan, tabanlarımızdan ateşler çıktığından o görüntülere hiç aldırmayıp, barında rahat koltuklara gömülüp şaraplarımızı içtik.
Sonrasında yetmezmiş gibi otelimize kadar yürüdük.
Yok... akşam çıkacak halimiz hiç kalmadı. Püren, acıkırsa atıştırmak üzere Mado'dan ekler aldı :))
Otele vardık. Pek bir güzel geldi gözümüze ve vücudumuza...
Yarın sabah erkenden Bakü'den ayrılıyor ve ikinci durağımız olan Tiflis'e uçuyoruz.
Bakü, bizi çok güzel ağırladın. Mütevazı, güler yüzlü ve abartısız insanlarınla; tarihinle; modernliğinle bizi bayağı bir etkiledin. Teşekkür ediyoruz.
Seni bir daha ziyaret etmek isteriz. Hem de keyifle.
Ufak bir ayrıntı: Şehrin özellikle Hazar Denizi tarafındaki bulvarda dünya çapında ünlü modacıların mağazaları var. Gucci, Dior, Burberry ve daha niceleri. Neredeyse bütün bu markaların çocuk mağazaları da aynı büyüklükte yan yana sıralanmışlar. Ana dükkanın içinde ufak bir bölüm tesis edeceklerine sıfırdan mağaza açmışlar. 3 gün boyunca içlerinde kimsecikleri görmedik. Ama anladığımız kadarıyla kapanmıyorlar da... Artık sadece bir kere gelen ne alış veriş ediyorsa.... Mütevazı, sade, gösterişten uzak yaşayan bir halkla hiç ilgisi yoktu. Ama oradaydılar işte.
İyi kalın, sağlıkta kalın.
Topu topu 2 kare fotoğraf çekip yola devam ettik.
Yanardağ'a gidiyoruz.
Bakü'nün "görülmesi şart" diye adlandırılan bölgesine giderken ne hissedersiniz? Kocaman bir yanardağ; üstünde dumanlar tütüyor falan filan....
Kaçak doğalgaz kaynağına yanardağ demişler. Bir de utanmadan giriş parası aldılar!! Hani elektrik prizine sokunca içindeki odunların kızardığı "sahte şömineler" vardır. Yeminle öyle bir şeydi gördüğümüz. Biz de şömine karşısındaymışcasına seyrettik alevleri. Kendimizi hiç de aptal gibi hissetmedik üstelik.
Naçizane tavsiyem, Tuz Gölü ve Yanardağ'ı kesinlikle es geçmeniz. Boşuna vakit kaybı. Bence tabii. İlla da göreceğim diyorsanız, şehirden buraya kadar gelen otobüsleri kullanın. En azından o deneyimi yaşamış olursunuz :)
Bakü dışındaki yerleşim yerlerine güzel bir örnek.
Bakalım Ateşgah nasıl bir yer....
Şimdilerde müze olarak kullanılan mabet, hava alanına oldukça yakın bir yerde bulunuyor. Görülmesi gereken önemli noktalardan biri. Çok değişik, ilginç. Bakımlı ve pırıl pırıl. Biz gittiğimizde televizyon çekimi yapan ekipten başka kimsecikler yoktu.
Azeri bir genç adam, rehber isteyip istemediğimizi, fotoğraf çekip çekmeyeceğimizi sordu. Evet, rehber istiyoruz; evet fotoğraf da çekeceğiz. Giriş ücreti şu kadar, rehber şu kadar, fotoğraf çekimi de şu kadar; çıkışta ödersiniz, tamam mı dedi.. Tamam dedik ve adamın peşine takıldık. Rehbermiş meğer.
Uzun uzun, bıkmadan, sıkılmadan hem anlattı, hem gezdirdi. Bizim de sorularımız karşısında epey bir detaya girdi. Öz cümle, Zerdüştlük hakkında hiç bir bilgisi olmayan biri dahi, az çok donanımla oradan ayrılır.
Ateş Mabedi anlamına gelen dünyadaki 3 Mecusi tapınağından biri.
Şehir hanlarına benzer. Medya döneminden itibaren ülkede yayılmış olan ateş tapınakları geleneklerini yansıtırsa da, bazı Hint mabetlerinin özelliklerini de taşır. Ortada sürekli ateş yanar. Eskiden doğal olan bu ateş, günümüzde doğalgaz.
Hücreler penceresiz. Ortada, dışarıda yanan ateşten buralara "dağıtım" yapan yollar sayesinde ateş yanıyor. Zerdüştler buralarda konaklar; kendilerine işkence yaparak ibadetlerini yerine getirirler.
Yukarıda ikinci fotoğraftaki canlandırmaya göre, sağ diz kıvrık, sağ kol yukarı uzatılmış şekilde o kadar uzun süre kalırlarmış ki, sonunda felç olurlarmış. Amaç da o zaten!!
Eski dönemlerde ateşin hücrelere dağıtıldığı yollar.
Mabedin en eski yapısı olan ahır 1713 yılına ait.
Merkezi secdegah ise 1810 yılında tacir Kançanagaran tarafından yaptırılır.
Önde ölülerin yakıldığı yer.
Her kapının üstünde Sanskritçe yazılı kitabeler bulunur. Bunlar Azerbaycan Türkçe'sine çevrilmemiş. Sadece birinin altında Farsça tercümesi var.
7ci yüzyıla kadar Mecusi tapınağı, kervan konaklama yeri olarak işlevselliğini sürdürür. Bu asırdan sonra Azerbaycan İslam dinini kabul ettiğinden önemini yitirir.
Zerdüştlerin büyük bir bölümü Hindistan'a göç eder. Diğerleri ise dünyanın çeşitli bölgelerine dağılır.
Mabet her ne kadar 7ci yüzyılda önemini kaybetse de, 19cu yüzyıla kadar bir kahin burada hizmete devam eder.
21 Mart Nevruz kutlamalarında dünyanın çeşitli yerlerinden gelen Zerdüştlerin ziyaret mekanı olmaya devam ediyor.
Azerbaycan adının bu ateşlerden olduğu söylenir. "Odlar Yurdu".
Rehberimizin verdiği bilgiler içinde - hepsi birbirinden ilginçti ama - en ilgimi çeken, bunların da oruç tuttukları; ancak her mevsimde birer hafta olarak bu vecibelerini yerine getirdikleri oldu. Toplamda yine bir ay; ama birer haftalık süreçlerle dört kere.
Bize "hocam hocam" diyen rehberimize teşekkür ederek ve oldukça etkilenmiş bir şekilde buradan ayrılıyoruz.
Hadi bakalım... 7ci yüzyıldan 25ci yüzyıla nasıl geçilirmiş onu anlayacağız :)) Şok üstüne şok... Haydar Aliyev Kültür Merkezi'ne gidiyoruz da....
Orada şoförümüz İlyas Bey'e teşekkür edip kendisinden ayrıldık. Ertesi sabah bizi alana götürmesini rica ederek.
İyi ki karşımıza bu adamcağız çıkmış. Efendi, dikkatli, soru sormadan konuşmayan, "siz İstanbul'un neresindensiniz, geç kaldık, hadi gidelim demeyen biri... O kadar ki, o aptal Yanardağ sonrasında bizim yine fena halde kahve vaktimiz geldiğinde, bizi hava alanında kahve içirmeye bile götürdü :) Oranın şoförü olduğundan herhalde, hesapsız, sorgusuz içeri girdik. 3 kahveye 21 Manat ödedik, o ayrı konu!!! -/+ 19 Dolar yani....
Kültür Merkezini önce dışarıdan tavaf edelim dedik. İki arkadaş, birbirimizden 5-10 metre uzaklaştığında bile nokta gibi göründüğümüzü fark ettik. Garip bir duygu. Kimi zaman, nokta bile olamadık. Öyle bir heybet, ihtişam... Para orada sonuna kadar konuşmuş... ancak çok keyifli bir biçimde.
Açık alandaki bir bölümde tamamen Azeri sanatçıların eserlerine ayrılmış bir sergi vardı. Aynı boy, aynı biçim, aynı noktaya bakan farklı renk ve desenlerde geyikler....
Binanın etrafını dolaşmak herhalde yarım saatten fazla sürmüştür. Bir de durma fotoğraf çekiyoruz.
Sonunda giriş kapısını bulabildik... 2 kişi 22 Manat vererek biletlerimizi aldık ve kontrolden geçerek böyle bir devasa, yüksek, tavanı neredeyse görülmeyen bir yere adım attık. Bir broşür bulalım, ne yapacağımızı bilelim, değil mi? Broşür yoktu. Hatırlarsanız harita da yoktu otelde. Demek bu işi henüz bilmiyorlar. Ciddi bir eksiklik.
Paltolarımızı vestiyere bıraksak mı, bırakmasak mı acaba... bizden 30 Manat ister bunlar, diye ince hesaplar yapar iken, bedava olduğunu öğrendik :)
Görevlilerin yönlendirmeleri sonucunda önce sol taraftan başlamaya karar verdik. Asansörle 3cü kata çıkıp açık olan ilk kapıdan içeri girdik. Bir sergi salonu.
Bernard Buffet isimli bir Fransız ressama ait, her birinden olumsuzluk, felaket, karamsarlık fışkıran tabloları neredeyse tek tek dolaştık. Onca olumsuzluğa rağmen - bana göre, hiç sevmem modern resmi - niye tek tek dolaştık? Sergi alanı o kadar geniş ve ferahtı ki, bunalmadık. Aslında bana fenalıklar geldi de, idare ettim !!
Kuzenimden duyduğuma göre, Buffet önemli bir ressam. Sert ve sinirli bir tarzı olduğu konusunda hemfikiriz. Kendisi (kuzenim) devrim sonrasında İran'a gittiğinde, sarayın yemek salonunda bu adama ait büyük bir tablonun asılı olduğunu görüp çok şaşırmış.
Girdiğimiz kapıdan dışarı çıktık. Koca koca alanlar, yüksek, çok yüksek kıvrımlı, sonu başı belli olmayan tavanlar, asma katlar arasında kaldık. Yürüyen merdivenlere yöneltildik bu sefer de.
Üst katlarda yine modern sanata ait acayip acayip eserleri gördük.
Çok ilginç bir şekilde yapılmış, sanki koltukmuş gibi duran şeylere oturmak istedik, ama adamın birinin eseri mi, yoksa gerçekten oturmak için mi yapılmış anlayamadığımızdan oradaki görevliye danıştık. Oturabilirmişiz... Tabii, o kadar modern olunca rahat da olmuyorlar!!
Haydar Aliyev Kültür Merkezi Amerika'da yaşayan Irak'lı ünlü kadın mimar Zaha Hadid tarafından tasarlandı. Mimari konseptte ödül almış bir yapıt. Detay tasarımları Kıbrıslı Türk mimar Saffet Kaya Bekiroğlu tarafından yapıldı. 3.5 yılda tamamlanan bina, 205 milyon Euro'ya mal oldu. İçerisinde konser ve konferans salonları, kütüphane, müze ve sanat galerileri var.
Haydar Aliyev'in doğumunun 89. yıl dönümü olan 5 Kasım 2013 yılında açıldı.
Mimarisi, Azerbaycan mitolojisinde yer alan Hazar Denizi'nin yükselişini yansıtmakta.
Yukarda işimiz bitince aşağı inip bir sigara içiminden sonra sağ tarafı gezmek üzere yeniden katlara çıktık.
Bu bölüm tamamen müze olarak kullanılıyor. İlk katta Aliyev'e çeşitli devlet başkanlarından verilen ve müzeye bağışlanan - herhalde bağıştır diye düşündüm şimdi - kıymetli hediyeler tarih, kimin tarafından verildiği ve bir fotoğraf eşliğinde sergilenmiş.
Yine Aliyev'in hayatından kesitleri film, fotoğraf, belge eşliğinde sundukları bölüm de aynı katta bulunuyor.
Bir üst katta ise, Azerbaycan tarihi sergilenmiş.
Daha kullanıma açılmamış çok alan gözümüze çarptı. Bunlar nasıl dolacak, neyle dolduracaklar, kocaman bir soru işareti!!
Dolaşan sadece bizdik. Başka kimsecikler yoktu.
Epey bir gezindikten sonra giriş katında bulunan Cafe'ye gittik. Yine ultra modern bir yer. Elimize minik bir tablet verdiler. Yemek istediklerimizi oradan seçip tıkladık. Ama bu sefer kesinlikle et, kebap vs türü şeyler yememeye kararlıydık; neyse ki menüde de kayıtlı değildi. Alkol satışı da yoktu.
Günün Ateşgah'dan sonraki önemli 3 saatini de bu olağan dışı yerde geçirdikten sonra oradan ayrıldık.
Bakü önümüzdeki yıl, ilk kez düzenlenecek olan Avrupa Olimpiyatları'na ev sahipliği yapacak. Bu sebeple şehirde hummalı bir çalışma söz konusu. Devasa stadyum inşaatı var. Hiç yazmaya gerek yok, tabii ki modern mimari... Eski Sovyetler Birliği'nden kalma binalar restorasyonda. Sporcuların kalabilecekleri yerler haline getiriliyor. Her bir taraf şantiye. Bu inşaatların büyük bir çoğunluğunda Türk firmalarının isimlerini okuduk. Devlet kesenin ağzını açmış, akıtıyor, binalar da tikiliyor :) İnşallah bu modern, fazla modern binalar birbirlerini boğmaz.... böyle pis bir düşünceye kapıldık nedense.
Şehre geldiğimiz andan beri nefret ettiğimiz modern arabesk Hilton Otel'ine gidip içini görmeye karar verdik... Arabesk küp!! Ama yorgunluktan, tabanlarımızdan ateşler çıktığından o görüntülere hiç aldırmayıp, barında rahat koltuklara gömülüp şaraplarımızı içtik.
Sonrasında yetmezmiş gibi otelimize kadar yürüdük.
Yok... akşam çıkacak halimiz hiç kalmadı. Püren, acıkırsa atıştırmak üzere Mado'dan ekler aldı :))
Otele vardık. Pek bir güzel geldi gözümüze ve vücudumuza...
Yarın sabah erkenden Bakü'den ayrılıyor ve ikinci durağımız olan Tiflis'e uçuyoruz.
Bakü, bizi çok güzel ağırladın. Mütevazı, güler yüzlü ve abartısız insanlarınla; tarihinle; modernliğinle bizi bayağı bir etkiledin. Teşekkür ediyoruz.
Seni bir daha ziyaret etmek isteriz. Hem de keyifle.
Ufak bir ayrıntı: Şehrin özellikle Hazar Denizi tarafındaki bulvarda dünya çapında ünlü modacıların mağazaları var. Gucci, Dior, Burberry ve daha niceleri. Neredeyse bütün bu markaların çocuk mağazaları da aynı büyüklükte yan yana sıralanmışlar. Ana dükkanın içinde ufak bir bölüm tesis edeceklerine sıfırdan mağaza açmışlar. 3 gün boyunca içlerinde kimsecikleri görmedik. Ama anladığımız kadarıyla kapanmıyorlar da... Artık sadece bir kere gelen ne alış veriş ediyorsa.... Mütevazı, sade, gösterişten uzak yaşayan bir halkla hiç ilgisi yoktu. Ama oradaydılar işte.
İyi kalın, sağlıkta kalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder