Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

1 Mart 2015 Pazar

Lanzarote Adası

Tenerife'den Lanzarote'ye uçuş 45 dakika kadar sürüyor. Uçakta yerler numarasız.

Ateş Dağları olarak da bilinen Timanfaya Ulusal Parkı'na gidiyoruz. El Teide'den sonra ikinci ulusal park.

Hava karanlık, yağmurlu ve de oldukça soğuk. Bu mevsimde hiç normal değilmiş.

Parkın girişinde César Manrique adında bir sanatçıya ait "şeytan" heykelciğini (el Diablo)  pek bir küçümsedim. Böyle şeyler yapmayacaksın Banu!!! Adam seni sonra ne kadar çarptı, unutma....


Fotoğrafı Google'dan indirdim. Neye benzediğini de şimdi tam olarak gördüm!!

Bir lav denizinin içine girdik, gidiyoruz. Yanlışlıkla İzlanda'ya mı geldim acaba??

İlginç bir uygulama. Sebebi de açıklanmadı: Parkın içinden geçerken rehberin mikrofonla konuşması yasak. Buna uyulmadığı takdirde hem şoföre hem de rehbere ceza veriliyor.

Cd'den Vangelis çalmaya,  tok, güzel bir ses geçtiğimiz yerler hakkında İngilizce bilgi vermeye başladı.

Yolda ilerlerken turistik amaçlı deve kervanları gördük. Keşke binseymişiz, çok güzel fotoğraflar çekebilirmişiz.


Google'dan alınmıştır.

Niye ben çekmiyorum da Google kullanıyorum, değil mi? Bir diğer ilginç uygulama: Parkın içinde yaya olarak dolaşmak doğal yapıyı korumak amacıyla kesinlikle yasak... Sadece en tepede kurulmuş ziyaretçi merkezinde toprağa ayak basabiliyor, fokurdayıp havaya fışkıran su kaynaklarını - geyser - görebiliyor, sonra bütün parkı otobüsün içinde dolaşıp dışarı çıkabiliyorsunuz. İzlanda'da olduğu gibi o taşı toprağı hissedemiyorsunuz ayaklarınızın altında.

Ziyaretçi Merkezi'ne geldiğimizde Lanzarote tarihindeki en yoğun yağmurla karışık dolu bizi karşıladı. Başımızı kaldırıp da etrafa göz atmanın imkanı olmadı. Otobüs park ettikten sonra da belirli bir süre orada kalmamız gerekiyormuş. Yani, yağmur yağıyor, hadi gidelim, yok. Bekleyeceksin vaktinin dolmasını. Kahve içilecek yere gidene kadar herkes sırılsıklam olmuştu. Bir ara, gözümün ucuyla suyun yukarı fışkırdığını gördüm; ah İzlanda dedim...


Bir başka Google fotoğrafı. İzlanda'da gördüklerimizin prematüre hali. Ama vardı.

Birer kahve içip mecburen otobüse döndük ve yolumuza devam ettik.


Son Google fotoğrafı. Çok etkileyici, değil mi?

Develere binmiş olsaydık parkın bu tarafını değil ama, başka bir yüzünü görmüş olacaktık. Hoş yine yağmura yakalanacaktık... Kısmet değilmiş diyorum. Ancak içimde kaldı.

Park 51 kilometre kare büyüklüğünde ve tamamen volkanik topraktan oluşuyor. Kayıtlara düşmüş en büyük patlamalar 1730 ila 1736 yılları arasında gerçekleşmiş. Lavlar 100 ila 600 derece sıcaklıkta ve 13 metrelik derinlikte günlerce püskürmüş.

Dünyanın en büyük biyosfer rezerv alanı olarak 1993 yılında Unesco listesine alınmış.

Karanlık bir havada, yağmurlu otobüs penceresinden ne olursa olsun deyip çektiğim fotoğraflar.






Katmanlar ne kadar açık ve net görünüyor...



İnsan elinin değmediği oluşumlar. Sürekli devinim halindeki doğayı çok seviyorum.

Yine yeniden akıl tutulması yaşamış bir halde 2 saatlik park gezisinden sonra lav denizinin su ile aşkına tanık olmak üzere yola devam ediyoruz.








Ben çok etkilendim gördüklerimden.

İzlanda'da gördüklerimle bunlar arasındaki en büyük fark, orada "hiçsizlik" ve "sonsuzluk" duygusunu çok yoğun yaşamam olmuştu. Buna sebep olan en büyük etken de sanıyorum insan kalabalıklarının olmamasıydı.



İzlanda'dan 2 fotoğraf eklemeden devam edemedim. Mukayese etmek açısında da önemli diye düşündüm.

Adanın mimari özellikleri Bodrum'a çok benziyor. 2 kattan fazla yapılaşmaya izin verilmiyor. Evler beyaz. Genellikle siteler kurulmuş. Bodrum'un mavi kapı ve pencere pervazlarına karşın buradakiler yeşil veya kırmızıya boyalı. Mavi pek görmedik. Bir başka benzerlik de bütün binaların damsız olmaları.  Ancak bunun bir nedeni var. Su çok önemli. Yağmur da fazla yağmıyor. Damlarda biriken yağmur suyunu borularla evlerinin altındaki depolara aktarıyor ve orada saklıyorlar.

Bir diğer özellik. Parklar, bahçeler, akıllı kavşaklardaki çiçek ve ağaç düzenlemeleri inanılmaz güzel. Bu ekili yerlerin belirli kısımlarını siyah volkanik toprakla kaplamışlar. Nedeni yine su. Bu siyah katman suyu içinde daha uzun tutuyor ve buharlaşmasını önlüyormuş. Görüntü akıllara ziyan...



Mesela böyle bir şeyler ortaya çıkmış.

"Kısaca Alize rüzgarları: 30 derece kuzey ve 30 derece güney paralelleri çevresindeki dinamik yüksek basınç kuşaklarından ekvatora olan rüzgarlar. Tam kuzey ve güneyden esmesi gereken bu rüzgarlar Yer'in dönmesi sonucu yön değiştirir. Alizeler, karaların doğu kısımlarında bol yağışa neden olurken, kara içlerinde ve batı kıyılarında kuru rüzgarlar olarak eser. Sürekli olmaları ve yönlerinin belirli olması nedeniyle tarih boyunca yelkenli gemiler zamanında Amerika ve Avrupa arasında ticareti sağladığı için de "ticaret rüzgarları" olarak da isimlendirilmiş."

Ada halkı zaman içinde bu volkanik alanda özellikle beyaz şarap yapımına uygun asma yetiştiğini keşfetmiş. Su ve rüzgar sorununu yine çok ilginç bir yöntemle çözmüşler.

Siyah volkanik toprağın derinliklerinde su bulunmuş. Huni biçiminde oyup asma fidesini oraya dikmişler. Etrafını da yarım ay biçiminde yine siyah volkanik taşlarla hiç harç kullanmadan çevirmişler.

Görseller...






Bütün bir eğimli vadinin böyle olduğunu gözlerinizin önünde canlandırmaya çalışın lütfen. Çok etkileyici.

Günün son durağı Lanzarote Şarap Müzesi.

İçini şöyle bir dolaşıp çıktım. Beni, hep dediğim, yazdığım, söylediğim, belirttiğim gibi dışarısı daha çekiyor :))




Siyahla beyaz bu kadar mı uyar birbirine.


Bağların arkasında bir volkanik tepe.


César Manrique bu şarap yerinde içtikten sonra kalkmış yukarıdaki heykeli yapıp yolun ortasına dikmiş. Bir köylü, bir keçi, bir deve ve de bir horoz olduğu söyleniyor yapıtta. Biz denilenlerin hiç birini göremedik...  Ben hala adamı küçümsemeye devam ediyorum...

Ne bileyim ona özel sayfa açıp yazacağımı....

Lanzarote çok özel bir ada. Son derece keyifle gezdim.

Sürecek....

İyi kalın, sağlıkta kalın.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder