Çiğdem Han'ın bugünkü programında fazla bilinmeyen antik kentler gezisi var: Rhodiapolis, Lymira, Arykanda, Alakır Baraj Gölü ve Üstün Bey'in heyecanla takdim etmek istediği İdebesos....
Bir önceki gün yapılan tekne gezintisinin yorgunluğuna, gecenin uzunluğuna, kahvaltının şahaneliğine rağmen saat 9'da teker döndü.
İstikamet yine Finike tarafı. Ben 3 gündür aynı yolda gidip gidip geliyorum.
Rhodiapolis, Antalya'nın Kumluca ilçesindeki tepe üzerinde kurulmuş. İsminden dolayı kuruluşunun Rodos kolonizasyon dönemi olduğu kabul edilmekle birlikte daha önceden de var olduğuna dair bilgiler mevcut. İlk olarak 1892 yılında Avusturyalı arkeologlar tarafından keşfedilmiş; 2006 yılında da Kültür Bakanlığı ve Akdeniz Üniversitesi işbirliğiyle kazılmaya başlanmış.
Kentin en ünlü kişisi, M.S. II. yüzyılda yaşamış ve tüm Likya kentlerine yardım etmiş olan en ünlü yardımsever Opramoas. Kendine ait anıt mezarın duvarındaki yazıt, Anadolu'nun en uzun Antik Yunanca yazıtını taşır.
Opramoas zamanında en zengin ve parlak dönem yaşanır. Şehrin hamamı, sarnıçları, kilisesi, tiyatrosu, nekropolleri bulunmakta.
2011 yılında Helenistik Tiyatro'da Fazıl Say'ın bir konseri gerçekleşmiş.
Bizden başka gezenin olmadığı bu güzel antik şehri dolaştıktan sonra yolumuza devam ettik.
Önce yemek yenilecek.
Bir derenin kenarına konuşlanmış Altıntaş tesisindeyiz.
İşletmecisi mekanı önce kiralamış, sonra da satın almış. Yolu açık olsun, sunduğu her şey olağanüstüydü.
Bahçenin sahiplerinden olan tavus kuşunun gösterisini de izleme olanağını bulduk.... O kadar büyük kanatları açık tutmanın ne kadar zor olduğunu herhalde bizler anlayamayız. Teşekkür ettik, kapat artık, çok yoruldun, dedik; ancak kendi istediğinde normal haline döndü.
Bir salıncağa tünemiş olan eşinin öfkeli homurtuları ve bakışları karşısında bile gösterisinden vazgeçmedi.....
Gezeceğimiz ikinci antik şehir Arykanda olacak.
Yazılı bir belge olmadığından, ilk kuruluş tarihi bilinmemekte. Ancak, "Anda" ekinden yola çıkarak, M.Ö. 2000 yılından itibaren var olduğu söylenir. Bugün tarihi Likya bölgesinin en güzel şehirlerinden biri olarak bilinir.
Sadece güneşten korunmuş yer mozaikleri.
Hamamlar
Heybetli.....
Arykanda'dan ayrıldığımızda saat 15'i geçiyordu bile. Üstün Bey'in göstereceği 3 yer daha var....
Apar topar Lymira antik şehrine gidip çeşmeyi görmemiz gerekiyor.
Suyun içinde kalmış eski "Kral Yolu"
Taşın, mermerin bu kadar zarif yontulmasına hep şaşırmışımdır....
Fotoğraf çektirmek için burasını seçen çifti görünce, izin isteyip ben de resimledim. Gelin daha pek bir genç, demişken, kadının biri, göründüğü kadar değil, dedi. Kayınvalideymiş!!!!
Yolumuzun üstünde bulunan Anadolu'daki en eski ve en uzun Bizans köprüsünü de fotoğrafladık. İsmi şu an için aklımda değil; araştıracağım ve bulur bulmaz yazacağım. Özür diliyorum.
Üstü tarla olarak görev yapıyor.....
Saat oldu 17. Üstün Bey'in heyecanla görmemizi istediği son yer var. Var da, kendisi de tam olarak nerede olduğunu bilmiyor. Öyle de bir sorunumuz var... Şu tarafta dedi ve biz düştük yollara. Merkezden uzaklaştıkça da yolun kalitesi düştü... Stabilize ve sonrasında da toprak yolda ilerlemeye başladık.
Alakır Baraj Gölü'nde fotoğraf molası verildiğinde grubun yarısının geri dönelim isterseniz istekleri pek duyulmadı galiba... Yani şimdi şu su parçasını fotoğraflamak çok mu önemliydi gibi şikayetler sıralandı sonra.
Ama yola devam.
Yolumuzun üstündeki şu manzarayı kaçırmak istemeyenler için verilen fotoğraf molası isyan bayrağını açtırdı :)) İn yok, cin yok.. gelen giden - bizden başka - araç yok; ev yok... tabela yok. Biz bir bilinmeze gidiyoruz ama. Ben görmedim, ama ağlayan kadınlar olmuş.... Oldukça yaşlı tam bir beyfendi olan zat, artık dayanamadı, avaz avaz şikayet etmeye başladı. Önce şöför yanında oturan Üstün Bey, arkadan gelen şikayet ve ağlama seslerini kahkaha, biz eğleniyoruz diye algılayarak, devam diyor...
Sonunda bir yere gelindi. Yok, gelmek istenilen yer değil... O yaşlı bey, gayet açık, net, temiz bir Türkçe ile, durun, çişim geldi, dedi. Durduk. Adamcağız işini halledip geldiğinde, geri dönmeyeceksek, ben burada kalıyorum diye sıkı bir ültümatom verdi. Saat oldu 19... Daha varamamışız gideceğimiz yere. Ne zaman varacağımız meçhul. Doğru yolda olduğumuzdan bile emin değiliz :)) Bir de bunun dönüşü var...
Peki, dönüyoruz denildi.
Dönüşe geçtiğimizde, Üstün Bey, 100 metre daha gitseydik varacaktık İdebesos'a dediğinde ayaklar altında çiğnenecekti ufak bir grup tarafından....
Sabah 9'da çıktığımız Çiğdem Han'a akşam 21'de vasıl olduk.
Hepimiz çok yorgunduk. Yüzünden bin parça düşenler çoğunluktaydı....
Ama keyifli bir gündü. Çok yeni yerler gördük.
Çiğdem Han'daki son gecemizi erkenden yatarak geçirdik. Yarın herkes kendi yoluna gidecek. Ben Datça'ya döneceğim.
Bu insanlarla tanıştığım için, Çiğdem Han'da vakit geçirdiğim için ne kadar şanslı olduğumu bugün, bu satırları yazarken yine anladım. Hepinize sevgiler, saygılar.
Bir sonraki gezi yazıma kadar iyi kalın, sağlıkta kalın.
ÖNEMLİ NOT: Yazılarımdan alıntı yapacaksanız, kaynak belirtmenizi önemle rica ediyorum. Etik olarak öyle olması gerektiğine inanıyorum. Teşekkürler.
Bir önceki gün yapılan tekne gezintisinin yorgunluğuna, gecenin uzunluğuna, kahvaltının şahaneliğine rağmen saat 9'da teker döndü.
İstikamet yine Finike tarafı. Ben 3 gündür aynı yolda gidip gidip geliyorum.
Rhodiapolis, Antalya'nın Kumluca ilçesindeki tepe üzerinde kurulmuş. İsminden dolayı kuruluşunun Rodos kolonizasyon dönemi olduğu kabul edilmekle birlikte daha önceden de var olduğuna dair bilgiler mevcut. İlk olarak 1892 yılında Avusturyalı arkeologlar tarafından keşfedilmiş; 2006 yılında da Kültür Bakanlığı ve Akdeniz Üniversitesi işbirliğiyle kazılmaya başlanmış.
Kentin en ünlü kişisi, M.S. II. yüzyılda yaşamış ve tüm Likya kentlerine yardım etmiş olan en ünlü yardımsever Opramoas. Kendine ait anıt mezarın duvarındaki yazıt, Anadolu'nun en uzun Antik Yunanca yazıtını taşır.
Opramoas zamanında en zengin ve parlak dönem yaşanır. Şehrin hamamı, sarnıçları, kilisesi, tiyatrosu, nekropolleri bulunmakta.
2011 yılında Helenistik Tiyatro'da Fazıl Say'ın bir konseri gerçekleşmiş.
Bizden başka gezenin olmadığı bu güzel antik şehri dolaştıktan sonra yolumuza devam ettik.
Önce yemek yenilecek.
Bir derenin kenarına konuşlanmış Altıntaş tesisindeyiz.
İşletmecisi mekanı önce kiralamış, sonra da satın almış. Yolu açık olsun, sunduğu her şey olağanüstüydü.
Bahçenin sahiplerinden olan tavus kuşunun gösterisini de izleme olanağını bulduk.... O kadar büyük kanatları açık tutmanın ne kadar zor olduğunu herhalde bizler anlayamayız. Teşekkür ettik, kapat artık, çok yoruldun, dedik; ancak kendi istediğinde normal haline döndü.
Bir salıncağa tünemiş olan eşinin öfkeli homurtuları ve bakışları karşısında bile gösterisinden vazgeçmedi.....
Gezeceğimiz ikinci antik şehir Arykanda olacak.
Yazılı bir belge olmadığından, ilk kuruluş tarihi bilinmemekte. Ancak, "Anda" ekinden yola çıkarak, M.Ö. 2000 yılından itibaren var olduğu söylenir. Bugün tarihi Likya bölgesinin en güzel şehirlerinden biri olarak bilinir.
Sadece güneşten korunmuş yer mozaikleri.
Hamamlar
Heybetli.....
Arykanda'dan ayrıldığımızda saat 15'i geçiyordu bile. Üstün Bey'in göstereceği 3 yer daha var....
Apar topar Lymira antik şehrine gidip çeşmeyi görmemiz gerekiyor.
Suyun içinde kalmış eski "Kral Yolu"
Taşın, mermerin bu kadar zarif yontulmasına hep şaşırmışımdır....
Fotoğraf çektirmek için burasını seçen çifti görünce, izin isteyip ben de resimledim. Gelin daha pek bir genç, demişken, kadının biri, göründüğü kadar değil, dedi. Kayınvalideymiş!!!!
Yolumuzun üstünde bulunan Anadolu'daki en eski ve en uzun Bizans köprüsünü de fotoğrafladık. İsmi şu an için aklımda değil; araştıracağım ve bulur bulmaz yazacağım. Özür diliyorum.
Üstü tarla olarak görev yapıyor.....
Saat oldu 17. Üstün Bey'in heyecanla görmemizi istediği son yer var. Var da, kendisi de tam olarak nerede olduğunu bilmiyor. Öyle de bir sorunumuz var... Şu tarafta dedi ve biz düştük yollara. Merkezden uzaklaştıkça da yolun kalitesi düştü... Stabilize ve sonrasında da toprak yolda ilerlemeye başladık.
Alakır Baraj Gölü'nde fotoğraf molası verildiğinde grubun yarısının geri dönelim isterseniz istekleri pek duyulmadı galiba... Yani şimdi şu su parçasını fotoğraflamak çok mu önemliydi gibi şikayetler sıralandı sonra.
Ama yola devam.
Yolumuzun üstündeki şu manzarayı kaçırmak istemeyenler için verilen fotoğraf molası isyan bayrağını açtırdı :)) İn yok, cin yok.. gelen giden - bizden başka - araç yok; ev yok... tabela yok. Biz bir bilinmeze gidiyoruz ama. Ben görmedim, ama ağlayan kadınlar olmuş.... Oldukça yaşlı tam bir beyfendi olan zat, artık dayanamadı, avaz avaz şikayet etmeye başladı. Önce şöför yanında oturan Üstün Bey, arkadan gelen şikayet ve ağlama seslerini kahkaha, biz eğleniyoruz diye algılayarak, devam diyor...
Sonunda bir yere gelindi. Yok, gelmek istenilen yer değil... O yaşlı bey, gayet açık, net, temiz bir Türkçe ile, durun, çişim geldi, dedi. Durduk. Adamcağız işini halledip geldiğinde, geri dönmeyeceksek, ben burada kalıyorum diye sıkı bir ültümatom verdi. Saat oldu 19... Daha varamamışız gideceğimiz yere. Ne zaman varacağımız meçhul. Doğru yolda olduğumuzdan bile emin değiliz :)) Bir de bunun dönüşü var...
Peki, dönüyoruz denildi.
Dönüşe geçtiğimizde, Üstün Bey, 100 metre daha gitseydik varacaktık İdebesos'a dediğinde ayaklar altında çiğnenecekti ufak bir grup tarafından....
Sabah 9'da çıktığımız Çiğdem Han'a akşam 21'de vasıl olduk.
Hepimiz çok yorgunduk. Yüzünden bin parça düşenler çoğunluktaydı....
Ama keyifli bir gündü. Çok yeni yerler gördük.
Çiğdem Han'daki son gecemizi erkenden yatarak geçirdik. Yarın herkes kendi yoluna gidecek. Ben Datça'ya döneceğim.
Bu insanlarla tanıştığım için, Çiğdem Han'da vakit geçirdiğim için ne kadar şanslı olduğumu bugün, bu satırları yazarken yine anladım. Hepinize sevgiler, saygılar.
Bir sonraki gezi yazıma kadar iyi kalın, sağlıkta kalın.
ÖNEMLİ NOT: Yazılarımdan alıntı yapacaksanız, kaynak belirtmenizi önemle rica ediyorum. Etik olarak öyle olması gerektiğine inanıyorum. Teşekkürler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder