Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

29 Ağustos 2014 Cuma

Antik Şehirler: Rhodiapolis, Lymira, Arykanda

Çiğdem Han'ın bugünkü programında fazla bilinmeyen antik kentler gezisi var: Rhodiapolis, Lymira, Arykanda, Alakır Baraj Gölü ve Üstün Bey'in heyecanla takdim etmek istediği İdebesos....

Bir önceki gün yapılan tekne gezintisinin yorgunluğuna, gecenin uzunluğuna, kahvaltının şahaneliğine rağmen saat 9'da teker döndü.

İstikamet yine Finike tarafı. Ben 3 gündür aynı yolda gidip gidip geliyorum.

Rhodiapolis, Antalya'nın Kumluca ilçesindeki tepe üzerinde kurulmuş. İsminden dolayı kuruluşunun Rodos kolonizasyon dönemi olduğu kabul edilmekle birlikte daha önceden de var olduğuna dair bilgiler mevcut. İlk olarak 1892 yılında Avusturyalı arkeologlar tarafından keşfedilmiş; 2006 yılında da Kültür Bakanlığı ve Akdeniz Üniversitesi işbirliğiyle kazılmaya başlanmış.

Kentin en ünlü kişisi, M.S. II. yüzyılda yaşamış ve tüm Likya kentlerine yardım etmiş olan en ünlü yardımsever Opramoas. Kendine ait anıt mezarın duvarındaki yazıt, Anadolu'nun en uzun Antik Yunanca yazıtını taşır.

Opramoas zamanında en zengin ve parlak dönem yaşanır. Şehrin hamamı, sarnıçları, kilisesi, tiyatrosu, nekropolleri bulunmakta.

2011 yılında Helenistik Tiyatro'da Fazıl Say'ın bir konseri gerçekleşmiş.











Bizden başka gezenin olmadığı bu güzel antik şehri dolaştıktan sonra yolumuza devam ettik.

Önce yemek yenilecek.




Bir derenin kenarına konuşlanmış Altıntaş tesisindeyiz.

İşletmecisi mekanı önce kiralamış, sonra da satın almış. Yolu açık olsun, sunduğu her şey olağanüstüydü.



Bahçenin sahiplerinden olan tavus kuşunun gösterisini de izleme olanağını bulduk.... O kadar büyük kanatları açık tutmanın ne kadar zor olduğunu herhalde bizler anlayamayız. Teşekkür ettik, kapat artık, çok yoruldun, dedik; ancak kendi istediğinde normal haline döndü.



Bir salıncağa tünemiş olan eşinin öfkeli homurtuları ve bakışları karşısında bile gösterisinden vazgeçmedi.....

Gezeceğimiz ikinci antik şehir Arykanda olacak.

Yazılı bir belge olmadığından, ilk kuruluş tarihi bilinmemekte. Ancak, "Anda" ekinden yola çıkarak, M.Ö. 2000 yılından itibaren var olduğu söylenir. Bugün tarihi Likya bölgesinin en güzel şehirlerinden biri olarak bilinir.




Sadece güneşten korunmuş yer mozaikleri.



Hamamlar




Heybetli.....



Arykanda'dan ayrıldığımızda saat 15'i geçiyordu bile. Üstün Bey'in göstereceği 3 yer daha var....

Apar topar Lymira antik şehrine gidip çeşmeyi görmemiz gerekiyor.





Suyun içinde kalmış eski "Kral Yolu"



Taşın, mermerin bu kadar zarif yontulmasına hep şaşırmışımdır....


Fotoğraf çektirmek için burasını seçen çifti görünce, izin isteyip ben de resimledim. Gelin daha pek bir genç, demişken, kadının biri, göründüğü kadar değil, dedi. Kayınvalideymiş!!!!

Yolumuzun üstünde bulunan Anadolu'daki en eski ve en uzun Bizans köprüsünü de fotoğrafladık. İsmi şu an için aklımda değil; araştıracağım ve bulur bulmaz yazacağım. Özür diliyorum.





Üstü tarla olarak görev yapıyor.....

Saat oldu 17. Üstün Bey'in heyecanla görmemizi istediği son yer var. Var da, kendisi de tam olarak nerede olduğunu bilmiyor. Öyle de bir sorunumuz var... Şu tarafta dedi ve biz düştük yollara. Merkezden uzaklaştıkça da yolun kalitesi düştü... Stabilize ve sonrasında da toprak yolda ilerlemeye başladık.



Alakır Baraj Gölü'nde fotoğraf molası verildiğinde grubun yarısının geri dönelim isterseniz istekleri pek duyulmadı galiba... Yani şimdi şu su parçasını fotoğraflamak çok mu önemliydi gibi şikayetler sıralandı sonra.

Ama yola devam.


Yolumuzun üstündeki şu manzarayı kaçırmak istemeyenler için verilen fotoğraf molası isyan bayrağını açtırdı :)) İn yok, cin yok.. gelen giden - bizden başka - araç yok; ev yok... tabela yok. Biz bir bilinmeze gidiyoruz ama. Ben görmedim, ama ağlayan kadınlar olmuş....  Oldukça yaşlı tam bir beyfendi olan zat, artık dayanamadı, avaz avaz şikayet etmeye başladı. Önce şöför yanında oturan Üstün Bey, arkadan gelen şikayet ve ağlama seslerini kahkaha, biz eğleniyoruz diye algılayarak, devam diyor...

Sonunda bir yere gelindi. Yok, gelmek istenilen yer değil... O yaşlı bey, gayet açık, net, temiz bir Türkçe ile, durun, çişim geldi, dedi. Durduk. Adamcağız işini halledip geldiğinde, geri dönmeyeceksek, ben burada kalıyorum diye sıkı bir ültümatom verdi. Saat oldu 19... Daha varamamışız gideceğimiz yere. Ne zaman varacağımız meçhul. Doğru yolda olduğumuzdan bile emin değiliz :)) Bir de bunun dönüşü var...

Peki, dönüyoruz denildi.

Dönüşe geçtiğimizde, Üstün Bey, 100 metre daha gitseydik varacaktık İdebesos'a dediğinde ayaklar altında çiğnenecekti ufak bir grup tarafından....

Sabah 9'da çıktığımız Çiğdem Han'a akşam 21'de vasıl olduk.

Hepimiz çok yorgunduk. Yüzünden bin parça düşenler çoğunluktaydı....

Ama keyifli bir gündü. Çok yeni yerler gördük.

Çiğdem Han'daki son gecemizi erkenden yatarak geçirdik. Yarın herkes kendi yoluna gidecek. Ben Datça'ya döneceğim.

Bu insanlarla tanıştığım için, Çiğdem Han'da vakit geçirdiğim için ne kadar şanslı olduğumu bugün, bu satırları yazarken yine anladım. Hepinize sevgiler, saygılar.

Bir sonraki gezi yazıma kadar iyi kalın, sağlıkta kalın.


ÖNEMLİ NOT: Yazılarımdan alıntı yapacaksanız, kaynak belirtmenizi önemle rica ediyorum. Etik olarak öyle olması gerektiğine inanıyorum. Teşekkürler.



28 Ağustos 2014 Perşembe

Çomakdağ/Kızılağaç Köyü

İnsan gezmeye başlayınca gezi sayfalarına, gezginlere ulaşıyor.
Beni bu köye ulaştıran da böyle bir gezgin oldu. Kendisiyle tanışmam. Ancak sayfasında uzun uzun anlatınca gitmek şart oldu dedim. İyi ki de demişim.

Teşekkürler Aynur Koç.

Milas İzmir yolunun 14. kilometresinde sağa dönüp 3-4 köy geçtikten sonra ulaşılıyor Çomakdağ/Kızılağaç'a. Yol düzgün. Asfalt değil, ancak gidilebilinecek bir yol.


Arabayı köyün tek meydanında, kahvenin önüne park edip, kahveye meraklı ama insanı rahatsız etmeyen erkek bakışları altında girdik. Bizi sedirlerin olduğu bir bölüme aldılar. Ayakkabılarımızı çıkartıp oturduk.

Tabii ki sorular... Nerdeniz... İstanbul'un neresindeniz.... Köyü dolaşmak için yanımıza bir "rehber" çocuk ister miyiz... Evet isteriz; ama önce bir kahve, çay içsek...

İçeceklerimizi beklerken gördüklerim...





Pırıl pırıl Ege insanı. Ama biz kadınları görmeye geldik...

Köye "yabancıların" geldiği haberi çoktan ulaşmış bile. Kahvenin kapısında rengarenk giysili, çiçekli kadınlar ufak ufak toplaşmaya başlamış. Bebekler, yemeniler, şapkalar sergileniyor. Bizim için geldiklerini söylediler.

Rehber çocuk ile köyü dolaşmaya başlamadan önce hanımlardan ufak tefek alış veriş yaptık.





Burası el değmemiş, bozulmamış nadir köylerden biri.

Ancak, yıllar sonra bir daha gitmeye korkarım. Değişmiş, betonlaşmış bulmaktan ürkerim. Aklımda kalan güzellikle yaşamasını istiyorum. Bunun en tipik örneğini Ula'da yaşadım. Yıllar önce gidip hayran kaldığım beldeye son gittiğimde o güzelim konakların yerinde beton yığınları gördüğümde düştüğüm hayal kırıklığını hiç unutmayacağım.




Köydeki ahşap ve taş işçiliği, kapılar ve damlar gerçekten görülmeye değer.



Köyün en eski ve en güzel evini bize eşlik eden genç sayesinde gezebildik.






Bu yüz yaşındaki dede, trabzanları olmayan merdivenleri nasıl desteksiz çıkabildi hâlâ anlayamıyorum.





Eşinin çeyizleriymiş. 

Daha fazla rahatsız etmemek için teşekkür edip bu güzel evden çıktık. Allah onlara uzun ömürler nasip etsin.


Köydeki tek ipek dokuma atölyesini kapalı olduğundan gezemedik. 

Rehberimiz eşliğinde köyü dolaşmaya devam....



Köyün diğer güzel genç kızları :)


Böyle bir nur yüzlü nine.


Kim bilir neler düşünüyordu o sırada....



Eşini fotoğrafladığımı görünce hemen poz veren bir başka kadın. Hiç sorun çıkarmadan bakıyorlar objektife.


Biraz da evler, balkonlar....







Plastik ne yazık ki girmiş buraya da... Kaçınılmaz.

Köyü tavaf edip tekrardan kahveye döndük. Rehberimize teşekkür edip ufak bir bağış yaptıktan sonra bizi bekleyen kahve ahalisine izlenimlerimizi anlattık. Yolda, evlerinin bahçelerinde fotoğrafladığım kimi erkeklerin süslenip püslenip yanımıza geldiğini fark ettik. 

Ama bu arada da acıktık. Birer tost yiyelim, sonra da yola çıkalım dedik. Ancak elektrikler kesikmiş... ne tost, ne gözleme varmış...

Yolda yeriz o halde deyip, insanlarla helalleşip ayrıldık.

Yolunuz Bodrum'a düşerse, hele ki arabayla gidecek olursanız, mutlaka yoldan çıkın ve burasını ziyaret edin. Ancak ufak bir tavsiye, elektrik kesintilerine karşın yanınızda atıştırmalık bir şeyler bulundurun.

Bir dahaki gezime kadar iyi kalın, sağlıkta kalın.

Önemli Not: Yazılarımı bir yerlerde kullanacak olursanız, en azından kaynak göstermenizi rica ediyorum.