Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

25 Nisan 2018 Çarşamba

Datça'da Düğün Güzellemesi

Çok uzun zamandır bir Datça düğünü yazmak istiyordum da elimde hiç görsel yoktu. Sonunda muradıma erdim. Misafirin misafiri olarak Belen köyünde bir düğüne davet edildik. Hiç ikiletemedim. Severim buranın düğünlerini.

Datça'yı karış karış gezmiş, tarihini, lehçesini araştırmış bir avukat arkadaşımızla birlikte ki kendisi asıl davetli, yolumuz üstündeki yerleri geze geze gitmeye karar verdik. Onu bir daha ne zaman bulurum?

Görmek istediğim, ve onun göstermek istediği çok eski bir çeşme ilk hedefimiz.

Sahil yolunu takip ederken şahane bir havada Akvaryum koyu pırıl pırıl karşımızda.


Biraz ilerisi Palamutbükü.


Gittiğimiz yol.


Palamutbükü'nden Cumalı köyüne sapıp, bir daha yolunu asla bulamayacağım eski bir dere yatağından geçip çeşmeye vardığımızda önce gözüme aşağıdaki taş ev çarptı. Tabii ki çarpıldım.


İşte yığma taştan yapılmış en az 200 yaşında olduğu söylenen çeşme. Suyu hiç eksilmeden akan.


Çeşme üstündeki oyuk. Derin, sonu görülmüyor.


Burada hep bir fotoğrafının olmasını istemiş, ben de çektim.


Artık fazla insanın yaşamadığı ufak bir yerleşim. Taş evler bomboş, bakımsız. Bol bol siyah yılan olurmuş...  İnsanlar suyun yolunda kendileri için ufak havuzlar yaptırmış zamanında. İşte o havuzlardan birinin içine düşmüş çiçekler.


Tabiattan çok öğreneceğimiz şey var. Şişsin diye suya bırakılmış baltalar.


Orada daha görülecek çok yer var da, düğün yemeğini kaçırmak istemiyoruz. Bir gün yeniden gelmek dileğiyle Belen köyüne doğru yol aldık.

Buralarda düğünler ciddi maliyetli işler.. Hayvanlar kesiliyor, insanlar bir yıllık birikimlerini evlatları için harcamaktan hiç çekinmiyorlar.

10 yıl öncesine kadar bütün yemekler imece usulü köyün kadınları tarafından yapılırdı. Dışarıda bir ateş yakılır, koca koca kazanlarda keşkekler, etli nohutlar pişer, patlıcan, biber, patates kızartılır, salatalar hazırlanırdı. Kadınlar da kazan başında oturmaktan, düğünden hiç bir şey anlamazlardı. Tabak çanak, çatal kaşıklar da bütün köyün katılımıyla tamamlanırdı. Karışmasın, tam geri gitsin diye de her bir parçanın üstünde - çatal kaşıklar dahil, kırmızı ojeyle isim ve soyadlarının ilk harfleri yazılı olurdu.

Şimdilerde bu adetler de kayboluyor. Artık dışarıya sipariş veriyorlarmış. Ekip yemek günü tabak, çatal kaşıklarıyla gelip herşeyi pişirip hazırlıyormuş. Malzemeyi de sipariş edenler olduğu gibi, kendi malzemesini verenler de varmış. Kendileri temin edenler, yine imece usulü soğan, patlıcan, biber, patates, sarmısak soyup ayıklayıp ekibe verirlermiş.  Bizim katıldığımız sipariş veren düğündü.

Bir minik ara verip düğün sıralamasını yazayım. Önce kız evinde kına gecesi yapılır. Orada da yenilir, içilir. 2 gün sonra, bizim de katıldığımız düğün yemeği, onun akşamında da balo dedikleri eğlence. Baloda yemek olmaz. Takılar takılır - herkesin ne taktığı, kaç lira verdiği sahnede bulunan biri tarafından anons edilir - buna çok şaşırmıştım; yöresel damat ve gelin havaları oynanır. Balo öncesinde kız damat tarafından kız evinden alınır, genelde at üzerinde alınırmış ve allı güllü duvaklı baloya getirilir.

İşte düğün yemeklerinin olmazsa olmazları: keşkek, pilav, etli nohut, salata, piyaz, yoğurtlama, domatesli patlıcan kızartma ve tatlı olarak da irmik. Bütün bunlar ciddi miktarlarda hazırlanıyor..  Az buz iş değil.


Heybeciler, Heybecilik 

Düğünlerde içki, sadece rakı, önemli. Bunun kontrolünü sağlamak iyice önemli.
Bu yüzden de heybecilere çok önemli iş düşüyor.
İçkiler masalara konulmaz. Bu heybelerde taşınır. Siz çağırırsınız ve istersiniz. O da heybesinden çıkarır ve masaya bırakır.
Herkes heybeci olamıyor. Oldukça önemli bir görev. Adil olacaksın, hak yemeyecek, hak yedirmeyeceksin.. İnsanları iyi tanıyor olman gerekiyor. Kim zulaya atar, kim gerçekten içer, kim içer gibi yapar, bilmek gerekiyor.

İçkini aldıktan sonra suyun ve buzcun gelip, tasla elindeki buz torbasından alıp masana bırakır. Bunlar sürekli etrafta dolaşır, bittikçe gelir sorar, istersen verir, istemezsen giderler.

Bu insanlara bayılıyorum. Ve bu adetlere.


Bu basılı t-shirtleri de çok beğendim.


Yıllar öncesinde gittiğim düğünlerde heybeciler orta yaş üstü insanlardan oluşurdu. Şimdi gördüm ki onların da yaş ortalamaları oldukça düşmüş. Bence güzel bir şey.


Genç bir buzcu. Masamızda soluklanıyor.



Datça'nın ilginç insanlarını da görmek açısından seviyorum bu ortamları.


Ben kapalı mekan kiralamak yerine köy meydanında yapılan düğünleri seviyorum.  Buralar herkese açık. Gelip yiyip içip oynayıp gidiyorsun. Sürekli bir devinim var. Gençler masa toplayıp yeni masa kuruyorlar.


Davulsuz, zurnasız düğün tabii ki olmaz... Olmazsa olmazlardan.


Yemek içmek tamam da, asıl güç bir orkestra getirende sanki. Yanılıyor olabilir miyim acaba?



Çoğunluk içinden geldiği gibi oynar. Balo'daki oyunlardan daha serbesttir bunlar.



Bu kadar genç bir arada, oynuyorlar, eğleniyorlar. Hiç mi bir kargaşa olmaz, kavga çıkmaz aralarında diye sordum. Yazılmamış, ancak herkes tarafından bilinen, kabul görmüş kurallar vardır dendi. Yaşlılar belli bir yere kadar müsamaha gösterir, bir terslik olacağını anladıkları an, ayağa kalkıp dolaşmaya, gençlerin arasına girmeye  başlar ve olaya hemen sessiz müdahale ederlermiş.  Gerginlik orada biter, sonrasına taşınmazmış.

Güzel adetler.


Başta belirttiğim gibi takı ve para işleri Balo'da oluyor.

Yine de girişte bir masanın üstüne bir sepet konulmuş, içinde misafirlerin gönüllerinden kopan 10'luk, 20'likler, paraların üstünde büyükçene bir tencerenin cam kapağı -hem  paralar uçmasın, hem de -/+ ne kadar bırakıldığı belli olsun diye... Başında aileden 3 kişi.... Yine 2 ayrı tepside farklı lokumlar ve aşağıdaki fotoğrafta görüldüğü gibi bir tepsi de sigara. İşte bunu ilk kez gördüm. İnsanlar da alıp alıp içiyorlardı vallahi.


Neyse, bir Datça düğünü yazabildiğim için mutluyum.

Aklımda bir de Hıdrellez Şenliklerini yazmak var. Yeter ki görselim olsun.

Bir dahaki yazıma kadar sağlıkta kalın, iyi kalın.